Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        18 EKİM FİLMLERİ

        Ülkemizde sürekli ötekileştirilen ve halk ağzında ‘Nataşa’ olarak anılan Rus hayat kadını kavramı, burada hoş bir hikaye ile önyargılara karşı çıkıyor. “Sev Beni”, milliyeti sebebiyle hayat kadını olduğuna inanılan Ukraynalı Sasha ile Kiev’e gezmeye giden Cemal arasında iletişimsizlikten doğan, diyalogsuz ama samimi aşkı anlatıyor. Asla duygu sömürüsüne ve ayrımcı ideolojik bakışa kaymadan ilerleyen eser, bu konuda sınıfı geçen, hatırlanacak bir ‘milletlerarası aşk filmi’ omurgası yaratıyor. Yan karakterleriyle eğlendirmeyi, duygusal tarafıyla etkilemeyi, hikaye anlatma sevdasıyla Yeşilçam geleneğine alışık seyirciyi içine almayı beceriyor. Ama “Sev Beni”nin özellikle evrensel kriterlere göre değerlendirince senaryo ve üslup konusundaki zayıf noktaları da gözlerden kaçmıyor.

        “Kara Köpekler Havlarken” (2009) ve “No Ofsayt” (2010) ile biraz Tarantino’nun 90’lardaki kimliğinin Türkiye dışavurumu gibi gözüken Mehmet Bahadır Er-Maryna Er Gorbarch ikilisi bu kez soluğu farklı bir kulvarda alıyor. O iki eserdeki başarısız tablonun burada daha samimi sonuçlar verdiği kesin. Bu durum da filmi zaman zaman yukarı çekiyor. Çıkış noktasında filizlenen hoş hikayeyi doyurabiliyor.

        Seyirciyi memnun edecek bir eser

        “Sev Beni”, Cemal ile Sasha’nın tesadüfi aşkına odaklanıyor. Oradan çıkardıklarını da kendi payına almak istiyor. Bu ‘başka dilde aşk’ göründüğünden farklı gelişiyor. Duygu sömürüsüne sapıp Yeşilçam’a kapılmıyor, romantik-komedi kurallarıyla dolmayıp sevecenliğini dizginliyor ve daha ziyade meselesi olan bir ‘aşk filmi’ olmanın peşine düşüyor.

        Özellikle halk ağzında ‘Nataşalık’ olarak geçen ‘Rus hayat kadınlığı’ mevzusuna ötekileştirilen, ayrımcı yaklaşım asla canlanmıyor. Aksine bunun ötesine geçip her iki tarafa da saygı duyulduğu, tabiri caizse yaşadığına inanıldığı süreç, Güven Kıraç, Murat Şeker ve Yavuz Bingöl’in can verdiği yan karakterlerden de güç alıp zaman zaman seyir zevkine eğlence de katıyor. Mehmet Bahadır Er’in erkek kültürünü yansıtma adına başarısı bu üçlünün diyaloglarına ve sahiciliğine de yansıyor. Bu noktada da aslında seyirci için her duyguyu bir arada yaşama şansı tanıyan bir eserle yüzleşiyoruz.

        Rus hayat kadınlarına karşı olan önyargıları yıkıyor

        Hollywood’un ultra profesyonel tatlarını aramayan, Türkiye’nin popüler geleneğiyle de doyabilen izleyici, hem hüzün hem de neşe dolacaktır filmi izlerken. Er çifti bu durumu iyi yakalıyor. Ukraynalı kız ile Türk erkeğinin etkileşiminde hiçbir yeri rahatsız etmeden, ‘iletişimsizlikten iletişim’ buluyor. Bu kaynağı da oymadan oluruna bırakıyor.

        Aslında bizim alışık olduğumuz hayat kadınlığı mesleği ile meşgul Rus kadınların ya memleketlerinde ya Karadeniz’de ya da İstanbul’da yaşadığı, ataerkil kültüre mensup bir Türk erkeğinin de onun seksiliğine kapılmasıdır. Bunun birçok örneği var. Ama genelde çiğ bir ayrımcılık getiren bu durum buraya yansımıyor. Rus kadınları insan yerine koymayan karton yaklaşım canlanmıyor. “Sev Beni” (2013) ideolojik olarak doğru temeller üzerine oturuyor.

        Hikaye anlatma derdi, üslup sıkıntılarının göze batmasını engelliyor

        Sinemaskop oranında (2.35:1) sinematografi ve kurgu adına canlanan ufak tefek sıkıntılar ise bu etkileşim sayesinde çok fazla göze batmıyor. Yönetmen çifti için işin sinemaskopa sıçraması ‘rahat bir alan’ açmış. Disko sahnesinden ev sahnelerine kadar bir sanat yönetimi tutarlılığı görüyoruz. Sadece girişteki otobüs sahnesindeki ‘araya atılan planlar’ın zamanlama sıkıntısı gözlerden kaçmazken, Yavuz Bingöl’ün lokantasına girilen anda genel planın uzun uzun sallanması bir minimalist kare izlenimi yaratıyor.

        Bunun ötesinde Yeşilçam geleneğinden beslenen Er ikilisinin sanki dertleri hikayelerini anlatmak. Film, bu doğrultuda da bizde Ukrayna menşeli ya da Rus kızların hayat kadını olduğuna dair oluşan önyargıyı yıkarken, bunu oyma adına da sanki erkeklerin çok şiddet yanlısı olduğu alışkanlığını da değiştirmenin peşine düşüyor. İki ruhu iç içe geçirirken tesadüfleri kullanıyor. Bu motifi özellikle senaryonun atardamarına dönüştürüp konuşmamayı da “Başka Dilde Aşk” (2009) misali bir yaklaşımla kutsuyor. Ama “Tesadüfler” (“Serendipity”, 2001) gibi tesadüflerle özenli bir yapı kurma zekasında veya “Bir Konuşabilse…” (“Lost in Translation”, 2003) gibi şehri soyut bir yabancılaştırma aracına dönüştürme kıvraklığında bir yapıt değil karşımızdaki.

        Kültür farklarından beslenen bir aşk

        Sanki filmin amacı daha ziyade “Vesikali Yarim”in (1968) düşüncesini günümüze taşımak. Birbiriyle konuşmadan aşk yaşayan çift de bunun samimiyetiyle içimizi dolduruyor. Kadının fazla soğuk kalması, onun yaşadığı zengin adamla olan ilişkisine, erkeğin birazcık samimiliği ise erkek egemen kültürün içinde kalmasına bağlanabilir. İletişimsizliğin modern dünyada iletişime dönüşebildiği, evliliklerin ya da anlaşmalı yüzüklerin bağlayıcı olduğu gerçeği yüzümüze vuruluyor. Fazla konuşmanın ‘narin’liği bozup bütün duyguları öldürdüğü anlatılıyor. Rusya/Ukrayna-Türkiye arasında kurulan köprüden bu durum gayet iyi özetleniyor.

        Türk sinemasında ‘Rus hayat kadını’ meselesi üzerine söylem olarak en doğru filmlerden biri “Sev Beni”. Ancak Sasha ile Cemal’in ilişkisi bağlamında ‘İngilizce konuşuyorlar mı?’ sorusunun hiç cevaplanmaması, son bölümde dramatik yapının yoğrulmadan kırılgan bir final görmesi ya da Lenin heykeline kesme hamlesi gibi ‘dağıtıcı’ öğeler gözlerden kaçmıyor. Senaryoda mantık boşlukları, tesadüfler ötesinde her şeyi kontrolü altına alıyor. Sınıfsal açıdan yükselen Ukraynalı kadın tanımının altı çok fazla doldurulamıyor. Türkiye’den gelen grubun niye ve ne sebeple böyle bir yolculuk yaptığının muğlaklığı, ana karakterin ‘yazım aşaması’ söz konusu olduğunda hiç de işlevsel durmuyor.

        Evet film, Er’lerin en iyi filmi. Ama yönetmenlerin zamanla daha da gelişmeleri şart. Zira HD artık çok rahat bir alan açıyor sinemaya. “Elveda Katya” (2012) haricinde ‘Nataşalar’ın insan yerine konduğu bir eser görmediğimizden “Sev Beni”, konuşma içermeyen milletlerarası bir aşk filmi olarak bir yerlere adını yazdırabilir. İlerleyen dönemde ‘Yeşilçam geleneği’ üzerinden hatırlanabilir.

        FİLMİN NOTU: 4.5

        Künye:

        Sev Beni

        Yönetmen: Mehmet Bahadır Er, Maryna Er Gorbach

        Oyuncular: Ushan Çakır, Viktoria Spesivtseva, Güven Kıraç, Murat Şeker, Mehmet Bahadır Er, Yavuz Bingöl

        Süre: 88 dk.

        Yapım yılı: 2013

        ÇOK YÖNLÜ BİR BERGMAN FETİŞİZMİ

        Bir bakıma Brian De Palma’nın ilk döneminde Alfred Hitchcock ile kurduğu ilişkiyi Ingmar Bergman ile kuran Hakkı Kurtuluş-Melik Saraçoğlu ikilisi, “Gözümün Nûru”nda kişisel bir hikayeye odaklanıyor. Saraçoğlu’nun Lyon’da görme yetisini yavaş yavaş kaybedip İstanbul’a gelmesini ele alan ‘kurmaca öykü’ bir ‘sinefillik hastalığı’nı merkezine yerleştiriyor. Bize de bir gün vuracak bu kaçınılmaz durum, ‘Tati’ kokan bir mizahla, keskin bir ironiyle, tanımsız bir özgüvenle ve ‘Sine-Göz’ alegorisiyle sarılıyor. Postmodern yaklaşım ise kurgusundan sinematografisine kadar bilinçaltı-gerçeklik arasındaki çizgiyi çok iyi kullanırken, ‘pastiş’ yapısından keyif aldığımız ve kucaklama arzusu yaratan bir filmle yüzleşmemizi sağlıyor.

        Ülkemizde sinefil yönetmenler film çekmeyi sürdürdükçe yedinci sanat ürünleri de bir o kadar bilinçleniyor. Hakkı Kurtuluş-Melik Saraçoğlu ikilisi, bu konuda başvurulacak en uygun adreslerden biri. “Orada”nın (2009) başarısının ardından, otobiyografik belgesel “Bergmanya’ya Yolculuk”la (2011) da benliğini kanıtladı. Burada ise yönetmenlerin her zamanki kişisel diyarlarında geçen sinemasal bir yolculuk bizleri bekliyor. “Gözümün Nûru”nun (2013) esas özelliği de bu detayda canlanıyor. Fellini’nin “Sekiz Buçuk”la (“Otto e Mezzo”, 1963) kurduğu ilişkiye benzer bir serbestlikle karşılık bulmasıyla…

        Bergman’ın eli ‘Sine-Göz’ yoluyla “Amélie”ye değmiş gibi

        Docudrama, biyografik film veya ne derseniz deyin burada bir sinefilin içsel dünyasına odaklanıyoruz. Saraçoğlu’nun ta kendisinin ‘sinema’nın insan bedenine, duyularımıza verdiği ‘tatlı zararlar’a muzip bakışına odaklanıyoruz. Ama bu muziplik çok aşırıya kaçmıyor, dengeli bir Amerikan bağımsızı ruhuna yaklaşıyor. ‘Sine-Göz’ün katmanlarına dinamik bir aşı yaparak ‘ben gözüm’ün görsel ve ruhsal anlamlarını arıyor. Böylece işlevsel göndermeler yerli yerine otururken yönetmen ikilisinin çok sevdiği anlaşılan Bergman’ın 60’lı yıllardaki siyah-beyaz ve soyut film modelini postmodernize etme anlayışı devam ediyor.

        Ama sanki “Yaban Çilekleri”nde (“Smultronstället”, 1957) ölüm arifesindeki karakterin yaşadığı varoluşçu ‘bilinçaltı-gerçek’ arasındaki gidip gelme burada genç karakterin üzerinde enerji kazanıyor. Onun her sinefil için ölüm anlamına gelebilecek ‘görme yetisini kaybetme’ şokunu yaşamasının devamında içsesinin katkısıyla bir yerlere ulaştığı görülüyor. Tonlama açısından o filmi “Amélie” (“Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain”, 2001) ile buluşturan bir samimiyet harekete geçiyor. Yeşilçam melodramlarının cızırtılı video görüntüleri ile kimi yabancı filmlerden yaratılmış sahneler/esas sahneler üst üste bindiriliyor. Sinemaskop oranında bu zamana değin yapılan her şey seyircide filmi kucaklama arzusu yaratıyor.

        Çekim ölçeklerinin yarattığı psikolojik hassasiyet ironik bakışa katkı yapıyor

        George Gershwin’in Rhapsody in August şarkısı filmin ruhuna cuk otururken, Lumière Kardeşler, Dziga Vertov, Jacques Tati, Luis Bunuel gibi isimlere genelde görsel göndermeler de her şeyin ardına yerleşiyor. Çok yakın planlar, yakın planlar, ara planlar bir psikolojik hassasiyet getirirken, uyum kesmesi, şok kesme gibi tekniklerin yanı sıra kurgunun dengeli dinamizmi gözlerden kaçmıyor. Sanki Yeşilçam melodramlarındaki ajitasyonla işleyen körlük hikayelerinin ti’ye alınıp sessiz ve modern sinema serüveninden parçalarla yoğrulduğu bir eser izliyoruz.

        Renk skalasında ‘beyaz’ın öne çıkması “Körlük” (“Blindness”, 2008) misali gözleri kör etme etkisi yaratırken, ‘siyah’ın da rüya sahnelerindeki kullanımı birazcık ‘melankoli’ aşılıyor. Saraçoğlu’nun bakış açısı planlarında netlik ayarının çok yönlülüğü, kadrajın bir tarafının kapalı olması taktiği ve daha nice numara ‘film modeli’ni besliyor. Vertov’un sinemaya getirdikleriyle kişisel bir hikaye üzerinden oynanıyor. Böylece aslında çöküş dönemi coşkulu hale gelirken, tüm sinefilleri bekleyen tehlike de ironik bir bakışla resmediliyor. ‘Sinema sinemaya bakıyor’ meselesi Hollywood’dan ziyade Avrupa geleneğine yakın bir yaklaşımla sarılıyor. Fellini, Truffaut, Godard gibi isimlerin film çekim süreciyle ilgili eserlerine Saraçoğlu-Kurtuluş ikilisinden bir cevap geliyor.

        De Palma’nın Hitchcock ile ilişkisinin bir benzeri Bergman için canlanıyor

        Yönetmenler bir bakıma De Palma’nın ilk yıllarındaki Hitchcock ile kurduğu ilişkinin bir benzerini Bergman ile kuruyor. Burada ise “Kutlama” (“Greetings”, 1968) ve “Merhaba, Anne!” (“Hi, Mom!”, 1970) mizahi bakışını akla getiriyor. Onun geleneğini ‘pastiş’ bir yapıyla yoğuruyor. “Endülüs Köpeği”nden (“Un Chien Analou”, 1929) “Holiday”e (“Jour de Fête”, 1949) uzanan lezzetli parçalar bulduğumuz katmanlı bir yapının sözünü veriyor.

        Bir sinefil beyninin dehlizlerinden pür neşe dolaşmamıza, biraz dramatik bir hikaye eşliğinde odaklanıyor. De Palma’nın tür sinemasını, Guy Maddin’in sessiz sinemayı besin kaynağına dönüştürdüğü pastiş dünyası, Avrupa sinemasının ana karnından beslenir hale geliyor. “Orada”nın ölüm kavramının peşindeki ruhsal, hüzünlü yolculuğu burada daha kişisel hale geliyor. “Bergmanya’ya Yolculuk”un tutkusu, fetişizmi, saygı duruşu algısı devreye giriyor. Bergman’ın ara döneminin film modeline Yeşilçam melodramları, Bunuel gerçeküstücülüğü, Tati mizahı ve Vertov’un Sine-Göz kuramının kriterleri monte edilince ‘postmodern coşku’ “Gözümün Nûru”nu capcanlı bir sinema ruhuyla kaplıyor.

        FİLMİN NOTU: 6.9

        Künye:

        Gözümün Nûru

        Yönetmen: Hakkı Kurtuluş, Melik Saraçoğlu

        Oyuncular: Melik Saraçoğlu, Bilgin Saraçoğlu, İsmail Saraçoğlu, Ahmet Saraçoğlu, Öykü Altuntaş, Hakkı Kurtuluş

        Süre: 78 dk.

        Yapım yılı: 2013

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Ailem İçin (At Any Price): 4.7

        Arınma Gecesi (The Purge): 7.5

        Ateşli Aynasızlar (The Heat): 2.5

        Baldan Acı (More Than Honey): 4.7

        Bir Hayalimiz Vardı (Ginger & Rosa): 4.5

        Bu Aşk Fazla Sürmez (I Give it a Year): 5.5

        Büyükler 2 (Grown Ups 2): 1.9

        Cinayet Tezi (Tesis Sobre Un Homicido / Thesis on a Homicide): 5.3

        Çılgın Hırsız 2 (Despicable Me 2): 6

        D@abbe: Cin Çarpması: 1.4

        Diana: 4.5

        Elysium: Yeni Cennet (Elysium): 7.6

        Geçmişin Sırları (The Company You Keep): 5.5

        Genç Çıraklar (The Intership): 3.9

        Göster Gününü (Kick-Ass 2): 6.5

        Günce: 2.8

        İki Kafadar: Chinese Connection: 1.9

        Jobs: 3

        Kalbim Sende (Don Jon): 4

        Karanlık Şerit (Möbius): 5.5

        Katliam Gecesi (You’re Next): 3.4

        Kim Ki-Duk’tan (Moebius): 6.5

        Kirli Oyun (Freelancers): 2.8

        Korku Seansı (The Conjuring): 6.5

        Kutsal Motorlar (Holy Motors): 9.6

        Manyak (Maniac): 6

        Mavi Yasemin (Blue Jasmine): 5.2

        Menekşe’den Önce: 5.5

        Meryem: 4.1

        Neva: 2

        One Direction: This is Us: 4

        Ölümcül Oyuncaklar: Kemikler Şehri (The Mortal Instruments: City of Bones): 4.9

        Ölümsüz Aşk (Bypass): 4.7

        Ölümsüz Polisler (R.I.P.D.): 7.5

        Pasifik Savaşı (Pacific Rim): 4

        Percy Jackson: Canavarlar Denizi (Percy Jackson: Sea of Monsters): 6

        Pırıltılı Hayatlar (The Bling Ring): 6.8

        Red 2: 3.8

        Riddick: 5.3

        Samsara: 6.5

        Sanal Hayatlar (Disconnect): 6.5

        Savaşın Gölgesinde (Lore): 7.5

        Sen Gitmeden Önce (Not Fade Away): 5.2

        Son Konser (A Late Quartet): 5.5

        Son Moda Aşk (20 ans d'écart / It Boy): 3.5

        Şeytan Tohumu (The Possession): 3.5

        Şeytan-ı Racim: 3.4

        Şimdiki Zaman: 3

        Şirinler (The Smurfs 2): 3

        Uçaklar (Planes): 4.5

        Ustura Dönüyor (Machete Kills): 4

        Yem (Bait): 1.6

        Yerçekimi (Gravity): 3.8

        Zafere Hücum (Rush): 7.5

        Zamanda Aşk (About Time): 6.7

        Zorlu İkili (2 Guns): 5.9

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar