Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        7 HAZİRAN FİLMLERİ

        Lassie veya Air Bud’ın ‘çocuk futbolu başarı hikayesi’ görmüş versiyonu olarak özetlenebilir belki. Ama “Arkadaşım Max”, bu ve benzeri referansları çalma küstahlığını göstermekten ziyade üst üste yerleştirip ‘Bozcaada’nın ferahlığıyla harmanlıyor. Futbol esprileriyle çocuk olmaya dair mesajları iç içe geçirip bir Murat Şeker komedisine de dönüşüyor. Ancak filmin en önemli artısı, yönetmenin ‘Yeşilçam’ aşkı dolu eserlerinin ötesinde bir kurgu yetkinliğiyle çocuk kitabı ve çizgi film estetiğini akla getiren, karikatürize karakterleri de ilave edince Hollywood düşüncesini solumamızı sağlayan bir seyirliğe dönüşmesi. “Arkadaşım Max”, klişelerin nasıl kullanılacağını iyi bilen, özdeşleşip içine girme garantisi veren ve yediden yetmişe izlenebilecek bir çocuk-köpek dostluğu filmi.

        Bir ülkede tür filmleri ne kadar fazla üretilirse, buna paralel olarak ortaya o kadar ‘adamakıllı’ işler çıkabiliyor. Bunun kanıtlarını, ‘nicelik niteliği getirir’ tümcesi eşliğinde seneler geçtikçe daha iyi idrak edebiliyoruz. Focus Film’in prodüksiyon ve özen desteğiyle projelendirdiği “Arkadaşım Max” (2013) da bu yolun yolcusu. Çocuk-hayvan dostluğu’nu merceğine alırken Lassie, Benji, Bingo, Beethoven ve Air Bud gibi ‘köpek isimleri’nden güç alan aile filmlerine öykünen eserin, Max’in katkısıyla bir samimiyet, bir duygu seli ve bir mizah aşıladığı kesin.

        Klişeleri adaplıca kullanırken estetik kaygıyı da gereken ölçülerde barındırıyor

        Levent Çelebi’nin modern kurgusunun yoğun katkısıyla da kendimizi yer yer bir çocuk kitabının, yer yer bir çizgi filmin orta yerinde hissedebiliyoruz. Bu estetik kaygı seyirciyle bağı kuvvetlendirmek için kullanılırken, ‘sayfalar/kareler arası geçiş’ anlamına gelen kurgu efektini, yavaş çekim ve hızlı çekimle süslüyor. Montaj sekansları birleştirmekte ise ahenk sağlıyor. Bu geçişlerin arasına ‘donuk kare’nin yerleştirilmesi de bir anlamda sahnelerin ya da sekansların başı ile sonunun ‘bağlanması’ anlamına geliyor.

        Referansları arasında “Şut ve Gol” ve ‘Evde Tek Başına’ da var

        Elbette Hollywood’un öğrettiği her şey halihazırda canlanıyor. Çocuklara uygun neşeli bir müzik ezgisi, karikatürize kötü adamlar, garip ses efektleriyle onları ‘çizgi film kahramanı’na çevirme algısı ve iyi-kötü ayrımındaki belirginlik bir araya geliyor. Büyük oranda Murat Tuncel’in inadına genel plan alma düşüncesiyle ‘jimmy jib’in ve detaycılık arzusuyla Max’in bakış açısı planlarının varlığını tadıyoruz.

        1.85:1’de de büyük oranda aslında Lassie hikayesinin “Şut ve Gol” (“Kicking & Screaming”, 2005) ya da “Soccer Dog: The Movie” (1999) ile buluşup kendini ‘Evde Tek Başına’nın (‘Home Alone’) fiziksel komediye (slapstick komedi) yatkın kötü adam ikilisi Daniel Stern-Joe Pesci çiftinin kenarında bulduğu bir ‘özdeşleşme damarı’ ile yüzleşiyoruz. Murat Akkoyunlu’nun ‘emekçi baba’, dizilerden tanıdığımız İnci Türkay’ın ‘sevecen anne’, Burçin Bildik’in’ itici ve abartılı kötü patron’, Hande Katipoğlu’nun Cruella de Vil’i hatırlatan ‘kötü patroniçe’ tiplemeleri de bunlara ekleniyor.

        Futbol ile ilgili espriler kahkaha attırabilir

        Bunun yanında Murat Şeker’in alışık olduğumuz futbolla ilgili esprilerini ‘bahis çetesi’nden öteye taşıyıp samimi bir çocuksulukla sarması önemli. Bu sayede karşımıza kendisinin ünlü menajer Murat Susic ile verdiği cameo’dan ada futboluyla ilgili esprilere, futbolcu köpeğe ‘bir Alex değil ama...’ benzetmesi yapılmasından Emre Tilev’in teknik direktör isimlerini zekice kullanmasına kadar ilginç katmanlar çıkması sürpriz olmuyor.

        Bu mizah çocuk bilincini hedefleyen bir ruhla donatılıp büyük oranda geçerli olurken 82 dakikalık süre ve Bozcaada kullanımı da filmin değerini perçinliyor. Kendini ciddiye almamasına vurgu yapıyor. Bütün karakterlerin iyiler veya kötüler fark etmeksizin karikatürize olarak çizilme konusunda detaycı kostümlerle sarılması, biraz sinematografinin renk katmanlarında boyut sıkıntısı yaşansa da genel anlamda bu ‘çizgi filmsi hava’yı vurgulamaya yarıyor.

        Murat Şeker’in popüler estetiğe en hakim filmi

        Öyle ya da böyle Murat Şeker “Aşk Geliyorum Demez”den sonra ilk kez popüler sinema estetiğine, Hollywood dekupajına 1.85:1 oranında yaklaşıyor. Devrin değişmesiyle gelecek enerji tesisinin yani kapitalizmin eleştirilmesi de aslında ‘taşrada çarpık küreselleşme’ adına önemli bir mesaj... O konuda duyarlı olsun veya olmasın. Ama “Arkadaşım Max”, aile filmlerinin alt türü olan ‘çocuk-köpek dostluğu filmi’ni, futbolla ve ada doğasıyla sarıp yediden yetmişe izlenebilecek ‘keyifli bir seyirlik’in adresine dönüşüyor.

        Haddini bilerek ve didaktizmi abartıp müziğin volümünü yükseltmeden kendi yağında kavruluyor. Önceki Şeker filmleri gibi ‘görüntü erozyonu’nu akla büyük oranda getirmeyip kendisinin ‘memuriyet’ yapmasıyla sınıfı geçiyor. Birkaç sahnedeki devamlılık hatasıyla sınırlı kalıp bir ‘umut’ aşılıyor. Ama filmin uluslararası piyasada, ‘sinemada hayvan tanımı’nın boyutunun değiştiği, artık onların bakış açısına odaklanan veya dünyalarına ait işlerin devreye girdiği bir işleyişte çok da kalıcı olamayacağını ekleyelim.

        FİLMİN NOTU: 4.7

        Künye:

        Arkadaşım Max

        Yönetmen: Murat Şeker

        Oyuncular: Ataberk Mutlu, Murat Akkoyunlu, Burçin Bildik, İnci Türkay, Hande Katipoğlu, Ani İpekkaya

        Süre: 82 dk.

        Yapım yılı: 2013

        ATILGAN’IN BAŞI BELADA

        ‘Uzay Yolu’ ya da ‘Star Trek’ olarak bilinip fenomene dönüşen bir ‘bilimkurgu’ hazinesinden söz edince karşımıza her dönemde kendini yenilemeye çalışan 47 senelik bir seyahat çıkıyor. 1966’da başlayıp üç yıl süren ‘Star Trek’ (‘Uzay Yolu’) dizisi, 1979’dan 2002’ye uzanan 10 bölümlük film serisi, 2001-2005 arasında seyirciyle buluşan ‘Atılgan’ (‘Entreprise’) adlı önbölüm niyetine TV dizisi ile 2009’da yaratılan ‘yeni nesiller için devam filmi’ serisi arasında bir karşılaştırma yapıldığı da kesin. Ama benim merak ettiğim ‘bunların hayranları diğerlerinin destekçilerini hunharca eleştiriyor mu?’ sorusunun karşılığı daha ziyade. Ancak istatistiklere bakınca Paramount’ın yeni yarattığı serinin, birinci ve ikinci bölümüyle ABD’de belli bir kitleyi arkasına aldığı gözüküyor. Bunun da kaynak oluşturan 1966 tarihli dizinin hayranlarını içerdiğini öngörmek mümkün.

        Yeni nesiller için ‘Uzay Yolu’ eskisinin kurallarını yıkmıyor

        Burada aslında okların karakterlerin bir sonraki nesillerine çevrilmesi ana damar anlamına geliyor. Bu da bir daha genç tiplemelerle örülmüş bir ‘yeni nesiller için Star Trek’ tanımı bulundururken uzayda yolculuk düşüncesinde, ışınlanma vasıflarında bir değişiklik olmuyor. Siberpunk mimari ile güncellenen dünya görüntülerinin bilgisayar teknolojisini de yer yer yanına alması demodeleşme riski taşıyan 70’ler etiketli uzay portresini ‘enerji’k hale getiriyor.

        130 dakikayı bulan süresiyle “Star Trek: Bilinmeze Doğru” (“Star Trek: Into Darkness”, 2013) da bu mantığın peşine takılıyor. Uzayın içinde medeniyetler arayan, ışınlanarak hareket eden Atılgan’ın ekibini inceliyor. Kirk’üydü, Spock’uydu, Sulu’suydu, Scotty’siydi fark etmeden, direksiyonu Chris Pine, Zachary Quinto, John Cho, Simon Pegg gibi genç isimlere veriyor. Doğrusunu söylemek gerekirse ‘teen space opera’ olarak da ‘izle, tüket ve imha et’ bilimkurgusuyla, aksiyon yüklü bir tatmin hissi yaratıyor.

        Hayranları dışındakileri etkileyebilir mi?

        ABD’nin içindeki düşmanına dair söylenmek istenenler de ‘ideolojik söylem furyası’na ayak uydurmak anlamına geliyor. J.J. Abrams’ın her zaman bahsettiğim dizi alışkanlığı biraz hikayeyi ve bazı sekansları elinden kaçırmasına yol açıyor belki. Ancak açılış sekansının görkemi özellikle gözlerden kaçmazken sürükleyici bir hikaye de arkadan akıyor. 2009 tarihli “Star Trek”in üzerine çıkan, daha çok uğraşılmış bir seyirlik böylece canlanıyor.

        Nihayetinde bir ‘Star Trek’ filmi daha ‘Star Wars’ görkeminde değil ama kendi hayranlarını tatmin eden bir ‘devam filmi’ denemesiyle kendi dünyasında kalıyor. “Star Trek: Into Darkness”ın bu evrene aşina olmayan kitleyi yakalaması ise biraz zor gibi. Zira burada olup biten ‘Matrix’ jenerasyonu için ‘kocaman bir uzay boşluğu portresi’ ya da ‘geniş bir boşluk hissiyatı’ndan öte iz bırakmayacaktır. Belki biraz Simon Pegg’in mizahi katkısı, biraz da aksiyonun yer yer fazla vites yükseltmesi bu durumu tersine çevirebilir.

        FİLMİN NOTU: 4.9

        Künye:

        Star Trek: Bilinmeze Doğru (Star Trek: Into Darkness)

        Yönetmen: J.J. Abrams

        Oyuncular: Chris Pine, Zachary Quinto, Zoe Saldana, Karl Urban, Simon Pegg, John Cho

        Süre: 130 dk.

        Yapım yılı: 2013

        KAFALARA DİKKAT!

        İsmini görünce John Woo’nun Hong Kong dönemi eserlerinden “Bullet in the Head”i (“Die Xue Jie Tou”, 1990) akla getiren, özünde aksiyon türüne ait bir çöp örneği... Sylvester Stallone, Sung Kang ve Jason Momoa’nın süslemeleriyle de bu amacına –ki hedefi oysa- emin adımlarla ilerliyor. “İntikam Kurşunu” (“Bullet to the Head”, 2012), orijinal isminin Türkçe karşılığı ‘kafaya sıkılan kurşun’la tabiri caizse seyircinin kafasını tam on ikiden vurmak istiyor.

        Üçüncü sınıf kurgu, Stallone gerçeğiyle anlam kazanıyor

        Stallone’un ‘Cehennem Melekleri’ (‘The Expendables’) serisinden gelir elde etmesiyle bir şekilde projelendirilen eseri tarif etmek bile garip. Bir taraftan kafaların bazı kısımlarını kaydırıp kesik bırakan ölçekler, bir taraftan çamur gibi bir sinematografi, bir taraftan üçüncü sınıf TV filmi kurgusu akarken esas işlev Stallone gerçeğiyle aşılanıyor. Evet karşımızda bayat kahramanlarla yürürken, muhalefet de yapan, bir tetikçi ile bir polisi bir araya getirirken “Bullitt”in (1968) türsel yaklaşımını akla getiren bir polisiye aksiyonu var. Peki ama bu eserin 80’lerin ‘kafa kıran’ kahramanlarına yüklenmesi için ne diyebiliriz?

        “İntikam Kurşunu”nun anti-kahramanlarla yol alırken bir çizgi romana da bel bağlaması hakikaten tuhaf. Walter Hill de bir tarafta bu ‘tam ekran’a (1.33:1) uygun ‘palyaçoluk’a destek veriyor. Kendini fazla ciddiye alma yanlısı durunca ise ‘Cehennem Melekleri’nin alaycı ekip ruhunun yamacından bile geçmiyor. Posterin kitsch (bayağı) hali, böylece filmin her karesine siniyor.

        Kahramanı Ajda Pekkan veya Bülent Ersoy’a benzetenler olacaktır

        Objektif/ölçek dengesinin, kameranın sallanma oranının ayarlanamadığı çerçeveler de sürpriz değil. İşin daha da ilginci Stallone’un 60 yaşını geçmesine karşın halen kaslarını göstermesi ve inadına soyunması sanki. Böylesi bir pespayelik ya Ajda Pekkan’ı ya da Bülent Ersoy’u akla getiriyor. Abartmıyoruz. Filmin dünyasının gerçekliği böylesi ‘yapmacıklık’larla örülü.

        Hill’in duruma ayak uydururken modern dünyada vahşi batı kurallarına kafayı taktığını bildiğimiz evreni, ister istemez bir ‘şiddet’ güdüsüyle dolduruluyor. Ama görünürdeki iki kafadar filmi (buddy movie) konsepti “48 Saat” (“48 Hours”, 1982) kadar bile canlandırılamıyor. Sadece video raflarında en köşede dururken, çekik gözlü, 15 estetik ameliyat görmüş ya da hilkat garibesi izlenimi yaratan Stallone’un varlığıyla da kült olabilecek bir eser bu. Peki ama aksiyonun da, kan oranının da, sözlerin de bu kadar havada kalmasının sorumlusu kim? Büyük oranda “The Warriors” (1979) ve “Sürücü” (“The Driver”, 1978) gibi dönemin ruhunu yansıtan başarılı filmler çekip şimdilerde 71 yaşını gördüğü için artık ‘suç dünyası’na yaklaşma kıvraklığını gösteremeyen Walter Hill diyebiliriz.

        FİLMİN NOTU: 1.3

        Künye:

        İntikam Kurşunu (Bullet in the Head)

        Yönetmen: Walter Hill

        Oyuncular: Slyvester Stallone, Jason Momoa, Sung Kang, Christian Slater, Sarah Shahi, Brian Van Holt

        Süre: 92 dk.

        Yapım yılı: 2012

        EŞCİNSEL HAKLARI MERCEK ALTINDA

        İtiraf edelim, çoğu yabancı filmi gördüğümüzde kendi aramızda ‘bizde niye bunlar yapılamıyor?’ sorusunu sorarız. Ancak bu karamsar durum, son 10 yılda özellikle pozitif cevaplar almaya başladı. Ötekileşme temasının hakimiyeti de aslında Kürtlük meselesiyle başlamasına rağmen diğer kollara da yayıldı. Kürt açılımı azınlıkların ortaya çıkmasına, kendini ifade etmesine yaradı. “Benim Çocuğum”, bu konuda kurmaca “Zenne” (2011) ve belgesel “Çürük”ün (2011) peşine takılıyor.

        2000’lerde eşcinsel sinemamızın en iyi örneği “Çürük”

        Can Candan imzalı eser, tabuları aşıp çocuklarının ‘transeksüel’ ya da ‘homoseksüel’ olduğunu itiraf etmeyi ‘utanç’ olarak görmemeyi öğrenen beş ebeveynin arasına sızıyor. Böylece aslında belgesel adına yasakçılığın, alışkanlıkların ve gericiliğin önünü açma şansına kavuşuyor. Bir bakıma “Çürük”ün askere gitme konusunda bürokratik kuralların yarattıklarına karşı direnen dört eşcinselin durumunu ele alma arzusu, LGBTT Aileleri İstanbul Grubu ile değiştiriyor. Böylece ‘fluluk’ ve ‘kamera açıları’ bir arayışa dönüşüyor.

        “Zenne”nin töre cinayetlerini Yeşilçam’a yakın bir kartonlukla harmanlarken bayağılığı da video kaset görüntülerinin tekrarları üzerine yerleştirmesi ‘homofobik’ bir yaklaşımı beraberinde getirmişti. Ulrike Bohnisch’in “Çürük”ü ise çürük raporu almak zorunda kaldıkları için röportaj verirken ‘kafaları’nı gizleyen dört eşcinselin hikayesine uzanmıştı. Onların yüzlerini göstermeden boyunlarının altına yerleştirilen kameranın Haneke’nin “Yedinci Kıta”sı (“Der Siebente Kontinent”, 1989) misali konumu da sansüre uğrayıp ötekileşmeyi bütün hazinliğiyle gözler önüne sermişti. 15 Nisan 2011’de Almanya’da vizyona giren eser, malzeme eksikliğine karşın olabilecekleri yansıtma cesaretiyle iz bırakmıştı.

        40 dakikalık malzemeden 82 dakikalık belgesel olur mu?

        “Benim Çocuğum” ise ailelerin istemeden olup bitene sessiz kalma zorunluluğunu ele alıyor. Ancak oradaki ‘kafaları keserek çerçeveleri oluşturma’nın yasakçı düzene, politikalara ve sosyolojik bakışa ayak uydurması, burada eşcinsel olmanın en saf halini canlandırmaya yöneliyor. Flu kanepe görüntülerinin ardına ‘orta plan’ ebatlarındaki ölçeklerin yerleştirilmesi, bir görsel üslup belirliyor. 40 dakikada oğulları ya da kızları transeksüel olan bir grup anne-babanın eşliğinde bizim gördüğümüz monolog niyetine röportajlar aslında.

        Bunun devamında ise oğullarla birlikte oturulan masada hükümete giden yasa tasarısının arkasındakiler ‘canlı görüntüler’, ‘eylemler’ ve daha fazlasıyla araya giren kameranın hakimiyetsiz duygusuyla yansıtılıyor. Candan teleobjektife yakın lenslerle çalışarak durumun ‘hazin’liğini anlatmak ya da olayı yakından görmemizi istiyor. Toplumsal sansürün, yetiştirilmenin ya da bugüne değin oluşan alışkanlıkların özel hayatı nasıl etkisi altına aldığını araştırıyor. Ancak hem ilk bölümdeki ölçeklerin her birinde ‘orta plan’ı tutturamaması hem sinemaskop oranını (2.35:1) kullanıp formatın içini dolduramaması hem de eldeki malzemeyi kullanamaması belgesele bütün olarak zarar veriyor.

        Yönetmen, 40 dakikalık malzemeyi 82 dakikaya yaymaya çalışıyor. Böylece 40 dakikada gayet güzel eşcinsel ya da LGBT ailelerinin bakış açısından eşcinsel haklarını gözlemlerken “Çürük”teki ‘çürük raporu’ ile bütünlenme şansını da elinden kaçırıyor. ‘Her şeyi koyalım’ düşüncesini üstelik ‘malzemesizlik’le harmanlama düşüncesi hantal bir görünüme yol açıyor. 1.85:1’in 2.35:1’e çekilip bir anlamda ölçek tutarlılığının ya da kameranın ikinci bölümde aralarda rastgele dolaşmasının göze batması da aslında yönetmenin tercih sorunu. Yine de eşcinsel sinemamızın yükselmesi adına ideolojik bakışıyla sevindirici bir iş “Benim Çocuğum”.

        FİLMİN NOTU: 3.8

        Künye:

        Benim Çocuğum

        Yönetmen: Can Candan

        Süre: 82 dk.

        Yapım yılı: 2012

        İÇİNE KAPANIK VE UMUTLU

        15 yaşında, üniversite birinci sınıf öğrencisi bir ‘ergen’in, tabiri caizse ‘ezik’ ve ‘yabancı’ konumuna itilmiş bir sosyal kimliğin kabuğundan çıkma arayışının metinsel açıdan güçlü dışavurumu... Arkadaşının intiharı, hafif zihinsel sorunları derken ‘evde’de bir şeyleri idare edemeyen bu tamı tamına ‘özdeşleşme’lik karakter büyük oranda Chbosky’nin evrenine çekiliyor. Eric Rohmer’in minimalist, solgun renklere yüklenen ve ahlaki meseleleri teneffüs eden, edebi tanımlı yönetmenliği ile John Hughes’un X kuşağını vurgulayan diyaloglarını iç içe geçiren bir üçlü ilişki filmi de bu aradan yükseliyor.

        “Jules ve Jim”in izini sürerken oyunculuklarıyla öne çıkıyor

        “Saksı Olmanın Faydaları” (“The Perks of Being a Wallflower”, 2012), “Jules ve Jim”den (“Jules et Jim”, 1962) beri uygulandığı bilinen bir formüle tutunuyor. Onu ‘cinsellik’ten öte ‘aşk’, ‘büyüme hikayesi’ ve ‘olgunlaşma’ üzerinden ‘öznel’e yakın bir yapıyla karşımıza çıkarıyor. Rol model alınabilecek üvey kardeş Patrick’i Charlie’nin karşısına çıkararak da aslında eğitim kurumlarındaki seneler arasında beliren hiyerarşiyi anlatıp rock, uyuşturucu ve cinselliği devreye sokuyor. Buna orta planlarla bir samimiyet yüklerken Emma Watson’ın ikisi arasında kalma samimiyetiyle filizlenen ‘wallflower’ tanımı, Logan Lerman’ın masumiyete yüklediği zeka, Ezra Miller’ın ise ‘her şeyi aşmış, yakışıklı ve hızlı genç’ prototipindeki alışılmışlığından güç alıyor.

        Büyük oranda da bir ‘ergenliğe geçiş hikayesi’ni cinsellik, aşk, tutku, kardeşlik gibi kavramlarla gözden geçiriyor. Mat renklerin hakimiyetinde neredeyse grenli 1.85:1 sinematografisi büyük oranda tutuyor. Durağanlık işlerken iletişimsizlikten öte ‘iletişim’in fazlalığı dışarıda kalmış bir karaktere gözlem olanağı tanıyor.

        Üçlü ilişki filmlerinde cinselliği ve suçu öne çıkarmayanlardan

        Geçmişte eşcinsellik, cinsel özgürlük gibi tanımlarla temsil edilen bu ilişki filmi formülü, böylece ne “Ananı da!”nın (“Y tu Mamá También”, 2001) ‘mükemmel orta yaşlı kadın figürü’yle buluşma algısını, ne “Manji”nin (1964) bunalmış ev kadının ‘lezbiyen’likle imtihanını, ne “The Doom Generation”ın (1995) biseksüellikle şiddeti bir araya şıklıkla getirme düşüncesini, ne de “Düşler, Tutkular ve Suçlar”ın (“The Dreamers”, 2003) 68’in Fransız öğrenci hareketleri arifesinde canlanan cinsel özgürlük algısını arkasına alıyor. Aksine bunların hepsinden beslenip Fransız Yeni Dalgası’nın ürettiği “Hisseli Çete” (“Bande à Part” , 1964) ve “Jules ve Jim”i Eric Rohmer’in metoduyla harmalamış gibi kokuyor.

        Bu durum suçu ve cinsel içeriği büyük oranda devre dışı bırakıp, ‘iki erkek, bir kadınlı üçlü ilişki’ konseptini Hughes’ün 80’ler ruhuna tutunan asi karakterlerinin izinde bir gençlik dramasını teneffüs etmemize olanak tanıyor. Özgürlükçü bir yaklaşım olsa da her şeyin diyalog seviyesinde kaldığı ve uyuşturucunun ötesine gitmediği görülebiliyor. Chbosky’nin büyük oranda da sükuneti içtenlikle ve canlı prototiplerle kaplanıyor. Anlattığı ergen hikayesi, yaraları, etkileşimleri ve daha fazlasıyla bolca ‘katman’ takviyesi görüyor.

        FİLMİN NOTU: 6.7

        Künye:

        Saksı Olmanın Faydaları (The Perks of Being a Wallflower)

        Yönetmen: Stephen Chbosky

        Oyuncular: Logan Lerman, Ezra Miller, Emma Watson, Dylan McDermott, Tom Savini

        Süre: 102 dk.

        Yapım yılı: 2012

        HAFTANIN EN İYİSİNİ DÜNYA PRÖMİYERİNDE İZLEYİP YAZMIŞTIM

        FİLMİN NOTU: 7.8

        Künye:

        Babadan Oğula (The Place Beyond the Pines)

        Yönetmen: Derek Cianfrance

        Oyuncular: Ryan Gosling, Bradley Cooper, Eva Mendes

        Süre: 140 dk.

        Yapım yılı: 2012

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Acı Reçete (Side Effects): 5.5

        Aklımı Oynatacağım (Los Amantes Pasajeros / I’m So Excited): 4

        Aşk Kırmızı: 3.5

        Aşk, Şimdi (Now is Good): 4

        Aşkın İzleri (To the Wonder): 8.3

        Bahar İsyancıdır: 3.9

        Bahar Tatili (Spring Breakers): 7.4

        Barfi: Aşkın Dile İhtiyacı Yoktur (Barfi!): 5.9

        Ben ve Sen (Me and You): 5.5

        Bernie’nin Suçu Ne? (Bernie): 2.5

        Bir Gevrek, Bir Boyoz, İki de Kumru: 1.3

        Bir Hikayem Var: 3.5

        Büyük Umutlar (Great Expectations): 4.1

        Crood’lar (Croods): 3

        Çanakkale: Yolun Sonu: 5.5

        Çılgın Doğumgünüm (21 & Over): 2.8

        Çocuklar (Djeca / Children of Sarajevo): 6.9

        Dev Avcısı Jack (Jack the Giant Slayer): 5.9

        Devir: 4.9

        Doğal Kahramanlar (Epic): 5.8

        Dörtlü (Quartet): 3

        Eksk Syflr: 4.4

        El Cin: 0.7

        Erkek Aklı (A Glimpse Inside the Mind of Charles Swan III): 3.5

        Eski Dostlar (Stand Up Guys): 1.9

        Evde (Dans La Maison): 6.5

        Eve Dönüş: Sarıkamış 1915: 4.6

        Felekten Bir Gece III (The Hangover Part III): 2.9

        G.I. Joe: Misilleme (G.I. Joe: Retaliation): 4.6

        Gazeteci Çocuk (The Paperboy): 6.5

        Gelmeyen Bahar: 2.5

        Göçebe (The Host): 7.5

        Günlerin Köpüğü (L’écume des Jours / Mood Indigo): 7.5

        Güzelliğin On Par’ Etmez...: 2.4

        Hayat Avcısı (The Imposter): 5

        Hazine Avcısının Maceraları (Los Aventuras de Tadeo Jones): 5

        Herkes Ölecek (No One Lives): 1.2

        Hızlı ve Öfkeli 6 (Furious 6): 3.8

        Hile Yolu: 5.2

        Hitchcock: 5.5

        Hititya: Madalyonun Sırrı: 4.6

        Iron Man 3: 5.2

        İntikam Benim (Dead Man Down): 3.8

        Jin: 7.5

        Kadınlar (Elles): 7.5

        Karanlıktan Gelen (Dark Skies): 3.8

        Kimlik Hırsızı (Identity Thief): 3

        Kod Adı: Olympus (Olympus Has Fallen): 3.5

        Koğuş Akademisi: 2.9

        Koleksiyoncu 2 (The Collection): 1.7

        Kollarımda Kal (À coeur ouvert / An Open Heart): 4.5

        Korkunç Bir Film 5 (Scary Movie 5): 4.7

        Koşulsuz Sevgi (Broken): 5.5

        Kötü Ruh (Evil Dead): 5.5

        Kuma: 4.5

        Lanet (Sinister): 7.7

        Mahmut ile Meryem: 3.8

        Muhalif Başkan: 1.8

        Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby): 7

        Muhteşem ve Kudretli Oz (Oz: The Great and Powerful): 6.9

        Muhteşem Yaratıkları (Beautiful Creatures): 5.5

        Mutluluk (Glück / Bliss): 4.2

        Neredesin Supermen? (Bekas): 3.5

        Oblivion: 4.2

        Öldüren Tutku (Passion): 6.5

        Pas ve Kemik (De Rouille et D’Os): 6.2

        Sabit Kanca: 1.7

        Sadece Aşk (Den Skaldede Frisør / Love is All You Need): 4.8

        Sefiller (Les Misérables): 6

        Selam: 2

        Sıcak Kalpler (Warm Bodies): 6.2

        Sihirbazlar Çetesi (Now You See Me): 6.5

        Son Ayin: Bölüm II (The Last Exorcism Part II): 3

        Suç Ortağı (Stolen): 4.5

        Şeytanın Ormanı (The Barrens): 1.7

        Vazgeçmem Senden (Celeste & Jesse Forever): 5.4

        Yabancı: 3.5

        Yalnız Gezegen (The Loneliest Planet): 5.5

        Yedi Psikopat (Seven Pyschopaths): 6.2

        Yolda (On the Road): 4

        Yük: 5.4

        Zerre: 5.6

        Zoraki İkili (De l'autre côté du Périph / On the Other Side of the Tracks): 2.8

        Zoraki Radikal (The Reluctant Fundamentalist): 6.1

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar