Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        7 ARALIK FİLMLERİ

        Günümüzde bütün uçak kazalarının 11 Eylül saldırılarını hatırlattığı şüphesiz. “Uçuş” da o ‘referans’ı arkasına ‘alegorik’ bir süreç adına alırken, buradan Afro-Amerikan bir pilotun yaptığı kazaya odaklanıyor. Ancak bunu ‘dini bir dram’ ile anmayı uygun bulup Hıristiyanlık kutsamasına dönüşüyor. Bu da günahlarından arınmak için ahlakçı tokatları üst üste yiyen ‘kötü bir adam’ın ehlileştirilme hikayesini devreye sokuyor. 12 senedir kurmacadan uzak kalan Robert Zemeckis, “Geleceğe Dönüş”, “Masum Sanık Roger Rabbit” ve “Beowulf” gibi kalıcı eserlerini aratsa da burada ‘Hollywood’un orta damarı’ndan yükselen yönetmenlik kimliğini yetkin bir şekilde sergiliyor. Ancak basit türükler, muhafazakar yaklaşım, ahlakçı düzenek ve didaktik diyaloglardan beslenen dramatik yapı, namuslu siyah peygamber arayışına ve bir dini propaganda filmine malzeme olmaktan kurtulamıyor. Buradaki iz bırakan performansıyla Oscar adaylığı alması da beklenen Denzel Washington’ın ‘karakter yaratma’ becerisine karşın “Uçuş”un, ‘kutsal-temiz varlık’ yaratmak için ürettiği ‘mucize çözüm’ ideolojik açıdan sorunlu.

        Robert Zemeckis deyince akla ilk olarak teknolojik yenilikler gelir. Bu konuda yönetmenin James Cameron ile aynı kategoride anılması, daha ziyade de onun ‘daha düşük bütçeli’ projeler şubesi olarak görülmesi mümkündür. ‘Geleceğe Dönüş’ (‘Back to the Future’) serisinin türsel devrimi bir tarafa ‘Roger Rabbit’ ve ‘Kutup Ekspresi’ (‘The Polar Express’) markaları live action-animasyon kırması filmler ve hareket yakalama (motion capture) teknolojisi adına önemli adımlar atmıştır. Yeni Hollywood döneminde devreye giren yönetmenin katıksız bir ‘klasik Amerikan sineması’ temsilcisi olduğu ise tartışmasızdır. “Forrest Gump”ı (1994), “Mesaj”ı (“Contact”, 1997) ya da “Yeni Hayat”ı (“Cast Away”, 2000) incelediğinizde bu durumu net bir şekilde idrak edebilirsiniz.

        Robert Zemeckis’in işçiliği yerli yerinde duruyor

        Yönetmenin animasyon alanıyla uğraştığı için 12 senedir uzak kaldığı kurmaca diyarlarına dönüşü ise “Sonuna Kadar” (“Hard Ball”, 2001), “Koç Karter” (“Coach Carter”, 2005), “Hayalperest” (“Dreamer: Inspired by a True Story”, 2005) ve “Çelik Yumruklar” (“Real Steel”, 2011) gibi didaktik sözlerle ve beylik mesajlarla ilerleyen başarı hikayelerinin senaristi John Gatins’in senaryosuyla gerçekleşiyor. Aslında esas sıkıntı bu noktada başlıyor. Zira teknik ekibini neredeyse hiç bozmayan Zemeckis’in doğal renklerin buhran hallerini portreleme inceciliği, pastel renkleri ise zaman zaman öne çıkarması bir omurga getiriyor beraberinde. Açılış sekansından itibaren tepeden tırnağa iyi işlenmiş bir görsel yapı görebiliyoruz.

        Tempoyu çok yüksek tutmayan yönetmenin, girişteki vinç veya steadicamle çekilmiş genel planın arasına detay planları ya da orta planları zekice serpiştirmesi ya da Washington’ın uyuşturucu almış/alkollü haliyle yarı mutlu görünümünü müziklerle sarması bir ‘imza’ getiriyor. Mavi ile beyaz tonlar arasındaki sinematografi de büyük oranda karakterin ve olayın ruh halini, adalet, vicdan, psikoloji gibi kavramlar odağından kavrayabiliyor. Ölçek ve kadraj tercihleri de sinemaskopta bir sinemasal anlatının sözünü veriyor.

        Siyahi İsa’nın uçuşu diyebilir miyiz?

        Ancak işin püf noktası “Uçuş”un (“Flight”, 2012) ‘senaryo’ emellerinde kopuyor diyebiliriz. Bir dini propaganda gibi kokan hikaye yapısının uçağın düştüğü ana kadarki ya da ondan sonraki bölümlerde yaptıkları da çok planlı gözüküyor. Özellikle alkolik, küstah, narsist, uyuşturucu ve seks bağımlısı Whip Whitaker’ın kendini arındırması için devreye sokulan ‘ahlakçı tokat’ ya da ‘kiliseci baskı’ gözden kaçırılır gibi değil. Zaten uçak kazasında çok hasar verilmemesini sağlayan gücün ‘uçağın düştüğü arazideki kilisenin rahipleri/rahibeleri’nin ‘ruhani kuvvetleri’ olduğu gerçeği saklanmıyor.

        Bunun ötesinde karakterin pilot olarak memuriyetini göstermeden hikayeye sokulması ile alkolik, uyuşturucu ve seks bağımlısı prototipine verilen ‘ahlak dersi’ de bir anlamda uçak kazası ile yer değiştiriyor. O zamandan sonra bir ‘ilerleme’ kaydeden ve tek kadınla beraber olan Whip’in sonda verdiği karar da sanki ‘yeni peygamberin, siyahi İsa’nın uçuşu tamamlandı’ görüşünü tamamlamak için yerleştirilmiş gibi duruyor.

        Denzel Washington ve John Goodman filmin can simidi olmuş

        Bunun bir özdeşleştirmeyle yapılıp Obama’nın öne çıktığı bir dönemde devreye sokulması da çok manidar. Böylece “Yedi Yaşam” (“Seven Pounds”, 2008), “Tanrının Kitabı” (“The Book of Eli”, 2010) ve “Suretler”de (“Surrogates”, 2009) gördüğümüz ‘siyahi peygamber’ yaratma arzusu bir kez daha tekrarlanıyor. Bu ahlakçı tokatları çok iyi idrak eden Whip’in yaptıkları da, küstahlıktan sağduyuya iyi niyete geçiş ivmesinde son derece değişkenden ziyade bayat ve inişleri çıkışları net bir karakter tasvirine transfer oluyor.

        Washington’ın yaşadığı dönüşüm adına ve uyuşturucu-alkollü yüz ifadesindeki denge sayesinde gayet iyi bir karakter oyuncusu olduğu kesin. Bu durum filmi biraz inandırıcı kılıp John Goodman’ın ‘uyuşturucu aşılama’ işleviyle birlikte keyifli bir dinamizm de getiriyor. Peki ama açılıştaki Nadine Velazquez’i belki de Hollywood’da yükseltecek ultra erotik görünümün ardından gelen teolojik metinlerin, üstelik 11 Eylül saldırısına benzer bir alegorik açılımla canlanmasını anlamak mümkün mü?

        Uçak kazasını doğru kullanan filmler aranıyor

        Zemeckis belli ki her şeyin dinin katkısıyla çözülmesi gerektiğini, kötü yola düşen bütün insanların da evlenip çoluk çocuk sahibi olmasıyla birlikte düzen içine gireceğimizi söylemek istiyor. Whip’in karşısına çıkan gazi yolcuların sürekli ‘dua edelim geçer’ gibisinden laflar etmesi de bir tebessümü zihnimizden geçiriyor. Bu didaktik sözler bütün filmi etkisi altına alırken adeta bu karakterin yaşadığı vicdan muhasebesini Sidney Lumet gibi mesafeli bir yaklaşımla çözebilecek bir yönetmen arayışına sokuyor bizleri.

        Böylece Zemeckis’in bu konuda popüler müziklerden potpuri sunan soundtrack’inin de fazla geldiği ortaya çıkıyor. Zaten “Uçuş”un “Lost Horizon” (1938), “A Matter of Life and Death” (1946) gibi bir pilotun ölüp yeniden hayata dönmesini ele alan ‘fantastik’ soslu hikayelere ya da “Yeni Hayat” ve “Altı Gün Yedi Gece” (“Six Days Seven Nights”, 1998) gibi yabancılaşmış macera güncellemelerine tutunmaması zararına olmuş. Böylece son derece ‘anti’ hale getirilen karakterin ‘ahlakçı’ bir tokata tabi tutulup ‘tanrıbilimsel’ bir sürece sokulması kolaylaştırılıyor.

        Sağcı ve muhafazakar bir ideolojik görüş geleneksel damarı esir alıyor

        O örneklerdeki ‘Tanrı’nın ya da ‘yukarı’nın yerine konulan fantastik dokunuş ve genel politik konjonktürden uzak kalma durumu canlanamıyor bile. Aksine bu ideolojik tehlike inadına Tarkovsky’vari bir mistik yolculuğa, eğlenceli bir portreye ya da siyasi olaylara karşı gelen bir duruşa malzeme edilmiyor. Böylece teolojik yaklaşım, bir anlamda ‘İsa’nın ya da ‘kutsal varlık’ın tanımını yapar hale getiriyor Zemeckis’i. Bu kutsama da kolay anlatıyı ve geleneksel damarı son derece olağan bir aydınlanmanın yamacına yerleştiriyor. ‘Uçuş’ meselesi bir anlamda bu bütün günahlarından arınarak aklanmaya çalışan alkolik karakterin kafasına şişeleri vurmayla gerçekleşiyor.

        Halbuki ‘uçak’ motifinin ‘geleneksel-milliyetçi pilot’un ötesinde bir 70’ler karakterine tutunmuşken böylesi bir yöne 138 dakikalık süreyi de kullanıp açılması akıl karı değil. Filmin kendini çok ciddiye alıp bir ‘fantastik-komedi’, ‘fantastik-dram’ ya da ‘fantastik-aşk filmi’ne dönüşmemesi bu noktada virajları iyi almamasını, ‘drama’ kategorisine sıkışmasına yol açıyor. Her anını bildiğimiz bir olay örgüsü böylece ‘sorgulama’ya kadar uzanıyor. Zemeckis’in Washington ile ilişkisi adına Hanks ile “Forrest Gump”takine benzer bir etkileşim yükseliyor. Ancak oradaki mizah-dram arasındaki ince çizginin çekiciliği ortadan bir ‘Tanrı kılıcı’ ile kesiliyor. Bu da sağcı ve muhafazakar bir düşünce yapısını devreye sokuyor.

        FİLMİN NOTU: 4.9

        Künye:

        Uçuş (Flight)

        Yönetmen: Robert Zemeckis

        Oyuncular: Denzel Washington, Kelly Reilly, Don Cheadle, Nadine Velasquez, John Goodman, Bruce Greenwood

        Süre: 138 dk.

        Yapım yılı: 2012

        ATIF YILMAZ BEDENLİ DİNCİ INARRITU DRAMASI

        F tipi cezaevlerindeki ölüm oruçlarını ele alırken bunu Alejandro González Iñárritu’nun kesişen hayatlar karakter dramasına uydurmaya çabalayan “Açlığa Doymak”, aslında aşırılıkları yorumlama planıyla ilgiye değer. Ancak bunu görüntü yönetmeni dışında profesyonellikle kavrayamaması Zübeyr Şaşmaz’ın genzindeki Atıf Yılmaz gerçeğinin ‘çiğ’ görünümünü açığa çıkarmasına yaramış. Bu Yeşilçam ruhlu tutarsızlıkların karakterlere de sinmesi bir tarafa, ölüm oruçlarının dini aydınlanma/halvet ile halledilebileceğini ya da eylem yapanların gerçekten suçlu olduğunu anlatmak ne kadar akıl karı peki? Elbette bir siyasi görüş varsa onun inkar edilmemesine şaşırmıyoruz. Ancak bu durum F tipi cezaevlerinde yapılanları ve şiddeti ‘melodramatik’ ve ‘istismara kayan’ bir damarla onaylamaya yarıyor.

        Son dönemde gündem olan ölüm oruçlarını ele almak için iktidar ile ilişkiyi de F tipi zulmün katmanlarını da bilmek gerekli. Böylesi bir hassas meseleye yaklaşmak için araya bambaşka temalar ya da uzamlar katmak ise çok kolay değil. Zübeyr Şaşmaz ise burada ideolojik açıdan sıkıntılı bir süreçle ilerlerken “Muro: Nalet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine” (2008) ile “Kurtlar Vadisi: Filistin”in (2011) militarist ve faşist hallerini de hatırlatan bir gözleme imza atıyor.

        Sinematografi ve prodüksiyon kalitesi iyi

        Aslında Goran Mecava’nın görüntü yönetmenliğinin gri-siyah renk tonları arasından belirlediği palet son derece buhran bir ruh halinin tanımını yapıyor. Buna prodüksiyon kalitesi de 2.35:1’de destek vermiş. Ancak yönetmenin Alejandro González Iñárritu’nun bir olayla yolları kesişen insanların hayatlarını ele alırken dramatik sancıların da dengesini belirleme noktasında tıkandığı söylenebilir. Zira buradaki ‘kilo aldırma’, ‘ölüm orucu’ ve ‘halvete girip erme’ gibi birbiriyle karşılaştırılan meseleler proje açısından bir açılım sağlıyor.

        Ancak esas sıkıntı yönetmenin bu el kamerası/sallanan kamera odaklı anlatıyı iyi işlemesine karşın kurgucudan hiçbir şey almadan sıçramalı kurgu girişlerini unutup karakterleri oyuncu yönetimiyle kavramamasında kopmuş. Mizaç olarak Anne Hathaway’i andıran Hazal Ergüçlü dışındaki isimler başta Mete Horozoğlu’nun çizgi film karakteri kıvamındaki saçı, makyajı ve aydın halleri olmak üzere hiç de inandırıcı değil. Bu durumun ötesinde ideolojik sıkıntılar nasıl 130 dakikaya ulaştığını anlamaktan ziyade ‘kurgu hakimiyetsizliği’ne bağladığımız süreci aydınlatmaya yarıyor.

        Ölüm oruçlarının dini aydınlanmayla çözüleceğini salık veriyor

        Durup dururken okulda haksız yere durdurulup hapse atılan ancak bunu ‘komünist bir eylem’ olarak algılayan karakterlerden birinin, yaptığı kundaklama girişiminde yara alan Horozoğlu’nun tavrı din ile barışmak mı olmalı peki? Eğer AKP hükümetinin uzlaşmacı gözüken siyasi görüşünde olursanız gayet normal. Zira “Açlığa Doymak”ın (2012) hedefi ölüm oruçlarını yapan eylemcilerin gerçekten ‘kötü insanlar’ olduğunu yansıtmak bir tarafa, bunun devamında da dini aydınlanma ile şiddet üretip bu durumu sorgulamanın da gerekliliğine dikkat çekmek.

        Bu yaklaşım ideolojik tabanı arızaya uğratıp cezaevlerindeki bu hazin tabloyu “Simurg”un (2011) hassasiyetine kavuşturmazken filmi de ‘sömürü/aşırılık’ sinemasına kadar götürüyor. Zayıflamış yara bere içinde bedenlerin yakın planıyla açılan sürecin devamında kilo alma adına gösterilen ameliyat sahnesinin kör kör parmağım gözüne kadrajlarla melodram aşılamaya kimsenin hakkı yok.

        Iñárritu modeli ve Güney Kore aşırılıklarını kullanırken genzine Atıf Yılmaz kaçmış

        Bu durum da örüm oruçlarının serinkanlı ele alınmasını engelleyip AKP uyruklu yaklaşımı sömürüye kaydırıyor. Şaşmaz’ın Güney Kore filmlerindeki şiddeti hassas bir meseleye sızdırmasına yarıyor. Adeta kolayca yıkılabilecek tabularla uğraşmak isterken politik söyleminin yaralanmasını sağlıyor. Sağcı yaklaşımının köklerinden doğup ‘dincilik’ yapmasına yol açıyor.

        “Açlığa Doymak” da hem tonlama hem ideolojik açıdan sorunları olan, üstelik bunları da bağıra bağıra yapan bir film. Esas sıkıntı da bu sükunetten bihaber bakış açısnda kopuyor zaten. Ölüm oruçlarını umursamadan ‘estetik cerrahi’yle kilosuyla oynanıp gözlerinin rengi ela olan karakterler ya da ilk eylem sonrası makyaj efektlerinde Atıf Yılmaz duygusu sezdiğimiz tiplemelere ne demeli peki?

        Yönetmene belli ki Iñárritu’nun modeli ‘21 kilo’ fazla gelmiş. Filmin genzine de Atıf Yılmaz ve Yeşilçam duygusu kaçmış. Devamlılık hataları ve karaktersizlik de sanki 2.35:1’in içinde yalnızlaşan karakterlerin daha da boğulup kendini anlatamamasını sağlıyor. Ancak burada son derece üç koldan yürüyen ‘grev’ ya da ‘kendinden fedakarlık etme’ gibi bir ortak yoruma estetik cerrahi, din ve eylem üzerinden yaklaşan bir omurga varken, bunun yıkılması hiç de doğru değil. Şaşmaz’ın da esas sıkıntısı zaten Atıf Yılmaz duygusu ile sağcı yaklaşımı paralel olarak açığa çıkarması olmuş.

        FİLMİN NOTU: 3.5

        Künye:

        Açlığa Doymak

        Yönetmen: Zübeyr Şaşmaz

        Oyuncular: Mete Horozoğlu, Hazal Güçlüer, Didem Balçın, Ali Sürmeli, Hakan Boyav

        Süre: 130 dk.

        Yapım Yılı: 2012

        SKEÇLERE BEL BAĞLAYAN GÖRÜNTÜ EROZYONU

        2010’da 250.000 civarı bir kitleye ulaştığı için devam filmi çekilmesi farz olan “Çakallarla Dans”, Murat Şeker’in ‘Yeşilçam komedisi hayranlığı’nı bir kez daha vurguluyor. Ancak prodüksiyon kalitesini yükseltirken görsel yapının yaşadığı iç huzursuzluğun, skeç orantısızlığına ve ölçüsüz komediye fazlaca alan açıp ‘görüntü erozyonu’na sebebiyet verdiği şüphesiz. Bu da “Çakallarla Dans 2: Hastasıyız Dede”yi baş ağrısı ile tamamlarken, kendi şovlarını yapmak için debelenen dört başrol oyuncusuna saygı duymamızı sağlıyor.

        İlk filmde hapishanede bıraktığımız Kayinço Gökhan, Del Piero Hikmet, Muhasebeci Servet ve Köfte Necmi, bu sefer serüvenlerini ‘futbol çetecilik’iyle tamamına erdirmezler. Aksine oradan şartlı tahliye olma adına deneklik yaparlar. Bu durum onların haplanmasına yol açınca ise şapşallıklar, yanlış anlaşılmalar ve halüsinasyonlar peşi sıra birbirini izler. TV ve sosyal medya eleştirisini odağına alan bir ‘yapma rehine krizi’ de ana çerçeveyi oluşturur. Yönetmen Murat Şeker, bu noktada bir ‘ölçü’ belirlemeden her şeyi hassasiyetle içeriye dahil edecektir...

        İç huzursuzlukla ayarı kaçan bir komedi

        “Çakallarla Dans” (2010) için söylediğimiz görüntü yönetmeni Murat Tuncel ile modern kurgucu Levent Çelebi’nin katkısıyla gerçekleşenler serinin ikinci filminde de ‘ne hikmetse’ tekrarlanıyor. Lafın özü “Çakallarla Dans 2: Hastasıyız Dede”de (2012) Cem Karaca şarkılarının hiçbir uyum düşünmeden volüm yükselttiği, montaj sekansların inadına tersine bağlandığı, görüntü yönetiminin de yapaylık aşılama adına sınırları zorladığı süreç ‘prodüksiyon kalitesi’ adı altında birleşiyor.

        Böylece “Aşk Tutulması” (2008) ve “Aşk Geliyorum Demez” (2009) ile ‘saf Yeşilçam duygusu’ndaki samimi sinemasızlık burada ‘sinema yapmaya çalışırken planları bağlayamama’ ile yer değiştiriyor. Görsel yapının iç huzursuzluğu da gerçek anlamda bu ölçüsüz komedinin ‘ayarı’nın kaçmasına sebep oluyor.

        Yetenekli oyuncular kendilerini paralamakla kalıyor

        Belli ki Şevket Çoruh, Timur Acar, Murat Akkoyunlu ve İlker Ayrık’a Şeker, yüksek bir alan açmış. Onları ‘karikatürize tipler’e dönüştürüp geri çekilmiş. Bu küfürbaz, erkek egemen kültüre hitap eden ve futbol seven mahalle çocuklarının da büyük oranda kendilerini paraladığı süreç ya da ‘skeçler bütünü’ bu püf noktasından yükseliyor. “Çakallarla Dans 2: Hastasıyız Dede”nin en büyük sorunu ise ilk filmdeki ‘futbol’ kısmını büyük oranda kesip dışarıya çıkarması ve halüsinatif öğeleri ‘tek kişilik şov’ bünyesinde bir toplama kavuşturma sevdasını daha da abartması.

        Bu durum yan karakter eklemelerindeki ‘şanlı isimler’le de bir çiğliği beraberinde getirirken, ‘ekip komedisi’ adına hiç de ölçülü ve iyi yazılmış şeyler izlemiyoruz. Espri adına birkaç diyalog gülümsetirken, oyuncuların Didem Balçın da dahil olmak üzere kendilerini paralayıp abartılı mizahı tutturmak için her şeyi yaptıkları ve yönetmeni adeta yerinden ettikleri söylenebilir. Ancak burada Yeşilçam dolgusundan bir Kemal Sunal-Halit Akçatepe-Metin Akpınar-Zeki Alasya birlikteliği yok. Zira bu kaba komedi o kadar dibe vurmuş ki ‘kültürel’ aygıtları da mahalleli kafasını da doyurmuyor. Anlayacağınız en azından Şahan Gökbakar, Yılmaz Erdoğan gibi isimlerin skeçlerinden yükselen bir hikaye, bir motivasyon ve bir öze bağlılık varken burada o da mevcut değil.

        FİLMİN NOTU: 2.5

        Künye:

        Çakallarla Dans 2: Hastasıyız Dede

        Yönetmen: Murat Şeker

        Oyuncular: Şevket Çoruh, Murat Akkoyunlu, Timur Acar, İlker Ayrık, Didem Balçın, Doğa Rutkay, Ömür Gedik

        Süre: 97 dk.

        Yapım Yılı: 2012

        ÜÇ PARÇALI EDEBİ YAŞAM

        Sinema tarihinde bir roman yazarının gözünden yaratıcılık dönemi sancılarına, varoluş sorunlarına ya da bir edebi eserin içinde yaşananlara bakış atan filmler üretilmiştir. “Çalıntı Hayat” da bunların hangisine tutunacağına karar veremeden bir ‘ezber bozma’ arzusuna tutulmuş gibi görünüyor. İlk kez yönetmenlik koltuğuna oturan Klugman-Sternthal ikilisi ise büyük oranda kurgu ve sinematografi boşluğu içerip görsel anlamda ‘hiçlik’ duygusu uyandıran bir eserle çıkageliyor. “Çalıntı Hayat”, bunu üç yazarın hayatlarını parçalı bir anlatıyla yorumlayarak bertaraf etmek isterken ‘sinema diyalogtan ibarettir’ yanılsamasına kapılıyor ve ‘edebi metin’ sunmanın ötesine geçemiyor.

        Brian Klugman-Lee Sternthal ikilisinin edebiyatla haşır neşir bir senarist ekibi olduğuna şüphe yok. Bu konuda tartışmaya girmek bile abesle iştigalden öteye gitmez. Hatta üç yazar hikayesini iç içe geçirerek ‘roman yazarının yaratıcılık sancıları’nı, ‘yazarın varoluş sorunları’nı ya da ‘bir edebi eserin dünyası’nı halihazırdaki yapıtın omurgasına yerleştirmeleri de sürpriz değil. Kitapların isimlerine son derece edebi adlar koymak ikincil hedefleri olurken, başarılı ve yetenekli oyuncularla kadroyu doldurmak da bunun yamacına yerleşiyor.

        Ezber bozma düşüncesi yönetmenliğe ve oyunculuklara takılıyor

        “Çalıntı Hayat” (“The Words”, 2012) da büyük oranda roman yazarını merkeze yerleştiren, ‘yaratıcılık dönemi krizi filmi’, ‘bir yazarın sorunları’ ya da ‘edebi eserin dünyası’ formüllerinde ezber bozma düşüncesiyle yola çıkıyor. Ancak yapma kafa karıştırma numaralarıyla bunun iddiasını bir kenara bırakıyor gibi. Tamamen ana karakterin zihninde geçen hikayeyi üç parçalı hale getirip hangisinin hangisinden çaldığının tartışmasını yapıyor. Bu parçalı anlatının gittiği noktalar doğru bir ‘dramatizasyon’la çözümlenmese ya da ‘epizodik’ bir ambalaja kayıp anlam kazanmasa da ‘hedef’iyle bir duygu geçiriyor.

        Ancak bunun ötesinde bir sinemasal yeti ya da görsel yapı tutarlılığı görmek zor. Bir süre sonra orta plan ve göğüs planları abartan yönetmenlik, sanki sinemanın bu yönünü umursamaz bir çizgi belirliyor. Bu da filmin gizemini dahi devre dışı bırakırken, bu konuda karton yollara, işlenmemiş renklere ve TV dekupajına mahkum ediyor. Oyuncuların birbiriyle etkileşim sıkıntısında özellikle Olivia Wilde’ın ‘turist’, Zoe Saldana’nın ‘ruhsuz’ ya da Jeremy Irons’ın ‘karikatürize’ halleri ise rahatsız ediyor.

        Bir dart oyununun hedef tahtasında yeriniz hazır!

        Böylesi filmlerde genelde ‘yaratıcılık dönemi krizi filmi’ formülünden ‘gerilim’ ve ‘gizem’ duygusunu, Federico Fellini, Alain Corneau, David Cronenberg ve Coen Kardeşler gibi yönetmenlerin yakaladığını bildiğimizden “Çalıntı Hayat”ta da benzer bir süreç bekliyoruz. Fakat onların hedefi daha ‘The Words’ (‘kelimeler’) adlı eserin içinde olup biten karmaşaya, çok katmanlılığa ve varoluş sorunlarına odaklanmak gibi. Bu da bir edebiyat yazarının güncelerini ve edebi eserin dünyasını yaratıcılık dönemi krizinin önüne yerleştiriyor ve “Pulp” (1972), “Harika Çocuklar” (“Wonder Boys”, 2000), “Benden Bu Kadar” (“As Good as It Gets”, 1997) benzeri bir dramatik yapıyı hakim hale getiriyor.

        Zaten Kulgman-Sternthal ikilisi senaryodaki nokta atışı diyaloglara ve repliklere uygun bir kitleyi hedefliyor. Belli formüllerin peşinde koşan bir sinema eseri üretmeyi asla istemiyor. Tüm bunlar filmi izlerken adeta bir ‘dart oyunu’nun hedef tahtasında olduğumuzu hissetmemizi sağlıyor. Kurgunun ‘hareketten kesme’ ve ‘erime’ dinginliğinden ziyade kareleri bağlanmaya üşendiği duygusunu uyandırdığı, tempo yapmanın da bir TV sakilliğine kadar uzandığı görsel yapı, renk paletinin doğallığına ya da beyazlığına bunu da ekliyor. Böylece açı-ölçek tercihleri ile kurgu birbirine yapay bir şekilde bağlanıp yönetmenlik adına bir şey vermeyen ama senarist kimliğiyle vurgulamaya açık noktaları olan bir ikiliyi armağan ediyor sinemaya.

        “Çalıntı Hayat” da büyük oranda intihal, roman yazarının eserine bağlılığı, yaratıcılık sancısı gibi konuları bozmak isterken hiç ele alamadan ‘her hikayeye bir yaratıcı, bir sevgili, bir de çalma hikayesi koyalım’ basmakalıplığı, başıboşluğu ya da dağınıklığıyla anılacak. Gizem yaratmayla psikolojik dünya inşa etmeyi karıştırmasıyla akıllarda yer edecek. Büyük oranda da Dennis Quaid’in anlatıcısındaki çakma hali ve bitikliğiyle hatırlanacak.

        FİLMİN NOTU: 4

        Künye:

        Çalıntı Hayat (The Words)

        Yönetmen: Brian Klugman, Lee Sternthal

        Oyuncular: Bradley Cooper, Dennis Quaid, Ben Barnes, Zoe Saldana, Olivia Wilde, Jeremy Irons

        Süre: 97 dk.

        Yapım Yılı: 2012

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti – Bölüm 2 (The Twilight Saga: Breaking Dawn – Part 2): 7

        Asteriks ve Oburiks: Gizli Görevde (Astérix et Obélix: Au Service de Sa Majesté): 3

        Aşk Yeniden (Hope Springs): 5.7

        Aşkın Ömrü Üç Yıldır (L’Amour Dure Trois Ans): 6.1

        Babamın Sesi: 5.5

        Başka Bir Kadın (La Vie d’Une Autre): 4.5

        Bulut Atlası (Cloud Atlas): 8.5

        Cennetteki Çöplük: 2.5

        Çanakkale 1915: 4.5

        Çanakkale Çocukları: 3.6

        Dağ: 4.8

        Elena: 6.7

        Evim Sensin: 0.9

        Evrenin Askerleri: İntikam Günü (Universal Soldier: Day of Reckoning): 1.8

        Frankenweenie: 6.5

        Gergedan Mevsimi (Fasle Kargadan): 7.5

        Geriye Kalan: 5.7

        Gölgede Dans (Shadow Dancer): 5.8

        Görünmeyenler: 3.5

        Gözetleme Kulesi: 3.8

        Havana’da 7 Gün (7 Dias en La Habana): 5.8

        Hayalimdeki Aşk (Ruby Sparks): 6.5

        Katil Joe (Killer Joe): 3.5

        Moskova’nın Şifresi: Temel: 3.4

        Mutluluk Asla Yalnız Gelmez (Un Bonheur N’Arrive Jamais Seul): 4

        Mükemmel Plan (Friends with Kids): 5.5

        Oğlum Bak Git: 2.5

        Operasyon: Argo (Argo): 4

        Otel Transilvanya (Hotel Transylvania): 7

        Paranormal Activity 4: 1.2

        Paranorman: 4.5

        Simurg: 4.7

        Skyfall: 4.5

        Striptiz Kulübü (Magic Mike): 7

        Takip: İstanbul (Taken 2): 1.7

        Tetikçiler (Looper): 8.4

        The Master: 7.5

        Uzun Hikaye: 5.4

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        VİZYONDAKİ DİĞER FİLMLER:

        Diğer Yazılar