Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        23 KASIM FİLMLERİ

        2 milyon kişilik gişe rakamının etrafında dolaşan “Sümela’nın Şifresi: Temel”in ‘çekici kaba komedi kahramanı’ Temel, burada serüvenini “Moskova’nın Şifresi: Temel” ile devam ettiriyor. Orada olduğu gibi Alper Kul, Ruhi Sarı ve Salih Kalyon karakterlerini bünyelerine en ince detayına kadar yerleştirip adeta filmin yıldızları oluyorlar. Ancak bunun arkasını doldurmak isteyen Yılmaz Okumuş’un senaryosu biraz aceleye getirilmiş hissiyatı yaratıyor bu kez. Bu da “Moskova’nın Şifresi: Temel”in hasar görüp plastik yan öykülerde ve yapma yan karakterlerde yolunu kaybetmesini sağlıyor. Ama her şeye rağmen film, futbol kültürüyle ilgili esprileri ve ‘Temel ile Dursun’ birlikteliğinin varlığıyla çekici durup ‘kültürel Yeşilçam komedisi’ etiketini koruyor.

        Kültürel komedilerimizin yeni milenyumdaki ‘şifre’sini çözmek çok da zor değil. Ancak bundan güldürebilen, sosyolojik etüt becerisine sahip ve iyi oyuncular kullanan eserler çıkarmak bir hayli zor gibi. Zira etrafta bu konuda son derece ‘garip’ işler dolaşırken ‘Temel’in geçtiğimiz yıl ‘Kolpaçino’, ‘Recep İvedik’, ‘Kutsal Damacana’ gibi bu özellikler açısından takdir ettiğimiz seriler arasına katıldığını söylemiştik. Ancak bundan sonrası nasıl gelecekti?

        3 puanlık sistemde 1 puan da iyidir

        Temel, kağıt üstünde Dursun ile beraberliğinde Laurel-Hardy, Abbott-Costello gibi ikili komedi ekiplerinden birine dönüşebilecek miydi? Yoksa Firuzan-Hüseyin Badem çifti gibi ikinci filminde bir başka aceleye getirilmişlikle mi süslenecekti? Aslında bu soruların cevabı serinin ikinci halkası “Moskova’nın Şifresi: Temel”de gizli. Halk kahramanı Temel’in bir kültürel mizah malzemesi olarak işlevini yukarıya çekmeyen yapıt, sadece ayağında top dolaştırmakla kalıyor nedense.

        Ya da kendi tümceleriyle özetlemek gerekirse; ‘ilk filmde 3 puan aldıysak eğer 3 puanlık sistemde 1 puan da iyidir’ deyip Moskova deplasmanını biraz ‘savunma yaparak’ geçiriyor. Aslında bazı serilerde böyle stratejileri görürüz. Bu sebeple bundan sonrası için “Barcelona’nın Şifresi: Temel”i (2013) beklemek lazım deriz. Ancak kabul etmeliyiz ki burada ilk filmin ‘iğreti’ ve ‘yapmacık’ duran taraflarının inadına yan öykü olarak hikayeye sokulması bir tükenmişlik hissiyatı yaratıyor.

        Alper Kul, Ruhi Sarı ve Salih Kalyon yine filmin yıldızları

        Alper Kul’un yüksek karakter yaratma becerisinden güç alan ‘komedi karakteri’nin mimiklerinden tepkilerine, yürüyüşünden diyaloglarına kadar ‘kalıcı bir prototip’ servis ettiği kesin. Onun yanında Dursun’u andıran Turgay’ın Ruhi Sarı tarafından kavranma gücü de olağanüstü. Bu ikilinin Salih Kalyon’dan ‘ara pas’ aldığını da görüyoruz burada. Bunların her üçü devreye girdiğinde yazılan skeçlerin, yaratılan durumların ve diyalogların bir anlamı oluyor.

        Özellikle ‘futbol’ ve ‘Lazlık’ odağının birinci halkası bir hayli etkili. Şenol Güneş nakaratıyla evlenme teklif eden ‘Beşiktaşlılığı’nı bildiğimiz Ruhi Sarı’nın, Trabzonspor formasıyla yaşadığı sevinç de ‘sakarlık’lar arası bir dolaşım getiriyor. Temel’in ise ‘90+5’i kavrama çabasından tutun deplasmanda 1 puan da iyidir esprisine kadar bir tutarlılıkla sarıldığı görülebiliyor. Her şeyi kendi sarsaklığıyla halledip mafyanın eline düşme becerisini ya da boş yere adam kovalama ‘başıboşluğu’nu göstermesi de komik.

        Yılmaz Okumuş yeteneğini çok fazla sergileyemiyor bu kez

        Ruhi Sarı’nın başlangıçtaki her hayvanın bir şeyin çiftlemesiyle oluşmasını Laz kafasıyla yorumladığı kısım için tek yorum, ‘unutulmazlar arasına girebilecek bir fıkra/skeç’ olmalı. Ancak bundan artakalan zamanlarda ‘Çiçek Taksi’ ve ‘Kaygısızlar’ ile tanıdığımız Yılmaz Okumuş’un senaryo becerisinin fazla işlemediği çok açık. Özellikle araya giren skeçlerin bu noktada ya ‘yapma’ durması, ya da tamamına erdirilememesi ana soruna dönüşmüş.

        İlk filmdeki ‘silah sıkma Lazlığı’ meselesinin komikliğinin burada zorlama hale gelmesi, durup dururken karşıdan karşıya geçen bir Laz’ın polisle diyaloğunun öyküyle ilişkisinde ‘silinmiş sahne’ izlenimi yaratması veya Temel’in arkadaşlarıyla diyaloglarında yaşadıkları adına oluşan esprilerin çoğu bir ihtişam getirmiyor. Sadece Moskova’ya gidilen bölümlerdeki kültür farkları odağından yükselen görsel espriler, birazcık ‘kaba komedi’nin gereklerini açığa çıkarıyor. ‘Hamsi yiyip hızlanma’ meselesi bir tarafa Karadenizlilerle karşılaşma anlar da gülümsetiyor.

        Yan karakter ve yan öykü zaaflarından darbe yemiş

        Ama işin ilginç tarafı Kul, Sarı ve Kalyon’a “Sümela’nın Şifresi: Temel”de (2011) katkı yapan Zafer Ergin ve Ali Düşenkalkar’a benzer tebrübesini kanıtlamış oyuncuların burada ‘Sinan Bengier’ hariç inadına olmaması. Zira ilk filmin fazla erkek egemen dünyasına biraz ‘kadın’ katkısı yapıp gişeyi yükseltmek mi hedef, onu bilemeyeceğiz. Ancak Aslıhan Güner ve Duygu Şen’in her iki yanakları pespembe halleriyle, ‘polyannacı tiplemeler’de nasıl bir sorumluluk üstlendiklerini çözmek çok mümkün değil. Temel oraya, Dursun buraya misali sallanmaları filmin zaafları arasında, hatta feminist okumalarda da tartışmalara malzeme edilebilir. Bir çizgi film atmosferi olsa anlarız ama bu kadar kartonluk çok akıl karı değil.

        Daha da kötüsü “Moskova’nın Şifresi: Temel”in birinci halkadaki en zayıf özelliği olan ‘Rus mafyası’ yaratma düşüncesini baştan itibaren ön plana çıkarması. Bu durum futbol okumaları adına ‘Abramoviç’ göndermesine yarayan ‘Abromoviç’ adındaki mafya bireyine hakim rol veriyor. Ancak nihayetinde onun karakterinin yaşadığı yan öykü bile bitmiyor. Zaten o noktaya gelene kadar da ABD’nin Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği için biçtiği ‘ötekileştirme’ politikasından hallice duran bir ayrımcı yapaylaştırma görüyoruz.

        En zayıf yönlerini inadına öne çıkarması samimiyetini zedelemiş

        Uzun siyah peruğuyla dolaşan bu patlak gözlü ve aksanlı karakterin, İsmail Hakkı’nın beceriksizliğiyle kavranması bir tarafa, onun liderlerinin de aynı çiğlikte olması filmin plastik oranını arttırıyor. Bu da yan öykülerde ve olmayacak karakterlerde kaybolan, süresini de bu sebeple 102 dakikaya çeken bir kaba komedi (slapstick komedi) örneği sunuyor. Bayan karakterlerin gelişiyle oluşan ‘evlilik’ ve ‘düğün mizansenleri’ de bu durumu doldurup, iki ‘bitmemiş yan öykü’yü beraberinde getiriyor. Böylece ilk filmde en azından bir yerlere bağlayan ana akış, burada düz bir yol izlemek varken yanlış taraflara sapmış gibi duruyor.

        “Moskova’nın Şifresi: Temel” de büyük oranda ‘Temel ile Dursun fıkraları’ odağından Moskova seyahati ve futbol esprileri dışında ilk filmin eğlenceli algısını karşımıza çıkaramıyor. Zira en zayıf yönlerini inadına zorlayarak ana çatıdan, albenisi yüksek çekirdeğinden sapmaya çalışıyor. ‘Sinema filmi’ olarak anamayacağımız teknik kalite de böylece belli bölümlerde göze batar hale geliyor ve ‘samimi Yeşilçam komedisi’ bütününü tamamlama zorluğu çekiyor.

        FİLMİN NOTU: 3.4

        Künye:

        Moskova’nın Şifresi: Temel

        Yönetmen: Adem Kılıç

        Oyuncular: Alper Kul, Ruhi Sarı, Salih Kalyon, Aslıhan Güner, Duygu Şen, Çetin Altay

        Süre: 102 dk.

        Yapım yılı: 2012

        HOLLYWOOD AŞKIYLA OMUZ OMUZA

        Sinemada son 10 yılda yükselen stand-up komedyeni Gad Elmaleh’in vücut dili ve alaycılığıyla parlamaya çabalayan “Mutluluk Asla Yalnız Gelmez”, ne yazık ki bu ‘çapkın’ tiplemenin üzerine koyabilen bir romantik-komediye dönüşemiyor. Zira yönetmen James Huth’un popüler sinema dili konusunda bildiğimiz tonlama sorunları burada bir kez daha devreye giriyor. ‘Broadway ışıkları’na kadar uzanan ‘pamuk helvası’ tadında hikaye, 110 dakikalık süreyi kavrama becerisini gösteremiyor.

        Fransa’nın stand-up komedyenliğinden sinemaya giren ismi olarak bilinen Fas asıllı Gad Elmaleh, 10 senedir ülkede bir kitle dahi oluşturdu. Bu konuda “Coco”nun (2009) yönetmenliğini, senaristliğini ve oyunculuğunu üstlenmesini şaşkınlıkla karşılamak mümkün değil. Zira kendisi her türlü ayarsız ve sulu karakterde ya da komedinin alt türlerine ait eserde karşımıza çıkıyor artık.

        Gad Elmaleh tanımlı bir romantik-komedi

        Ancak Türk izleyicisi için ne kadar Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan kadar değerli olur orası tartışmalı. Vücut dili ile bir şeyleri halleden oyuncunun Faslı egzotizmiyle kavradıkları bize biraz ters. Bana kalırsa buralara da uğrayan “Gönül Çelen” (“Chouchou”, 2003), “Zengin Avcısı” (“Hors de Prix, 2006), “Dublör” (“La Doublure”, 2006) gibi eserlerde yeteneğini ve güldürme becerisini kanıtlamıştı. O örneklerde daha alt sınıftan karakterlerdeki ‘birey tanımları’yla da dikkat çekebilmişti.

        “Mutluluk Asla Yalnız Gelmez”de (“Un Bonheur N’Arrive Jamais Seul”, 2012) ise müzikal hayranı bir romantik-komedi çapkınını elinden geçiriyor. “Yağmurda Şarkı” (“Singin’ in the Rain”, 1951), “Batı Yakasının Hikayesi” (“West Side Story”, 1961), “Bırak Güneş İçeri Girsin” (“Hair”, 1978) ve “Casablanca”ya (1942) somut referanslarla yürüyen dünya da bir anlamda bu hayali merceğine alıyor. Hollywood ya da Broadway rüyasının dokusunu arka planında canlandırıyor.

        Ne gerçekçi ne masalsı durabilirken tempo sorunlarına gebe bırakılıyor

        Kırmızı arka plan renklerinin öne çıktığı rengarenk evren masalsı bir romantik-komedinin sözünü veriyor. Zira filmi Elmaleh’in iç sesiyle, “Amelie”vari (“Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain”, 2001) bir ‘türsel açılım’la deneyimliyoruz. Ancak o noktada “Hellphone” (2007) ve “Red Kit” (“Lucky Luke”, 2009) ile tanıdığımız James Huth’un popüler sinema anlatısındaki tonlama sorunları bir kez daha devreye giriyor. 110 dakikalık süre de bu sayede Fransız sanat filmlerinde hallice bir tonlamayla yüzleşiyor.

        Stéphane Le Parc’ın 1.85:1’deki dolgun sinematografisi, nedense bir yönetmenlik dili oluşturmak konusunda sınıfı geçemiyor. Patrice Leconte gibi biraz daha ağır tempolu hikaye anlatan o ülke uyruklu yönetmenin kurgucusu Joëlle Hache’ın işlevi adeta pamuk helvası tadındaki hikayeyi yiyip bitiriyor ve herhangi bir albenisi kalmadan finale ulaştırıyor gibi.

        Elmaleh’in içine girdiği durumlar onun skeç zekasından fışkırmış bir gülümsemeye yol açıyor zaman zaman. Ancak bunun ötesinde bu ‘cezasını bulup üç çocuklu kadına aşık olan çapkın’ meselesinin altı görsel anlamda doldurulamıyor. Alaycı duruş ne masalsı ne de gerçekçi bir romantik-komediye açılabiliyor. Aksine yönetmen Huth, sanki öykünün ambalajını koyup geri çekilerek uzaktan daha uzun duran planların tempo düşüklüğünü izliyormuş izlenimi yaratıyor.

        FİLMİN NOTU: 4

        Künye:

        Mutluluk Asla Yalnız Gelmez (Un Bonheur N’Arrive Jamais Seul)

        Yönetmen: James Huth

        Oyuncular: Gad Elmaleh, Sophie Marceau, Maurice Barthélémy, Julie-Anne Roth

        Süre: 110 dk.

        Yapım yılı: 2012

        ESKİMİŞ DEĞERLERE KORKU-KOMEDİ AYARI

        Eskiyen korku canavarlarından sıkılanlardan mısınız? O zaman “Otel Transilvanya”nın oturttuğu şablon tam size göre. Genndy Tartakovsky, bu demodeleşmeye yüz tutmuş Hollywood’un eski dönemine ait ötekileri, dinamik bir korku-komedi kalıbının içine sokuyor. Bu kaynaktan ise anti-kahraman odağından akan tersine bir ‘canavar-insan’ çatışması sunarken, tür füzyonunu Edgar Wright ve Jake West’de gördüğümüz gibi katmanlı ve dinamik hale getirme becerisini gösteriyor.

        “Şrek” (“Shrek”, 2001) sonrası ortaya çıkan ‘ötekiler’den ana karakter ya da kahraman yaratma düşüncesi aslında animasyon dünyasını fazlasıyla etkisi altına aldı. Bu süreçte çizgi film ya da kurmaca adına konuyla ilgili üretilmiş sayısız üründen bahsedebiliriz. “Otel Transilvanya” (“Hotel Transylvania”, 2012) ise korku-komedi alanından buna bir örnek çıkarma sevdasına kapılıyor.

        Gotik mimarili korkunun bütün geleneklerini altüst ediyor

        Rus yönetmen Genndy Tartakovsky’nin katkısını da arkasına alıp, bunu büyük oranda zekası ve dinamizmiyle beceriyor. 2015 için şimdiden tasarlanan devam filmi de tesadüf değil. Zira Sony Pictures Animation’ın yükselen teknikleri, biraz ‘patates burunlu’ izlenimi yaratan insan benliklerine karşın burada ‘korku kötüleri’ne ya da ‘canavarlar’a yakışıyor. Karşımıza da Jake West ve Edgar Wright gibi son dönemde genelde korkunun alt türleri ile komediyi birleştirirken ‘görsel malzeme’den ve tempodan güç alan yönetmenlerin işlerini getiriyor.

        “Otel Transilvanya”, insanlara karşı savaş açan Kont Dracula’nın hikayesini ele alırken, onun ‘canavarlar’ için kurduğu otelin üzerine yoğunlaşıyor. Bunu yaparken mumya, görünmez adam, frankenstein, kurt adam, gremlin, sinek ve zombilerin Quasimodo gibi çizgi film ötekileriyle sarılmasını umursamadan gerçek anlamda gotik mimarili aristokrasi evinin işlevlerini tersine çeviriyor. Vampir filmlerindeki ‘iyi insan’ ile ‘kötü vampir’ mücadelesini devre dışı bırakırken Mel Brooks’un “Young Frankenstein”da (1974) yaptığına benzer bir süreç başlatıyor.

        Eski canavarlar artık korkutma becerisini yitirdi

        Bununla kalmayan eserin korkunun bu 1930’larda popüler duran ötekilerinin artık korkutma yetisini kaybettiğinden bahsetmesi önemli. Eski canavarları yeni jenerasyonun gözüyle adeta bir ameliyata tabi tuttuğu söylenebilir. Bazısı günümüzde aksiyon kahramanına dönüşen bu prototipler, bir anlamda retro bir ruhla sarılıp mizah malzemesi haline getiriliyor. Bu yaklaşım; özgüven, usturuplu duruş ve eğlence kat sayısı git gide artan bir animasyon tabanını inşa ediyor. Büyük oranda da karanlıklardan yükselen, Pamuk Prenses şatosunu andıran Transilvanya Oteli, ‘Drag’ olarak kısaltılan Kont Dracula’nın izinde ilerleyerek adımlarını belirliyor.

        Animasyon, 19. yüzyılın sonundaki Sanayi Devrimi arifesinden günümüze uzanan günümüz arasında yaklaşık 100 yılı atlamasıyla da bir anlamda haddini bilerek hareket ediyor. Vampirlerin güneş ışığına karşı duyarlılığı, frankensteinın parçalardan yapılması başta olmak üzere bütün canavarları ti’ye alırken, kimilerinden de yaratıcı espri yumağı yaratarak iz bırakıyor. Başlı başına otel fikrinin üzerine gidip keyfini sürerek ise bir anlamda bu duruşu daha katmanlı hale getiriyor. “Perili Köşk” (“The Haunted Mansion”, 2003) gibi perili ev filmi parodilerinin kurmaca duraklarındaki sakillikten ise özellikle uzak duruyor.

        Sinema tarihine emanet edilen miras niteliğinde öğeler

        Bunun da sebebi filmin dinamik bir şekilde sahneden sahneye atlarken bir ‘lunapark treni’ hızında hareket edip interaktif dünyayı yakalaması... Bu da Amerikalıların deyimiyle ‘roller coaster ride’ kavramını akla getiriyor. Elbette gölgelerden, duyusal güçlerden, kaba kuvvet ve daha nicesinden alınanların, ‘zıtlaşma’ mizahıyla bingo ve sessiz sinema gibi oyunlarda yakaladığı mizansenler görülmeye değer!

        Lafın özü fenomene dönüşmesi beklenebilecek bir animasyon fikri, yönetmeninin zekasıyla yükseliyor. Tartakovsky’yi, karakterleri, hikaye yapısını ve esprileri, sinema tarihinine miras bırakıyor. “Otel Transilvanya”, en kısa tanımıyla “Canavarlar Yaratıklara Karşı” (“Monsters Vs. Aliens”, 2009) ile “Gezegen 51”de (“Planet 51”, 2009) uzaylı istilası filmine ve bilimkurgu kötülerine yapılanları bir başka ‘oyuncaklı/postmodern yapı’ dahilinde ‘korku’ portföyü üzerinden karşımıza çıkarıyor.

        FİLMİN NOTU: 7

        Künye:

        Otel Transylvania (Hotel Transylvania)

        Yönetmen: Genndy Tartakovsky

        Seslendirenler: Adam Sandler, Andy Shamberg, Kevin James, Selena Gomez, Steve Buscemi, Molly Shannon

        Süre: 91 dk.

        Yapım Yılı: 2012

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti – Bölüm 2 (The Twilight Saga: Breaking Dawn – Part 2): 7

        Araf: 7

        Asteriks ve Oburiks: Gizli Görevde (Astérix et Obélix: Au Service de Sa Majesté): 3

        Aşk Yeniden (Hope Springs): 5.7

        Aşkın Ömrü Üç Yıldır (L’Amour Dure Trois Ans): 6.1

        Ayı Teddy (Ted): 6

        Babamın Sesi: 5.5

        Başka Bir Kadın (La Vie d’Une Autre): 4.5

        Bulut Atlası (Cloud Atlas): 8.5

        Cennetteki Çöplük: 2.5

        Cesur (Brave): 6.6

        Çanakkale 1915: 4.5

        Çanakkale Çocukları: 3.6

        Dağ: 4.8

        Elena: 6.7

        Evim Sensin: 0.9

        Frankenweenie: 6.5

        Gergedan Mevsimi (Fasle Kargadan): 7.5

        Geriye Kalan: 5.7

        Gölgede Dans (Shadow Dancer): 5.8

        Gözetleme Kulesi: 3.8

        Hayalimdeki Aşk (Ruby Sparks): 6.5

        İlk ve Son Aşkım (Seeking a Friend for the End of the World): 4.6

        Katil Joe (Killer Joe): 3.5

        Mükemmel Plan (Friends with Kids): 5.5

        N’Apcaz Şimdi?: 2.4

        Oğlum Bak Git: 2.5

        Paranormal Activity 4: 1.2

        Paranorman: 4.5

        Roma’ya Sevgilerle (To Rome with Love): 4

        Ruh (The Pact): 5.5

        Sadakatsizler (Les Infidèles): 4.5

        Skyfall: 4.5

        Striptiz Kulübü (Magic Mike): 7

        Şimdi Gel de Gör Beni (Lola Versus): 4.9

        Takip: İstanbul (Taken 2): 1.7

        Tehlikeli Takip (End of Watch): 4

        Tetikçiler (Looper): 8.4

        The Master: 7.5

        Uzun Hikaye: 5.4

        Yargıç Dredd (Dredd): 5.8

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar