Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bütün kalıpları, formülleri ve alışkanlıkları yerle bir etmek için yola çıkan Onur Ünlü’yü, güncel Türk sinemasının postmodern kanadının Jean-Luc Godard’ı olarak anmışımdır çoğu zaman. Burada yönetmen özündeki ‘absürt’ ve ‘kara’ sıfatlarını bir ‘fantastik-noir’ın etrafına yerleştirdikten sonra taşra filmi alışkanlığımızı yıkıp o bölgedeki varoluş sancılarını süper güçlerin yaratabileceği endişe ve özgüvenle tanımlıyor. Siyah-beyaz bir çizgi roman estetiğiyle çekilmiş “Sen Aydınlatırsın Geceyi”, sinemamıza fantastik atılım getirmesi beklenebilecek, entelektüel bir A sınıf süper kahraman filmi. Superman’den X-Men’e uzanan etki skalasının ötesinde bizim “Günah Şehri”mizi yaratırken hiçbir şeyden gocunmayan, şiddet kullanımı, diyalog becerisi ve sosyal tanımlarıyla dikkat çeken serbest bir Shakespeare uyarlaması aynı zamanda. Bana göre sinemamızın 2000’lerde verdiği en orijinal işlerden olan, kısa sürede klasikleşmesi beklenebilecek “Sen Aydınlatırsın Geceyi”, 32. İstanbul Film Festivali’nde yapılan dünya prömiyerinin devamında vizyona girmeyecek ne yazık ki. Ama dileyenler filmi şu aşamada 2 Mayıs ve 9 Mayıs’ta Semaver Kumpanya’da yapılacak gösterimlerinde izleyebilir.

        Şüphesiz güncel Türk sinemasının ürettiklerine bakınca sayısız atılımla karşılaşmak artık zor değil. Bu kabuklarından sıyrılma ivmesini araştırmaya koyulunca ise yüzleştiğimiz ilk isimlerden biri Onur Ünlü olur muhtemelen. Yönetmen burada postmodern benliğini ve ironi yapma özelliğini unutmazken, estetik yaratma kaygısını da doruklara taşıyan bir işe imza atıyor. Böylece en az hat estetiği şaheseri “Nokta” (2008) ve duvar yazısı-karikatür estetiği cüreti “Kaybedenler Kulübü” (2011) kadar yetkin bir stille karşımıza dikiliyor. Aslında “Çocuk”ta (2008) çizgi film estetiğini inadına uygularken dramatik yapı zaaflarına yenik düşen ya da “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi”nde (2011) sitcom estetiğini olgun bir dille yorumlayan bir yönetmenden başkası beklenemezdi.

        “Kızılırmak Karakoyun”un üvey evladı sanki

        1960’larda “Kızılırmak Karakoyun” (1967) ve “Seyyit Han”da (1968) gördüğümüz hafif gerçekçi efsane estetiğinin bir çıkarımı günümüzde yapılabilir. Ancak sanki “Sen Aydınlatırsın Geceyi”, “Kızılırmak Karakoyun”un doğasını postmodern bir tanım için kullanıyor gibi. Artık ‘bizim kültürümüz’ün dışına çıkarak Akhisar’ın rakımı ve nüfusu belli olmayan, ütopik kasaba görüntüsünden besleniyor.

        İki güneşli üç dolunaylı bu coğrafi mekan büyük oranda Ünlü’nün yaklaşımını dolduruyor. Arabesk kültürü, şiir, edebiyat, absürt komedi aşılayan diyaloglar ve suç ile ilişkisini asla yitirmeyen yönetmen burada ‘fantastik’ atılımı adına kendi dünyasını daha ustalıklı ve olgun bir açılımla canlandırıyor. “Güneşin Oğlu” (2008) ile yapamadığı, “Çocuk” ile ucundan döndüğü bir devrim gerçekleştiriyor.

        “Günah Şehri”nin absürt ve melankolik versiyonu denebilir

        Siyah-beyaz sinematografinin içinde “Günah Şehri”ne (“Sin City”, 2005) yaklaşan bir süper kahraman kara filmi ile çıkageliyor. Onda gördüğümüz gibi filmin ismini ‘kırmızı’ yapması tesadüf gibi gözükmezken, tek fark daha sosyal gerçekçi bir hikaye anlatılırken ‘yeşil ekran teknolojisi’nin ucundan geçilmemesi aslında. Arka plandan akan ise daha ziyade absürt ve melankolik bir intikam öyküsü.

        “Karamel”in (“Sukkar Banat”, 2007) Lübnan dokulu şarkısı ‘Mreyte ya Mretye’nin egzotikleştirdiği, Orhan Gencebay’la ilgili diyalogların yön verdiği, Mehmet Erdem’in ‘Gülmek için Yaratılmış’ eserinin kültürel anlam yüklediği, nazar boncuklu kolyenin tesadüfi bir mitolojik obje haline geldiği, kökten taş yağmasıyla kıyamet paranoyasına meyleden ve yavaş çekimle alınan horozların dinamikleştirdiği evren asla bildik kurallarla işlemiyor. Aksine Godardiyen Onur Ünlü dünyasının şiddetle, yapıbozuculukla, ölümle dertlerini pelikülde canlandırıyor. Oyuncu yönetiminin değerini de perçinlerken kurgu yanılsamasının faydalarından besleniyor. Ali Atay’dan Tansu Biçer’e uzanan bütün kadro tiplerine yüzde yüz uyum sağlıyor.

        Amerikan çizgi romanlarında serbest bir dolaşım

        Diyalogların ‘Tarantino’nunkiler kadar hınzır, küfürlü ve sistem karşıtı olması, işin boyutunu aile yapısı, futbol piyasası ve hiyerarşik çalkalanmalara kadar götürüyor. Ancak esas püf noktası başka şeylerde kopuyor. Özünde bir taşra hikayesinin şekillendiği süreçte ‘erken evlilik’, ‘seyyar kitap satıcılığı’, ‘şirket patronluğu’ gibi kavramlar tam ‘Türk’ bir yaklaşımla harmanlanıyor. Ancak Ünlü, bunları çok sevdiği ‘kara’ ve ‘absürt’ sıfatlarıyla yorumlayıp üç yıl önce Tanpınar eseri 'Beş Şehir'e yaptığı gibi neredeyse ana kaynağa temas etmeyen bir 'Sen Aydınlatırsın Geceyi' uyarlamasına çeviriyor.

        Bütün karakterlerin birbirinin arkasından iş çevirdiği dünya böylece bir önceki eserinin renkli ve olgun yaklaşımını ‘işlevsiz aile’den ‘süper kahramanlık’a transfer ediyor. Çoğunluğunun ilk baskısı Nükleer Savaş döneminde yapılmış Amerikan çizgi romanları arasında mekik dokuyan yönetmen, Ali Atay’a ‘Superman’, Derya Alabora’ya ‘Fantastic Four’ serisinden ‘Görünmez Kadın’, Demet Evgar’a ‘X-Men’den ‘Storm’, Serkan Keskin’e ‘Strange Adventures’tan ‘Ölümsüz Adam’, Cengiz Bozkurt’a ‘Yenilmezler’den ‘Dev Adam’, Ercan Kesal’ın gözünden kan akan doktoruna ‘Profesör X’ ve Damla Sönmez’e ‘Fantastic Four’un uzaylı kötü ırkı ‘Watchers’ bedenini uygun bulmuş. Bunlara Tansu Biçer’in korku romanı ‘Görünmez Adam’la yarı destek vermesi şaşırtıcı değil.

        Kurgu ve kamera kullanımı çılgın yaklaşıma eşlik ediyor

        Zaten Ünlü’nün evreni ‘çizgi roman estetiği’ni omurgasına yerleştirse de her zamanki gibi eklektik bir yapının ışığında ilerliyor. Bu durum akla Japon Yeni Dalgası, Yeni Kore Sineması ve İkinci Japon Yeni Dalgası yönetmenlerini getiriyor. Suzuki’nin “Branded To Kill”deki (“Koroshi No Rakuin”, 1967) noir dokusu, Sono’nun “Aşka Maruz”daki (“Ai No Mukidashi”, 2008) anime tabanlı evreni, Park Chan-Wook’un “İhtiyar Delikanlı”daki (“Oldeuboi”, 2003) mizansen düşüncesi sanki bir araya geliyor. Üzerine çılgın mizah anlayışı da Takashi Miike zekasından ekleniyor gibi.

        Bir ülkenin Godard’ı olmak da böyle bir şey olmalı. Her kareyi farklı bir çekim tekniği ya da kurgu numarasıyla dolduran yönetmen, ‘tersine çevrilmiş kamera’, ‘uyum kesmesi’, ‘bulanıklık’, ‘cutaway’, ‘gölge yakın planı’, ‘detay planlar’, ‘altı kesilmiş yakın planlar’, ‘yavaş çekim’, ‘hareketten kesme’, ‘ekran bölme’ ve ‘odak kaydırma’yı serbest bir şekilde harmanlıyor. Gölgeler fazlaca öne çıkarken, kafa boşluklu ve normal yakın planların çok yakın planlarla sarılıp ‘biçimci bütün’e destek verdiği görülebiliyor. Serbest zoom hareketleri ve bir yerdeki dolly kaydırması ise aslında kamera hareketi adına ‘ana taban’ı oluşturuyor.

        Çerçevenin iki tarafına da ‘diyaloglar’ı öne çıkarma arzusuyla bir karakter koyan Ünlü’nün odak kaydırma veya dar odakla bunu anlamlandırırken, bir kenarı boş bırakma veya bambaşka bir şeyle (çim gibi) doldurma hedefi hissedilebiliyor. Gölgeler büyük önem arz ederken, ışık oyunları yer yer devreye girip yüksek ve düşük kontrast niyetini açığa çıkarıyor.

        Çizgi roman estetiğini kullanmak için her şeyi yapmış

        Ama sanki bu önceki filmlerinde de gördüğümüz auteur ruhlu yaklaşımdan alternatif bir çizgi roman estetiği çıkarmış gibi Ünlü. Karakterlerin yakın planlarının yarısını bir kenara koyup arkada eskitilmiş pelikülle bulanık bir hareketlenme kullanırken ‘ekran bölme’ tekniğine tutunması, resimli roman sayfalarından parçalar sunmasına yarıyor. Bunu yaparken de her karesini o amaçla inşa ettiği tartışılmaz bir gerçek...

        Açılış sekansını izlerseniz ‘hareketten kesme’ tekniğiyle sanki Atay’ın çizgi roman karesinden çizgi roman karesine zıpladığı anlamını çıkaran bir yaklaşım görebilirsiniz. Aynı durum eşini dövdüğü sekansta da ‘ara plan’ gibi gözüken ‘yavaş çekimle alınmış aksiyonu gerçekleştirme anları’nın duruşu için geçerli. Onun ‘mobilet’li hali de elbette kahramanlık gücünü azaltmaya yarıyor. Bunun devamında kendisinin ‘duvardan geçme’ ve ‘duvarların arkasını görebilme’ özelliklerini çözmeye çalışırken içsel yolculuğunda ‘detay planlar’la algılayabilmesi ‘kare kare’ tanımlanmış gibi. Bu bit yeniği de sanki kimlik sıkıntısı ve varoluş sancılarını devreye sokmak için var. Taşra hayatına adapte olamayan kahramanımız, bir anlamda kendine bir çıkış yolu arıyor. Bu noktada filmin “Büşra” (2010) ve “Son Osmanlı Yandım Ali” (2008) gibi çizgi roman estetiği denemesinde işi ileri götüremeyen eserleri kolaylıkla solladığını söyleyebiliriz.

        İki femme fatale içeren kara film algısı içsel dünyaya katkı yapıyor

        Buna paralel olarak filmin ‘tür iskeleti’ne baktığımızda, iki femme fatale’lı, şaşırtmacalı bir kara film algısının ‘sub-noir’a (bilinçaltında gezen kara film alt türü) benzer bir açılımla karşılaşıyoruz. Ama Ünlü bunun derinine David Lynch kadar inmiyor. Alınan hapın katkısıyla sanki Roeg’un “Performans”ının (“Performance”, 1970) modelini akla getiren bir ‘mesafe’ye ulaşıyor. Varoluş üzerine şekillenen eklektik yapı da bunu anlamlı kılan bir içsel yolculuğu doğuruyor asılnda.

        “Sen Aydınlatırsın Geceyi”, Hollywood’da artık “Kick-Ass” (2010), “Super” (2010), “Yeşil Yaban Arısı” (“The Green Hornet”, 2011) gibi anti-süper kahramanlara kayıp alaycılık depolayan ‘süper kahraman filmi’ şablonunun bu yönünü benimseyerek ilginç bir bütüne açılıyor. Bunu kullanırken şiddeti öne çıkarmayı, kara film-intikam filmi örgüsüne tutunmayı, içsel yolculuğu anlamlı kılmayı, diyaloglar üzerine kafa yormayı ve oyuncuları yönetmeyi ihmal etmiyor.

        “Hayat Var”ın amca oğlu mu?

        Böylece “SüperTürk” (2012) ve “Hititya: Madalyonun Sırrı” (2013) ile sadece efektleriyle profesyonel görünüm veren fantastik sinemamız için ‘bir ders’e ya da ‘radikal bir adım’a dönüşüyor. Entelektüel ‘peri masalı filmi’ “Hayat Var”ın (2008) amca oğlu gibi gözükürken, türün içinde başka bir dala tutunduğu da unutulmamalı. Sondaki skycam ile baştaki yakın planın absürt karşılaştırma adına üstlendikleri görev ise son derece ironik gibi.

        Ünlü bizim sinemamızda iz bırakacak postmodern bir şahesere imza atarken siyah-beyazın işlevinden bolca yararlanıp X-Men-Günah Şehri arasında duran, entelektüel bir süper kahraman filmi yaratıyor. Bunun aksiyon yüklü bir versiyonu zamanla üretilir mi orasını bilemeyeceğiz, ancak şimdilik bu alt türdeki A tipi devrimimiz “Sen Aydınlatırsın Geceyi” nazarında filizleniyor. Umarım filmin geniş vizyona çıkmaması açacağı yolda yara almasını sağlamaz.

        FİLMİN NOTU: 8.7

        Künye:

        Sen Aydınlatırsın Geceyi

        Yönetmen: Onur Ünlü

        Oyuncular: Ali Atay, Demet Evgar, Damla Sönmez, Ahmet Mümtaz Taylan, Derya Alabora, Cengiz Bozkurt, Serkan Keskin, Tansu Biçer, Ezgi Mola

        Süre: 110 Dk.

        Yapım Yılı: 2013

        Diğer Yazılar