Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KEREM AKÇA / keremakca@haberturk.com

        18 OCAK FİLMLERİ

        Yeni nesle uygun belden aşağı esprileri de içinde bulunduran fiziksel/kaba komedi kimliğiyle ‘Recep İvedik’ serisinde bir yaklaşım belirleyen Şahan Gökbakar, bu etiketi sürdürme konusunda bir hayli iddialı. “Celal ile Ceren” de bir kaba romantik tuvalet komedisi adı altında anılabilecek açılımını, zeki diyaloglar, doğru karakter gözlemleri ve halk kahramanının aşık olma durumunun çekiciliğiyle eğlenceli hale getiriyor. Ancak ‘Recep İvedik’ serisinin sinemasal sorunlarla örülü dünyası burada da çoğu zaman sahneyi kontrol altına alırken, Gökhan Tiryaki’nin sitcom ya da screwball komedivari bir atmosfer kurmasına yarayan parlak renkler ve karikatürize karakterler, prodüksiyon kalitesinin öne çıkmasını sağlıyor. Bu da “Celal ile Ceren”i iki saati bulan süresinin belli bölümlerinde sinemanın ana kurallarına uymayan sahneler, karakter tutarsızlıkları ve makyaj sıkıntıları yaşamasına karşın samimi Yeşilçam komedilerinden farksız bir bütünle perdede canlandırıyor. İtiraf etmeliyiz ki ‘yeni İnek Şaban Recep İvedik olacak’ dememiz bu film sayesinde daha da kolaylaşıyor.

        Bizdeki TV bazlı komedyenlerin sinemaya transfer olmasının dünyadaki akışa bakınca da ‘gerekli’ olduğunu söyleyebiliriz. Şahan Gökbakar da bu koldan bir eğilim belirleyen, kendi ‘sahne kimliği’ ya da ‘karakteri’yle de kalıcı bir figüre dönüşecek zamanla orası kesin. Kemal Sunal’ın yeni nesil için daha belden aşağı esprilerle yoğrulmuş hali olarak anılabilecek oyuncu, burada da ismini öyle koymasa da ‘Recep İvedik’liğini devam ettiriyor.

        Bir nev’i “En Büyük Şaban”ın Gökbakar şubesi denebilir

        “Celal ile Ceren”, bir ‘slapstick (kaba) screwball komedi’ ürünü olarak anılabilir. Hatta romantik-komedinin ilk döneminin formülü olan screwball komediyi oluşturma adına da ‘aşıklar çekişmesi’nin yönelimini belirliyor. İşin aşk tarafından ziyade uzak kalma üzerinden bir ‘didişme’ ve ‘kadın-erkek ilişkisi’ çatısı da canlanıyor halihazırda. Gökhan Tiryaki’nin karikatürize karakterlere uyum sağlama adına arka plandaki turuncu, yeşil ve kırmızı gibi renkleri öne çıkarma arzusu plastikliği bir ‘yapma gerçeklik’le sarıyor.

        Sanki bir sitcomun ya da 50’lerin screwball komedilerinin içindeymişçesine filmi izlerken, büyük oranda skeçlerin eğlencesine ya da beceriksizliğine göre yönümüzü belirliyoruz. Buna istinaden Charlie Chaplin ve Kemal Sunal gibi oyuncularda gördüğümüz “Şehir Işıkları” (“City Lights”, 1931) ve “En Büyük Şaban” (1983) gibi ‘komedi kimliğini taşıyan aşk filmleri’ne benzer bir duruşu Şahan Gökbakar imzasıyla deneyimliyoruz. Ama elbette onlarda ‘dramatik’ yön alan duygusallık, burada ‘komedi’ kökünü koruyor. Celal’in bütün o sahne kimliğini bünyesine alması ise filmin büyük bölümünde ‘açık alan’ bırakmaya yarıyor.

        Sinemasal açıdan sorunları olduğu bir gerçek

        İki saati bulan süre boyunca Celal ile Ceren’in çekişmesinin yanında karikatürize yan karakterlerin de kısım kısım düştüğü gözlemlenebiliyor. Bu konuda özellikle orta kısımda sanki omurgadan ayrılıp belden aşağı esprilere kayma bölümü, alçı, basamaklardan düşme gibi ‘fazlasıyla bayat duran durumlar’la dengeleniyor sanki. Film bütünü de Togan Gökbakar’ın sayesinde bir oyuncuya alan açma düşüncesini belirlerken, arada devamlılık hatalarına ve 360 derece kuralını yıkan sahnelere takılmamızla tökezliyor çoğu kez.

        Böylece büyük oranda aslında prodüksiyon kalitesinin kurgucunun beceriksizliği ya da malzemesizlikle boşa gittiğini gözlemlemek mümkün. Bunun ötesinde ilk kısımda Ezgi Mola-Şahan Gökbakar birlikteliğinin ayrılığa dönüşüp samimi durumlarla gülümsetmesinin zamanla ‘Ceren’e dayılık yapma/erkeklik gösterme’ye kayması biraz Recep İvedik’in kimliğini akla getiriyor. Belli ki oyuncu, Kemal Sunal’ın İnek Şaban’ı örneğinde olduğu gibi o karakterden kopamayacak. Kadınlara karşı bir anda magandalaşan, hiçbir şekilde etrafını umursamayan bu tiplemenin, aslında son derece naif bir aşık olduğunu biliriz. Ancak buradaki karakter çizgileriyle bunu yapmak birazcık ‘skeçlerden oluşan yapı’nın ve ‘farklı kimlikler’in zaman zaman sahneyi esir almasını sağlamış.

        Yeşilçam bize bunu alıştırdıysa halk kahramanına konsantre olmak en iyisi

        Ama itiraf etmeliyiz ki Şahan Gökbakar’ın kalemi, sosyolojik gözlemlerin yanında sözlü esprilerle de güldürüyor. Celal’in ağzı laf yapan halinden fazlaca faydalanmak da onun kimliğine kimlik katmış gibi. Bu noktada cinsellik ve dışkı ile ilgili esprilerin birazcık bu ‘yeni nesle uyum’ ya da ‘kültürel doku’ duruşuna zarar verdiğini de belirtelim. Celal’in Ceren ile karşılaştığı ve atıştığı anlar hariç düştüğü durumlar çekiciden ziyade ‘ayrık’ bir izlenim bırakıyor.

        Tabiri caizse Recep İvedik’in gönlünü birine kaptırması sürecinde yaşanabilecekler mizah duygusuna daha bir katkı veriyor. Ancak birkaç yerdeki devamlılık hataları, makyaj ve karakter tutarsızlıkları, aslında yüksek prodüksiyon kalitesinin ve kaliteli yan oyuncuların işlevini farklılaştırıyor. Bu da “Celal ile Ceren”i amacı ve mesajı olmayan komedi iskeletinde eğlenceli ama Gökhan Tiryaki’nin tüm uğraşlarına karşın ‘Recep İvedik’ serisinin birinci ve üçüncü halkasının sinemasal sıkıntılarını taşıyan bir dokuya yaklaştırıyor. Ama Yeşilçam’ın kültürel komedilerinde de böylesi bir yaklaşım olduğundan bu noktada bu durumu ayıplamadan sözü geçen ‘halk kahramanı’na konsantre olmak en doğrusu...

        FİLMİN NOTU: 4.1

        Künye:

        Celal ile Ceren

        Yönetmen: Togan Gökbakar

        Oyuncular: Şahan Gökbakar, Ezgi Mola, Gökçen Gökçebağ, Dilşah Demir

        Süre: 116 dk.

        Yapım yılı: 2013

        ÖZÜYLE DEĞİL KIYAFETİYLE İLGİ ÇEKİCİ

        Solgun renkler, uzun planlar, alan derinliği inadı, yarı retro bir ruh ve klostrofobik bir atmosfer üzerine dünyasını inşa eden, asla sürpriz kolaycılığına sapmadan ilerleyen bir hayalet filmi... “Mama”, kimi dramatik eksiklikleri olsa da Avrupalı yönetmen ibaresini sonuna kadar doldurup kadrajlarını resim tablosu gibi boyayan bir yönetmenin doğuşunu müjdeliyor. Muchietti, çocukların karabasan korkusu üzerine belki de yıllardır beklenen beceriyi gösterirken, flashback sahnesi başta olmak üzere korku lügatımıza birkaç sahneyi de armağan ediyor. Böylece İspanyol korku sinemasının tabanındaki Narciso Ibáñez Serrador ve Japon korkusunun çıkışına sebebiyet veren Hideo Nakata gibi efekt kullanmayıp atmosfer duygusunu yükselten yönetmenlerin işlerini akla getiriyor.

        70’lerde Amando De Ossorio, José Ramon Larraz, Jess Franco ve Narciso Ibáñez Serrador adlı kült ya da değeri sonradan anlaşılmış yönetmenlerle bildiğimiz İspanyol korku sinemasının, 2000’lerde ‘Hollywood’ duygulu yükselişinin son halkarından biri diyebiliriz. Andrés Muschietti, 2008 tarihli kısa filminin stüdyo mamulü uzun metraj versiyonunda gerçek anlamda etkisini hissettirdiği ve benliğiyle iz bırakacağını kanıtladığı bir esere imza atıyor. “Mama”, yetkin atmosferiyle, incelikli renk dokusu çalışmasıyla, alt türüne mesafeli yaklaşımıyla ve damarlarında yatan din eleştirisiyle anılacak, muhafaza edilecek bir film.

        Renk paleti ve alan derinliğinden gerilim yaratma amacı tutuyor

        Tuvalde 1.85:1 oranında çalışan yönetmen, büyük oranda uzun planları devreye sokarken, alan derinliğini ve arka boşlukları da gözden kaçırmıyor. Bu durum modern bir Avrupalı sinemacı ‘hinliği’ içerirken, bunun devamında da monokrom peliküle yakın bir hissiyat yaratan solgun renk paleti devreye giriyor. Muschietti, gri, kahverengi ile sarı arasından ışığın diyafram ayarıyla içeriye yalıtılmasına göre bir ‘yaklaşım’ belirliyor. Gerilim duygusunu bu tercihin üzerine yerleştirirken görsel yapının katmanlarını bıkmadan sıkılmadan bir ‘resim’ boyarmış gibi şekillendiriyor. Kadrajlar da bu noktada minimalist sinemanın uzun uğraş veren yönetmenlerinden farklı durmayıp aile içi iletişimsizlik ya da mesafeyle ilgili bir ‘yorum’ yapıyor.

        Özellikle atmosfer duygusunu canlandıran ‘Mama’nın gözünden çekilen röntgenci planlar, locked-down shot (kameranın olan bitene odaklanmak ziyade, olduğu yerde sabit kalması) tekniğine yanaşan çok boyutlu uzun planlar ve sabit kamera önemli bir role sahip. Bu noktada da Muschietti’nin görüntü yönetmeni Antonio Riestra’dan aldıklarıyla ortaya çıkardığı yarı retro doku açığa çıkıyor. Adeta Xavi Giménez’in büyüleyici işçiliklerinden bir benzerini bir başka ‘İspanyol’ ruh yoluyla izliyoruz. Böylece biraz Ti West, biraz Hideo Nakata izlenimiyle sarılıyoruz.

        Öksüzlük korkusunun biraz dramatik açmazla sarsıldığı söylenebilir

        Ancak 2008 tarihli kısa film ‘Mamá’nın tek bir plan sekanstan oluştuğunu bildiğimizden bambaşka bir yaklaşımın içinde olduğumuzu biliyoruz. Amenábar’ın verdiği cesaret sonrasında Paco Plaza, Jaume Balagueró, Juan Antonio Bayona, Elio Quiroga gibi isimler çıkaran İspanyol sineması da bir anlamda çocukların ‘karabasan’ korkusu üzerine öksüzlük kavramının açtığı yoldan gidiyor. Bu bağlamda Jessica Chastain’in anne figürünün kimlik arayışına odaklanırken birazcık ‘üvey baba’ karakterinin yaşadığı kaza adına aslında bir ‘dramatik açmaz’la karşılaşıyoruz. Bu sayede bir karakter olmadık şekilde hikayenin dışına itiliyor.

        Bunun yanında sonlara doğru ‘Mama’ adlı hayalet anne ya da karabasanın ulaştığı nokta fazla Hollywood duruyor olabilir. Bu konuda J-horror (Japon korkusu) örneklerindeki hikaye omurgasının kaçınılmaz olduğunu, ancak kültürel etkileşimden söz etmenin çok mümkün gözükmediğini söyleyebiliriz. Ancak orman kullanımından ev içine yaklaşıma, oyuncu kullanımından renk dokusuna kadar akılda kalan anlar birbirini izliyor. Kurt adam filmi klasiği “Wolfen” (1981) gibi filmlerdeki ‘katilin gözünden röntgenci kamera’yı öne çıkarma düşüncesini bilerek tercih etmeyen eserin, daha ziyade ‘hayalet filmi’ görgüsü içerisinde yapmak istedikleri var.

        İspanyol korku sinemasında aranan kan olması çok yakın

        Bu noktada arkada gördüğümüzün ya da korktuğumuzun hayalet olduğunu baştan itibaren bilirken onun sırrını araştırmaya itilmememiz ise sevindirici. Zira kimi Hollywood filmleri gibi ‘sürpriz’lere bel bağlayıp ‘yapma viraj’larla sarsılmıyoruz böylece. Bu durum büyük oranda Muschietti’nin değerini perçinlerken, bizim de İspanyol korku sinemasının kilit eserlerinden Serrador imzalı “Who Can Kill a Child?” (“Quién puede matar a un niño?”, 1976) kadar olmasa da özgün bir ‘tekinsiz çocuklar’ kullanımına ya da kimi zaman “Hastanedeki Dehşet”i (“The Brood”, 1979) andıran mizansenlere açılmamızı sağlıyor. Bu da “Darkness” (2002), “Darkness Falls” (2003) ve “Intruders” (2011) gibi çocukların karabasan ve karanlık korkusuna odaklanan filmlerde “Karanlıktan Korkma”nın (“Don’t Be Afraid of the Dark”, 2011) döndüğü ‘nev-i şahsına münhasır’ kavşağın daha cüretkar bir temsilcisini devreye sokuyor.

        Bu durum filmin ‘annelik güdüsü’ üzerine tutucu bir söylem benimsese de yönetmenlik geleneğiyle akıllarda kalmasını sağlayacaktır. Bu noktada Muschietti’yi Balagueró ve Plaza dışındaki yönetmenlerin gerçek anlamda beklenen çıkış yapamadığı bu İspanyol korku sinemasının furyasının en hakim ve önü açık ismi olarak görebiliriz. “Mama” özellikle rahibe annenin sırrını açığa çıkaran, bakış açısından çekilmiş flashback plan sekansıyla uzun yıllar akıllarda kalabilir.

        FİLMİN NOTU: 6.1

        Künye:

        Mama

        Yönetmen: Andrés Muschietti

        Oyuncular: Jessica Chastain, Nikolaj Coster-Waldau, Megan Carpentier, Daniel Kash

        Süre: 100 dk.

        Yapım yılı: 2013

        ŞEHRİ YİYİP BİTİRENLER

        Yozlaşmış bir belediye başkanı ile kirli bir polisin etkileşimini masaya yatırırken muhalif ve sistem karşıtı olmaya çabalayan, ancak bunu senaristinin derinliksiz işi sebebiyle ‘hakkını veren bir politik-gerilim’e çeviremeyen bir eser. “Bitik Şehir”, bir derecede yönetmenlik becerisi içermesine karşın onu da işlemeyen entrikası, alanın ruhunu koklayamayan yaklaşımı, dünyadan kopuk karakterleri ve yetersiz oyuncu performanslarıyla kaybediyor. Böylece Hollywood’un ölü sezonundan bir film izlediğimizi son bir ay içinde “Jack Reacher”dan sonra ikinci kez hissetmiş oluyoruz.

        “Cehennemden Gelen”in (“From Hell”, 2001) ‘Karındeşen Jack’ bazlı çizgi romansı slasher filmi (kesme-biçme filmi) ihtişamı ile tanıyıp bağrımıza bastığımız Hughes Kardeşler, aslında iki yıl önce “Tanrının Kitabı”nda (“Book of Eli”, 2010) da işçiliklerinin ne kadar iyi olduğunu göstermişlerdi. Oradaki kıyamet sonrası bilimkurgu haritasının, belli oranda ‘siyah peygamber’ yaratma düşüncesiyle ‘burun kıvırma’ya açık hali de belirgindi.

        Yönetmenlik becerisi filmi kurtarmaya yetmiyor

        Ayrılan biraderlerden Allen Hughes, burada Brian Tucker gibi ilk senaryosunu yazan bir ismin metnine el atıyor. Modern bir suç filmi, sistemle sorunları olan bir politik-gerilim ya da ‘kirli polis filmi’ olarak anılabilecek eserin biraz “Jack Reacher”ın (2012) kafa karışıklığını bulundurduğu söylenebilir. Bu da filmi izlerken sadece Hughes soyadı eşliğinde iyi çekilmiş sekansları ve yer yer sistem eleştirisinin derinlerine inen söylemi ilgi çeker hale getiriyor.

        Ancak “Bitik Şehir”in (“Broken City”, 2013) New York havasını tattıramaması bir yana Russell Crowe’un en ‘plastik karakterler’inden birine bürünmesi ve Catherine Zeta-Jones’un dışarıda başka bir film evreninde makyaj yapıp geldiğini hissettirmesiyle de sahaya 1-0 yenik çıktığı söylenebilir. Buna paralel olarak Hughes’un sinemaskopta karanlık renk skalasının yanında kurgu tekniklerini de iyi kullanması, temponun yükseldiği anlarda ‘gerilim’ odağına kapılmamızı sağlıyor.

        Şehri yiyip bitirenler sanki filmi de ihmal etmemiş gibi

        Fakat doğrusunu söylemek gerekirse yönetmen, senaryoyu işlerken şehrin doğurduğu kötü polis ya da yozlaşmış belediye başkanı figürlerine odaklanırken hiç inandırıcı olamıyor. Wahlberg’in sevgilisiyle yaşadığı ilişkinin sanki ‘günlük’ bir görünüm sunması bir yana, Crowe’un durumu da ‘kentsel dönüşüm’ adına tuğlalar koyamıyor. “Bitik Şehir”, büyük oranda ‘şehri yiyip bitirenler’in yönetmenin kimliğine ve filmin yapısına da tesir etmesiyle anılabilecek bir eser.

        Bu da sözü geçen filmin Hollywood’da neden ölü sezonda vizyona girdiğini ispatlıyor. Ne entrikasına odaklanabildiğiniz, ne temposuna kapılabildiğiniz, ne mekan kullanımına saygı duyabildiğiniz, ne de karakterlerine hayran olabildiğiniz bir ‘seri üretim’ ürünü kıvamında olduğunu söyleyebiliriz. Büyük oranda da politik-gerilim adına kaçırılmış fırsatlar arasına adını yazdırıp kısa sürede unutulması garanti gözüküyor.

        FİLMİN NOTU: 3.9

        Künye:

        Bitik Şehir (Broken City)

        Yönetmen: Allen Hughes

        Oyuncular: Mark Wahlberg, Russell Crowe, Catherine Zeta-Jones, Jeffrey Wright, Barry Pepper, Natalie Martinez

        Süre: 109 dk.

        Yapım yılı: 2013

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Açlığa Doymak: 3.5

        Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti – Bölüm 2 (The Twilight Saga: Breaking Dawn – Part 2): 7

        Anna Karenina: 9.9

        Asteriks ve Oburiks: Gizli Görevde (Astérix et Obélix: Au Service de Sa Majesté): 3

        Aşk (Amour): 5.5

        Babamın Sesi: 5.5

        Bana Bir Soygun Yaz!: 1.2

        Bekarlığa Veda (Bachelorette): 5.4

        Bulut Atlası (Cloud Atlas): 8.5

        Cherry’nin Hikayesi (About Cherry): 6

        CM101MMXI Fundamentals: 2

        Çakallarla Dans 2: Hastasıyız Dede: 2.5

        Çalıntı Hayat (The Words): 4

        Dağ: 4.8

        Düşler Diyarı (Beasts of the Southern Wild): 7.8

        Efsane Beşli (Rise of the Guardians): 5.5

        Elveda Katya: 3

        Entrika (Arbitrage): 3.5

        Evim Sensin: 0.9

        Evrenin Askerleri: İntikam Günü (Universal Soldier: Day of Reckoning): 1.8

        F Tipi Film: 4.6

        Frankenweenie: 6.5

        Görünmeyenler: 3.5

        Gözetleme Kulesi: 3.8

        Havana’da 7 Gün (7 Dias en La Habana): 5.8

        Hayalimdeki Aşk (Ruby Sparks): 6.5

        Hobbit: Beklenmedik Yolculuk (The Hobbit: An Unexpected Journey): 6.5

        Htr2b: Dönüşüm: 3.5

        Jack Reacher: 4.8

        Kanunsuzlar (Lawless): 5.5

        Karaoğlan: 1.2

        Katil Joe (Killer Joe): 3.5

        Kıyamet Günü (The Impossible): 6.5

        Kibarca Öldürmek (Killing Them Softly): 6.5

        Laz Vampir Tirakula: 4.2

        Medyum (Red Lights): 3

        Moskova’nın Şifresi: Temel: 3.4

        Mutluluk Asla Yalnız Gelmez (Un Bonheur N’Arrive Jamais Seul): 4

        Mükemmel Plan (Friends with Kids): 5.5

        Oğlum Bak Git: 2.5

        Operasyon: Argo (Argo): 4

        Otel Transilvanya (Hotel Transylvania): 7

        Paranormal Activity 4: 1.2

        Paranorman: 4.5

        Pi’nin Yaşamı (Life of Pi): 4.5

        Sen Dünyaya Gelmeden (Al Venuto Mondo): 4

        Simurg: 4.7

        Skyfall: 4.5

        Tepenin Ardı: 7.6

        The Master: 7.5

        Uçuş (Flight): 4.9

        Umut Işığım (Silver Linin

        Yakın Tehdit (Trespass): 4.1

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar