Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KEREM AKÇA / keremakca@haberturk.com

        19 EKİM FİLMLERİ

        Robert Zemeckis’in “Canavar Ev”de motion capture animasyonla yaptığını stop motion animasyonla ‘korku parodisi’ tabanlı hale getiren “Paranorman”, türün bütün motiflerini, kalıplarını ve geleneklerini ti’ye alan düşüncesiyle ilgi çekici bir görünüme sahip. Ancak bunu bir tonlama becerisine çevirmek söz konusu olduğunda iki yönetmeninin kafa karışıklığını taşırken, arka plandaki mükemmeliyetçi çizgilerle sınırlı kalıyor. Bu durum, filmin “Mary ve Max”, “Yaman Tilki”, “Tavuklar Firarda” ve “Noel Gecesi Kabusu” gibi bu animasyon alt türünün yetkin örneklerinin yanında sırıtmasına yol açıyor. Büyük oranda da ‘Tim Burton’ın elinin değmesi gereken bir dışavurumcu ürün’e dönüşmesini sağlıyor. Yine de eğlenceli varoluş hikayesiyle, ‘mutlu aile tablosu’ mesajlarına takılmadığı sahnelerde keyif verdiği söylenebilir.

        Animasyonu çeşitli alt kollara ya da ‘alt tür’lere bölebiliriz. İki boyutlu animasyon, bilgisayar animasyonu, stop motion animasyon (kil animasyonu), motion capture animasyonu (hareket yakalama animasyonu) ve kukla animasyonu bunlar arasında en öne çıkanları. Sözünü ettiklerimizin üçüncüsü ise büyük oranda İngiltere’de Nick Park-Peter Lord ikilisi ile ABD’de Tim Burton tarafından uygulanan bir süreçle akla gelir. Hatta bu konuda bir ‘öncülük’ten söz etmek de mantıklı olabilir.

        Burton ile Lord-Park ikilisinin gelenekleriyle bilinen bir alan

        Kilden karakterler-mekanlar yaratmanın yanında fotoğraflanmış kareleri ard arda dizme ile de işlenen bu teknoloji, biraz daha yavaş hareket eden tiplemelerin temsilini ‘fark yaratma’ adına açığa çıkarır. Elimize de bu konuda ‘orijinal’ bir tanım verir. Özellikle uzun metrajda “Noel Gecesi Kabusu” (“The Nightmare Before Christmas”, 1993) ve “Tavuklar Firarda” (“Chicken Run”, 2000) gibi Burton ile Lord-Park etiketiyle ‘öncül’ ürünlere sahiptir.

        Bunlar da büyük oranda bütün sinema tarihinin dengesini değiştirmiştir. Kurmacanın içinde parça niyetine kullanılan bu teknolojiyi adeta bir eğilime ya da daha farklı kollarla yürüyen bir sanata dönüştürmüştür. “Ölü Gelin” (“Corpse Bride”, 2005) ve “Coraline” (2009) gibi Burton yapımcılığında veya ‘Wallace ve Gromit’ serisi gibi Lord-Park imzalı eserler bu geleneği devam ettirirken, “Yaman Tilki” (“Fantastic Mr. Fox”, 2009) ve “Mary ve Max” (“Mary & Max”, 2009) gibi vizyon sahibi stop motion animasyonlar bu konuda çıtayı yükseltmiştir.

        Canavar Ev”, “Hayalet Süvari” ve “Çığlık” ile akraba

        Konumuz olan “Paranorman” ise bize bir anlamda “Hayalet Süvari”nin (“Sleepy Hollow”, 1999) parodi versiyonunu ya da “Çığlık”ın (“Scream”, 1996) animasyon şubesini deneyimletiyor. Hayaletlerin, zombilerin, cadıların, büyülerin ve slasher katillerinin havada uçuştuğu süreç ya da ‘lanetli kasaba’ düşüncesini de ‘Paranormal Activity’e gönderme yapan karakter ismiyle bir ‘düzen’e oturtuyor.

        Stop-motion animasyon tekniğini de “Canavar Ev”de (“Monster House”, 2006) Robert Zemeckis’in motion capture teknolojisi ile yaptığı gibi ‘korku motifleri’ ve ‘masal öğeleri’yle sarılan bir aile filmi temsiline dönüştürüyor. Zira bu alandaki temsiller, genelde ‘öteki’, ’20-25 yaşın üzerinde’ ya da ‘hayvan’ ana karakterleriyle olgunları ve festivalleri hedef alırken gişeye de bir uğrayıp çıkarlar. Bu noktada sözü geçen animasyonun kendi bütçesinin yarısını anca bulan bir ABD hasılatına ulaşması da şaşırtıcı değil.

        Ama burada bir ‘çocuk hikayesi’nin özellikle kitle düşürülme adına tercih edilip ‘çocuksu süreç’in bunun ardına eklenmesi, bazı tonlama ve uyumsuzluk sıkıntılarını daha en baştan açığa çıkarmış. Buna paralel olarak Tim Burton’ın öğrencilerinden Chris Butler’ın “Fareler Şehri” (“Flushed Away”, 2006) gibi yetkin bir yarı kil yarı bilgisayar animasyonuyla tanıdığımız Sam Fell ile bir araya getirilmesi çok akıl karı değil gibi. Zira orada da ortak yönetmenle çalışan Fell’in filmografisinde başka bir başarıya rastlayamıyoruz ne yazık ki...

        Yönetmenlerin birbirine uyum sağlayamaması sıkıntı yaratmış

        Chris Butler-Sam Fell ikilisi ayrıksı açılardan renklere, tekniği kullanma zekasından “Şrek”vari (“Shrek”, 2001) gönderme zekasına kadar sorunsuza yakın bir işçilik çıkarıyor. Ancak bu çiftin birbirine uyum sağlama konusunda tutarlılı olmamaları, ‘her şeyi bir arada verelim’ dokulu yorucu ve temposuz bir süreci devreye sokuyor. Dışavurumcu gelenek ise bir anlamda kabuğundan dışarı çıkmadan hareket kabiliyetini yitiriyor.

        “Paranorman”, bir korku-komediye yaklaşmaktan ziyade ailece izlenecek korku filmleri parodisi olmakla kalıyor. Çocuğun kendi varoluşu üzerine de aslında ‘kabus’larının ötesine gidemiyor. Göndermeleri ince ince dokuması bir tarafa “Canavarlar Yaratıklara Karşı”nın (“Monsters vs. Aliens”, 2009) bilimkurgu filmlerine yaptığı sinsi dokunuşu ve katman patlamasını bir vizyona dönüştüremiyor.

        Tim Burton ihtiyacı belirgin bir şekilde hissediliyor

        Bu durum tonlama sorunuyla Hollywood semalarında animasyonda sırıtan bir başka yönetmen seçimini daha beraberinde getiriyor. Henry Selick kadar konuya hakim olmayan Chris Butler, yalnız çalışsa ve stüdyonun dışına çıksa bu kadar ‘mükemmeliyetçi’ bir beden giydiremez animasyonuna.

        Ama belki Burtonesk geleneği canlandıran“Igor” (2008) kadar akılcı bir dışavurumcu gelenekle yol alma şansına kavuşabilir. Zira burada masalsı tonla harmanlanan korku motifleri ve ötekilik algısı Tim Burton ihtiyacını hissettiren bir süreci karşımıza çıkarıyor. Filmi de bu sene izlediğimiz Peter Lord imzalı “Korsanlar!” (“The Pirates! Band of Misfits”, 2012) kadar katmanlı, incelenesi, rahat izlenen ve profesyonel bir sürece sokamıyor maalesef.

        FİLMİN NOTU: 4.5

        Künye:

        Paranorman

        Yönetmen: Chris Butler, Sam Fell

        Seslendirenler: Kodi Smit-McPhee, Anna Kendrick, Casey Affleck, Tucker Albrizzi, Leslie Mann, John Goodman

        Süre: 92 dk.

        Yapım yılı: 2012

        SKEÇ SKEÇ KOMEDİ

        Yavuz Seçkin etiketli bir kaba (slapstick) komedi algısı yaratma peşindeki “Oğlum Bak Git”, çoğu zaman Hollywood’da da gördüğümüz ‘alt seviyedeki komedyenlerin sinemaya girmesi’ ile yaşanan ‘orada neler oluyor?’ sorusunu harekete geçiriyor. Burada büyük oranda skeçlerden oluşan komedi anlayışı prodüksiyon kalitesiyle idare etse de, esas sorun hikaye oluşturma sevdasıyla ortaya çıkan ‘yalapşap karakterler’, ‘oyuncusuzluk sorunsalı’ ve ‘derme çatma kara komedi omurgası’nda kopuyor. Böylelikle azınlıklardan hastalara uzanan vatandaşlarımızın ‘magazin kitleleri’nin kötü emellerine alet edildiği, ahlaki açıdan yanlış bir süreçle yüzleşmemiz zor olmuyor.

        ‘Recep İvedik’ sonrası büyük oranda artan yerli slapstick (kaba/fiziksel) komedi örneklerinin bir yenisi ile karşı karşıyayız. TV ekranlarından taklit yapma yeteneğiyle tanıdığımız Yavuz Seçkin burada kendi yazdığı skeçleri, “Ayaz” ve “Sağ Salim”le başarısızlığını kanıtlayan ‘Şeyda Delibaşı’nın görünürdeki senaryosunun üzerinden bir hikaye kurgusunun arasına tepeleme dolduruyor. Bu da aslında Şahan Gökbakar’ın yaptıklarını akla getirirken, ‘Vizontele’ ve ‘Recep İvedik’in altında bir mizah kalitesiyle yüzleşiyoruz. Adeta Hollywood’da Rob Schneider ya da Chris Kattan’ın sinemaya girmesiyle yaşadıklarının bir benzeriyle karşılaşıyoruz.

        Yavuz Seçkin skeçleri ve onların karton tamamlayıcıları

        Çünkü Seçkin imzalı Orhan karakterinin birkaç skeçi eğlenceli olabilse, hatta erkek egemen kültürü tanımlayabilse de filmin ‘hikayem var’ diye bir ‘kara komedi’ sürecine girmesi hiç iyi olmamış. Boş bir yolda birbirini yiyip bitiren karakterimsiler de bir bakıma, düzensiz bir olay örgüsünün ‘tamamlayıcı’larına dönüşüyor. Bunların hepsinin magazin programlarından çıkmış bir kartonlukla donatılmalarının yanında müziğin de sanki bir üçüncü sınıf dizi dinletisine ulaştığı görülüyor.

        Bunlar Seçkin’in birkaç skeçine aralarda gülmemizi veya birkaç fikrine tebessüm etmemizi engellemiyor belki. Ancak gerisi 1.85:1 oranında yarı prodüksiyon kalitesiyle kalkınan görüntülerin, kurgucusu bile belli olmayan bir teknik ekiple birleşmesine uzanıyor. Keşke 94 dakika yerine 70 dakikaya çekilerek ‘Mr. Bean’ gibi bir sürecin sahibi olabilseymiş “Oğlum Bak Git”. En azından Seçkin’in zaman zaman güldüren ama dışarıdan bakınca gülünç duran mizacına gülebilirdik o zaman.

        Tribün tezahüratı izlenimi yaratan tema müziği filmin hedef kitlesini belli ediyor

        Bu haliyle film olmaya çalışan her şeyden iğreti ve uzak kalmasıyla bir ‘yıkılma’ya yüz tutuyor. Bu da ‘Youtube’dan esinlenen filmi büyük oranda ‘skeçlerden oluşan kaba komedi’ geleneğimizin son üyesi yapıyor. Bu konuda daha aşağıda eserler gördüğümüzden film adına yüzde yüz bir kan uyuşmazlığı olmadığını da söyleyelim. Ancak ‘Kolpaçino’ ve ‘Temel’ gibi serileşen eserlerin oyuncu, senaryo ya da prodüksiyon kalitelerini burada bulmak zor.

        Elbette bir yol haritası çizmek gerekirse, birkaç Seçkin türüğüyle magazin kitlelerini ilgilendiren ‘çabuk tüketilir’ sürece kapılıp gidebilmeniz olası “Oğlum Bak Git”i izlerken. Bu kültürden uzak kitle için ise söyleyecek bir şey yok. Zira onun doğaçlamaları biraz fazla belden aşağı ve büyük oranda hakim kültürü ilgilendiren cinsten. Filmin ‘Oğlum Bak Git’ emir kipini çerçevesine alıp ‘tribün tezahüratı’ izlenimi yaratan tema müziği de bu duruma alan açıyor.

        FİLMİN NOTU: 2.5

        Künye:

        Oğlum Bak Git

        Yönetmen: Kamil Çetin

        Oyuncular: Yavuz Seçkin, Selahattin Taşdöğen, Orhan Aydın, Metin Yıldız

        Süre: 94 dk.

        Yapım yılı: 2012

        TİYATRO BOYUTUNDA SİNEMA OLUR MU?

        İlk vibratörün keşfine uzanan, oradan ise bir anlamda kadın ile erkek cinsiyetlerinin 19. yüzyıldaki konumuna bakış atan “Mutlu Et Beni”, ‘kostümlü seks komedisi’ kalıbı dahil hiçbir sorumluluğunu yerine getiremiyor. Bunda da büyük oranda sinema perdesini tiyatro sahnesiyle karıştırıp projenin boyutunu, ölçeklerini ve amaçlarını daraltırken kendini ciddiye almaktan asla vazgeçmeyen Tanya Wexler’ın payı büyük.

        “Mutlu Et Beni” (“Hysteria”, 2011), hedefini özündeki meselenin boyutuyla ve ilginçliğiyle dikkat çekme olarak koyan, ‘kostümlü’ bir sürecin sahibi. Bu durum Viktoryen dönemden, Sanayi Devrimi arifesinde bir 19. yüzyıl portresini bizlere armağan etme sevdasına tutuşurken, oyuncuların mimiklerine bel bağlıyor fazlaca. Hugh Dancy, Maggie Gyllenhaal, Jonathan Pryce ve Felicity Jones gibileri ise ‘abartılı oyunculuk’ tanımının içinde idare ederek filmi içine düştüğü sinemasal açmazdan birazcık kurtarıyor.

        Ruhsuzluk ve olmamışlık hissiyatı sinemaskop oranını kaplamış

        Ancak özellikle yönetmenlik yapmasının üzerinden 10 sene geçen Tanya Wexler, burada sinemaskop formatının içini doldurmaktan aciz bir görüntü çiziyor. Filmin esaslı sorunu da bu. Zira bu durum ‘vodvil’ sahnesine çıkıp geri çekilen karakterleri ya da oyuncuları bizlere armağan ederken, ‘çıkış o çıkış’ dedirtmeyen mizansenleri ‘ruhsuzluk’ mağduru hale getiriyor. Bu noktada arka plan hiç ama hiç işlemezken sadece ‘birinci boyut’tan geçip giden alışılageldik ‘prototipler’ izliyoruz.

        Hugh Dancy’nin ‘vibratör’ü ya da ‘ilk seks aracı’nı icat eden karakteri de bu bağlamda aşkları, işleri ve alaycılıklarıyla bir yere sıkışıp kalıyor. Zira Tanya Wexler sanki tiyatro sahnesindeymiş gibi mizansenleri kurgulayıp bir de 19. yüzyılın ağırlığını arkasına alınca ‘kadın karşıtı’ senaryo da ‘seks komedisi’ bazlı fikir de devre dışı kalıyor. Bu süreç büyük oranda yönetmene bir daha perde deneyimi görmemesini öğütlüyor.

        “Mutlu Et Beni”, abartılı Rupert Everett performansından tutun iletişim ve ruh sıkıntısı çeken sinematografisine, mükemmel gözüken aksesuar-kostüm bütünlüğünden tutun performanslarına kadar, ‘donuk kareler’ eşliğinde bir olmamışlık hissiyatı yaratıyor. Bu da tarihsel değeri olan bir olayı daha ‘sinemada ele alınamamışlar’ listesine dahil ediyor.

        FİLMİN NOTU: 3

        Künye:

        Mutlu Et Beni (Hysteria)

        Yönetmen: Tanya Wexler

        Oyuncular: Hugh Dancy, Maggie Gyllenhaal, Rupert Everett, Jonathan Pryce, Felicity Jones, Ashley Jensen

        Süre: 100 dk.

        Yapım yılı: 2011

        BÜYÜK HEDEFLERE ULAŞMAK ÖZGÜVEN İSTER

        Fetih 1453”ün ilk A sınıf tarihi-epiğimiz olmasının üzerinden fazla geçmeden ihtişamlı bir de Çanakkale Savaşı filmiyle yüzleşiyoruz. “Çanakkale 1915”, bu hedefini Faruk Aksoy’un filminin efektçileriyle çalışması ve savaş sekanslarının üzerine kafa yormasıyla yükseklere koyuyor. Hatta çabasıyla, özgüveniyle ve cesaretiyle takdiri de hak ediyor. Ancak oyunculuk ve senaryo adına biraz fazla ‘başıboşluk’a düşmesinin zararını özellikle akışı sağlayacak olay örgüsünde, canlandırmanın ötesine geçmeyen dramatik sahnelerde ve Mustafa Kemal Atatürk tanımının yapaylığında belirgin bir şekilde hissettiriyor. Bu da milliyetçi savaş filmi destanını hedefine ulaştırırken ‘Turgut Özakman docudrama’sına kaykıldığı sayısız anda yaralıyor. Ancak bu durum filmin, sinema bilincimize deniz savaşı, kara savaşı ve çatışma sekanslarını görsel bir yetkinlikle kavrayarak adını yazdırmasını engellemiyor.

        Bu hafta Cuma yerine Perşembe vizyona giren “Çanakkale 1915”in dün yazdığım yazısına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz: http://www.haberturk.com/yazarlar/kerem-akca/786275-buyuk-hedeflere-ulasmak-ozguven-ister

        FİLMİN NOTU: 4.5

        Künye:

        Çanakkale 1915

        Yönetmen: Yeşim Sezgin

        Oyuncular: Özgür Akdemir, Bülent Alkış, Serkan Ercan, Ufuk Bayraktar, Rıza Akın, Şevket Çoruh, Mert Karabulut

        Süre: 126 dk.

        Yapım yılı: 2012

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        360: 4

        Araf: 7

        Aşk Yeniden (Hope Springs): 5.7

        Aşkın Ömrü Üç Yıldır (L’Amour Dure Trois Ans): 6.1

        Ayı Teddy (Ted): 6

        Başka Bir Kadın (La Vie d’Une Autre): 4.5

        Bourne’un Mirası (The Bourne Legacy): 6

        Cehennem Melekleri 2 (The Expendables 2): 4

        Cennetteki Çöplük: 2.5

        Cesur (Brave): 6.6

        Cosmopolis: 7

        Çanakkale Çocukları: 3.6

        Elena: 6.7

        Geriye Kalan: 5.7

        Gölgede Dans (Shadow Dancer): 5.8

        İlk ve Son Aşkım (Seeking a Friend for the End of the World): 4.6

        Lal Gece: 3.5

        Lanetli Ruh (Emergo): 5.5

        Mutluluğa Boya Beni (Le Tableau): 4

        N’Apcaz Şimdi?: 2.4

        Ne Adam Ama (What a Man): 5

        Paris-Manhattan: 5.3

        Roma’ya Sevgilerle (To Rome with Love): 4

        Ruh (The Pact): 5.5

        Sadakatsizler (Les Infidèles): 4.5

        Savaşın Çiçekleri (The Flowers of War): 3.5

        Striptiz Kulübü (Magic Mike): 7

        Şimdi Gel de Gör Beni (Lola Versus): 4.9

        Tepedeki Ev (Kokuriko-zaka Kara / From Up on Poppy Hill): 5

        Tehlikeli Takip (End of Watch): 4

        Tetikçiler (Looper): 8.4

        Tinker Bell: Gizemli Kanatlar (Secret of the Wings): 3.5

        Uzun Hikaye: 5.4

        Vampir Avcısı: Abraham Lincoln (Abraham Lincoln: Vampire Hunter): 4.5

        Yargıç Dredd (Dredd): 5.8

        Yurt: 3

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        keremakca@haberturk.com

        Vizyondaki Diğer Filmler:

        Diğer Yazılar