Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        6 ARALIK FİLMLERİ

        İki kaybeden karakterin dokunaklı dostluğunu ya da imkansız aşkını, absürd komedi ile onaran, Amerikan bağımsız sineması ruhlu bir yerli film. “Yozgat Blues”, ‘blues’suz evreninde kültürel müziğin değerinden ziyade anlık mutluluğu servis etme derecesine vurgu yapıyor. Buna odaklanırken Ercan Kesal, Ayça Damgacı, Nadir Sarıbacak gibi oyunculardan güç alıp, Roberto Benigni-Jim Jarmusch ilişkisine Alexander Payne insancıllığını ekliyor. Özenli sinematografisinden akılda kalıcı karakterlerine kadar her şeyiyle olgun bir yönetmenin işi olduğunu kanıtlıyor.

        “Bir Konuşabilse...”nin (“Lost in Translation”, 2003) film modelini Türkiye’ye uyarladığı “Uzak İhtimal” (2009) ile dikkat çeken, belki de sinemamızın en önemli aşk filmlerinden biriyle çıkagelen Mahmut Fazıl Coşkun’un ikinci projesi... “Yozgat Blues”, isminin çekiciliğini 96 dakikalık rafine süresi boyunca taşıyan, hem hüzünlü hem eğlenceli anlar bulunduran bir müzisyen başarısızlığı hikayesi sunuyor. Bunu yaparken de ‘karakter draması’nın son dönem Amerikan bağımsız sinemasındaki ‘mizahi’ katmanlarında bir yolculuğa çıkıyor.

        Hayatları aynı yolun başında kesişen iki yufka yürekli karakter

        Yönetmen bir kez daha ‘indie’ ruhu ile etrafımızı donatıyor. Ancak ilk filmindeki posmodern duruşu ve Sofia Coppola etkisini çok ileriye taşımıyor. Bu kez Jim Jarmusch, Alexander Payne, Wes Anderson gibi yönetmenlerin işlerinden ve belki de usta Finli yönetmen Aki Kaurismäki’den feyz alıyor. Minimalist uyruklu bir komedi anlayışını, bir kuşak çatışması komedisine, dokunaklı bir aşka ya da unutulmaz bir dostluğa kadar ulaştırıyor. 70’lerin Fransız şarkılarını söyleyen 58 yaşındaki müzisyen-müzik öğretmeni Yavuz ile sucuk tanıtımı yaparak hayatını kazanan 30 yaşındaki öğrencisi Neşe’nin öyküsü bir anlamda aynı yolun başında kesişiyor.

        İkisi de yeni bir başlangıç arayışı içinde soyut bir yolculuğa çıkıyorlar. Yavuz, artık aynı şeyi yapmadan sıkıldığını zaten ilk sekansta düştüğü durumla da belli ediyor. Alt açıdan gördüğümüz ‘alışveriş merkezi’ görüntüsü fazlasıyla trajikomik. Çerçevenin bir tarafında yabancı dilde bir şeyler söyleyen karakter Jarmusch’un Roberto Benigni’den aldığı sonuçlara benziyor belli oranda. Alexander Payne’in “Schmidt Hakkında”sındaki (“About Schmidt”, 2002) Jack Nicholson’ın konumu ve ironik varoluş serüveni akla geliyor.

        Yan karakterler soyut etkileşimi bozmaya, sarsmaya yönelik

        Devamında da yönetmen bu karikatür gibi çizilen karakterin diyaloglarını ince eleyip sık dokuyor. Arka plandaki doğal renkleri terk etmeden hafif sallantılı kamera kullanımının izinde alevlendiriyor. Yavuz’un yalnızlığı ve yabancılaşması, soyut bir ‘yaklaşım aracı’yla, Neşe’yle canlanıyor. Onun da renkliliği bir anlamda sinemaskop formatının iki tarafına yerleştirilince anlamlı olan, bunun dışında flu bırakılan arka boşluğu değerli hale getirmek.

        Coşkun, Yozgat’ın yolunu tutan bu org başındaki karakterleri, kuşak çatışması ya da mesleki kaybeden olma durumlarıyla yorumluyor. Karitürize Yavuz’un Şener Şen’e, ‘Muhsin Bey’e uzanan portresi, sanki Neşe’nin yabancılaşmadan çıkardığı evlilikle karşılık buluyor. Araya sızan Tansu Biçer ve Nadir Sarıbacak ise sabit duran kameranın arka tarafından sıçrıyorlar. Büyük oranda da sabit kameraların içerisinde gözükmeden bu ikilisinin soyut etkileşimini, büyüsünü bozmaya çalışıyorlar. Yozgat bir anlamda adım atılmak istenmeyen, bu sebeple de geriye itilen, ‘ara yolda uğranılan şehir’ işlevi görüyor.

        Yönetmenlik Jim Jarmusch, dramatik akış Alexander Payne

        Diyaloglu absürd komedi geleneğini transfer ederken, sanki yönetmenlik konusunda Jarmusch’tan destek alıp, karakter yaratırken Anderson-Kaurismäki arasında gidip gelirken, dramatik akış açısından Alexander Payne’i gözümüzün önünde canlanıyor. Flu boşluk bırakan teleobjektiflerin ve yakın planların, Yozgat’ı görmemizi engellemesi de önemli bir ‘hiççi gözlem’e yol açıyor. Asla Orta Anadolu’da bir yerde olduğumuzu hissetmezken, bu mekan soyutlaştırılarak bir ‘ikili etkileşim’ aracına dönüşüyor.

        Başka yerde bu kadar ateşlenmeyecek kıvılcımlar, burada çok kolay açığa çıkıyor. Oyuncuları bize yaklaştırıp psikolojik sıkışmayı daha derinden hissettiriyor. Nihayetinde soyut insanlar galerisi de yabancılaşma platformunda farklı türden müziklerin katkısıyla canlanıyorlar. Alt sınıfa mensup bu iki karakterin ‘anlık göç’ü bir anlamda nefes alma adına zaman-mekan ilişkisini umursamayan bir farkındalık yaratıyor.

        Gerçek blues filmi değil

        Dokunaklı olma durumu bir umut tablosuyla tamamlanırken, açılış-kapanış dengesindeki tutarlılık, ucu açıklık da önem arz eder hale geliyor. Mahmut Fazıl Coşkun, bir kez daha Amerikan bağımsız sinemasından bir köşeyi sinemalaştırırken, bence bu kez insancıllığı abartıyor. “Uzak İhtimal”in tavizsiz yabancılaşma atmosferini canlandırmıyor. Oradaki dini sıkışmışlığa yapılan Sofia Coppola vurgusu burada yok. Ancak bu da mekan, proje ve atmosfer adına bir tercih. Buradaki mizahi tablo da gayet başarılı bir modern komedi cetveline ulaşıyor. Dünya sinemasında furyaya dönüşen entelektüel minimalist komedilerden (genelde Aki Karusmäki, Tsai Ming-Liang, Takeshi Kitano imzalı) bir tane de Türkiye’de canlanıyor.

        “Yozgat Blues”, çeşitli karakterlerden ve geleneklerden beslenen, abartmadan, bağırmadan güldürebilen bir oyunculuk kıstası sunuyor. Kesal, Sarıbacak ve Biçer oldukça başarılılar. Toplumsal anlamda cehaletin diz boyu olduğu dünyamızda ‘müzik ve sinema’nın geldiği nokta adına ilginç adımlar da atıyor film. İsminin değerini ise büyük oranda müzisyen biyografisinin başarı hikayesini yıkıp ironik bir karakter draması omurgasına transfer etmekte buluyor. Filmin ‘blues’ içermeden melez bir müzik skalasını takip etmesi, başlı başına bir absürt mizah damarını harekete geçiriyor aslında.

        FİLMİN NOTU: 6.5

        Künye:

        Yozgat Blues

        Yönetmen: Mahmut Fazıl Coşkun

        Oyuncular: Ercan Kesal, Ayça Damgacı, Tansu Biçer, Nadir Sarıbacak

        Süre: 95 dk.

        Yapım yılı: 2013

        ARANAN İKİLİ

        Stand-up’çı Richard ‘Cheech’ Marin ve Tommy Chong’un perdede yedi filmlik bir serüvene çıkan Cheech & Chong karakterleri, özgürlükçü dönemde uyuşturucu bağımlılığından besleniyordu. Ahmet Kural ile Murat Cemcir ise onların karikatürize ruhlarını ve mizaçlarını alıp, kaba komediyi ağzın laf yapma becerisine dayandırarak Anadolu’da eğlence arıyor. “Düğün Dernek”, onlara alan açarken BKM’nin aşıladığı prodüksiyon kalitesiyle de belli bir tutarlılık içeriyor. Ama daha ziyade üretim oranı günbegün artan komedi filmlerinde aranan ‘yerli komedi ikilisi’ni sinemaya kazandırması açısından değerli.

        Türk sinemasının popüler kanadında üretim arttıkça melodram ve komediye de açılan alan aynı oranda fazlalaştı. Bu durum kaliteli isimlerin veya yaratıcıların ortaya çıkmasına ne kadar yarıyor tartışılır. Ancak Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Ata Demirer, Şafak Sezer, Yılmaz Erdoğan gibi büyük oranda isimleriyle kalkınan ve tek başına eğlendirebilen komedyenlerin yanına yenileri de çok zaman geçmeden ekleniyor.

        Yeni ‘Metin Akpınar-Zeki Alasya’ ihtiyacını dolduracaklar mı?

        Bu alanda bana kalırsa, ‘komedi ekibi’ni ‘BKM Mutfak’ın aradan çıkardığını düşünürsek, ‘Metin Akpınar-Zeki Alasya’ çiftinin yerini dolduracak bir komedi ikilisi aranıyordu. Çöp ve plansız güldürü “Çalgı Çengi” (2011) ile piyasaya giren Ahmet Kural-Murat Cemcir ikilisi bu konuda fazlasıyla umut vaat eden isimler. ‘İşler Güçler’in çıkışıyla önlerine bir alan açıldı. Burada da BKM’nin prodüksiyon desteğini arkalarında bulmuş gözüküyorlar.

        “Düğün Dernek” (2013), Sivaslı iki adamın karikatürize hallerinden mizah çıkarıyor. Kural ile Cemcir’in ağızlarının laf yapma becerisiyle de güldüren skeçlere açılıyor. Senarist-yönetmen Selçuk Aydemir’in koltuğunda oturup, Çağrı Türkkan’ın kurgu, Türksoy Gölebeyi’nin sinematografi katkısıyla bir ‘kalite’ ile doldurulduğu söylenebilir. Böylece en azından “Çalgı Çengi”nin üzerinde bir film karşımıza çıkıyor.

        Kaba komedinin modern dünyaya uydurulması yerinde hareket

        Aslında Kural ile Cemcir’in yanlarına Rasim Öztekin ile Barış Yıldız’ın dahil edilmesi ekibi genişletiyor. Marx Kardeşler kıvamında bir dörtlü grup karşımıza çıkıyor. Tüpçü ve tüccar tiplerine öğretmen ve aile reisi tiplemeleri ekleniyor. Sırrı Süreyya Önder ve Emel Sayın’ın da katkısıyla ‘kaba komedi’nin günümüze, modern dünyaya uydurulmuş mizacından iki ‘sakar’ tipin koşuşturmacasını izliyoruz. Fikret ve Çetin’in orta yerde gerçek bir sinema filminde buluştuğunu söylemek çok kolay değil.

        Özellikle son 20 dakikadaki düğün bölümünün çok ‘doldur boşalt’ yerleştirildiği, senaryo matematiği açısından yerlerde süründüğü net. “Sümela’nın Şifresi: Temel”de (2011) Rus kötü adam tiplemelerinin çiğliğinin bir benzerinden buradaki Balkan karakterler için bahsetmek mümkün. Bu da son 35 dakikayı ‘niye var?’ diye izlememizi sağlıyor.

        Adeta ülkemizin ‘Cheech & Chong’u denebilir

        Ama karakterlerin balık gözü objektiflere yakın plandan alınan genel planlarda bakma zekası bile görsel komedi lezzeti getiriyor. Rüya sekansları eğlendiriyor. Daha ziyade de bu aksandan karikatürize hallere kadar Anadolu kimliğine bağlanan her şey ‘Vizontele’yi seven kitleyi hedef alıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse “Düğün Dernek”, ondan bu yana üretilip gişe hedefleyen eserlerin ‘seviye’sinin çok üzerinde konumlanıyor. Fakat Kural ile Cemcir’in kaynakları daha farklı gibi.

        Richard ‘Cheech’ Marin ile Tommy Chong’un 1978’de “Up in the Smoke” ile sinemaya taşıdığı Cheech & Chong ekibi, yedi filmde maceralarına devam etmişti. Stand-up arka planlı ikili, büyük oranda uyuşturucu almış zihnin yapabileceklerini ‘yol komedisi’ formatında canlandırmıştı. Özgürlükçü dönemde bu iki hippi karakter, güldürme şansı yakalamıştı. Karikatürize halleriyle rahatsız etmeden bir zaman diliminin yaşayışına ayna tutmuşlardı.

        Buradaki karakterler ise Türk insanının karikatürize gerçeklerini iğneliyor. Bu gözlemden katmanlı tiplemeler çıkarıyor. Karikatirüze duruş, Kural’ın siyah, Cemcir’in beyaz saçlarıyla dengeleniyor. Ama özellikle Kural daha komik ve daha öne çıkıyor. “Düğün Dernek”, bir de komedi ikilimizin ulusal arenada isim getirmesi adına önemli bir çalışma.

        FİLMİN NOTU: 3.9

        Künye:

        Düğün Dernek

        Yönetmen: Selçuk Aydemir

        Oyuncular: Ahmet Kural, Murat Cemcir, Rasim Öztekin, Devrim Yakut, Barış Yıldız

        Süre: 94 dk.

        Yapım yılı: 2013

        YÖRESEL EZGİLERLE ‘SONSUZ FİRAR’

        Sam Peckinpah’ın “Sonsuz Firar”ının hikaye yapısına Terrence Malick’in yeni yönetmenlik stilini uygulamaya çalışan “Ölümsüz Aşk”, yetenekli bir yönetmenin doğuşunu müjdeliyor. 70’lerin Post-Vietnam döneminde kırsal bölgelerin adaletsizliğe, şiddet eğilimine ve ataerkil düzene alan açmasını, aşk, cinayet ve evlilik üzerinden ‘firar’ kavramıyla paralel olarak tanımlıyor. Büyük oranda karşımıza ‘Vahşi Batı’dan yükselen büyülü kaydırmalar, iyi çekilmiş kareler, onları ahenkle bitiştiren hikaye kurgusu kıvraklığı ve etkileyici bir müzik bandı çıkarıyor. Ama günümüzde Andrew Dominik’in önderlik ettiği Avustralya sinemasının stilize ve dinamik kuşağı kadar yaratıcı olamıyor.

        70’lerin anti-kahramanlı suç filmlerinin hayranı gibi gözüken David Lowery, Sundance’den ödüllü ikinci kişisel sinema filminde çok fazla engel aşmak zorunda kalmıyor. Kendi yapmak istediğini peliküle müthiş bir ruhla taşıyor. Sinematografi, kurgu ile müziği gerçek bir ahenkle birleştiren eser için ‘hipnotik’, ‘şiirsel’ ve ‘stilize’ sıfatları ‘kısım kısım’ kullanılabilir. Ama bunlardan yola çıkan oklar, Andrei Tarkovsky, Wong Kar-Wai, Michael Mann ve hatta yeni Terrence Malick gibi isimlere sadece yönelmekle kalıyor.

        “Sonsuz Firar”, şiirsel ayraçlar ve lineer olmayan hikaye kurgusuyla ambale oluyor

        Lowery, daha ziyade Peckinpah imzalı “Sonsuz Firar”ın (“The Getaway”, 1972) hikaye yapısını kullanıyor. Orada Doc’un (Steve Mcqueen) eşi Carol’ın hapishane müdürünü ikna etmesiyle birlikte çıktığı ‘varoluşçu yolculuk’un bir benzeri burada da canlanıyor. Ama Bob Muldoon, gerçek bir suçlu değil. Aksine adalet sisteminin kokuşmuşluğuna isyan ediyor. İşin ucunda da ‘eşimi ve çocuklarımı göreceğim’ gibi melodramatik bir motivasyon yatıyor.

        Lineer olmayan hikaye kurgusu filmi esas sırtlayan öğeye dönüşürken görüntü yönetmeni Bradford Young’un leziz kaydırmaları ile Daniel Hart’ın yöresel ezgileri bir ‘anlam bütünlüğü’ yaratıyor. Şiirsel montaj sekanslar, doğanın ve karanlıklaştırılmış renklerin katkısıyla bir baskınlık yaratıyor. Bu beslenme ise 2000’lerde yükselişe geçen Avustralya sinemasının dinamik jenerasyonunu akla getiren bir eserle yüzleştiriyor bizleri.

        “Cennet Günleri”nin coğrafyasında “Hayat Ağacı”nı canlandırıyor gibi

        Ama Andrew Dominik’in o alanda yaptığı ‘erkek filmi’ algısından bir işçilik, bir hassasiyet, bir devrimcilik göremiyoruz burada. Aksine yönetmen, o yükü ağır görselliği biraz dengeli bir üslupla taçlandırıyor. Müzikle tempoyu arttırırken, cinayet anını merkeze yerleştirdikten sonra, ileriye veya geriye kaydırmalarla ilerliyor. Yolda yaşayan baba ile evdeki annenin durumlarını karşılaştırıyor. Günümüz Amerika’sının az gelişmiş bölgelerinde, ‘ataerkil’ düzenin ‘reis’inin uzakta kalmasıyla oluşabilecek ‘erkek zalimliği’ne dikkat çekiyor.

        Özlemi, hasreti minimalize ve estetize ederken, içseslerden besleniyor. Turuncunun, kahverenginin dokusundan, hüznü dolduran ‘sonbahar’ görünümüne uyumlu bir renk paleti belirliyor. Sanki “Cennetin Günleri” (“Days of Heaven”, 1978) ya da “Kanlı Toprak” (“Badlands”, 1973) coğrafyasında “Hayat Ağacı” (“The Tree of Life”, 2011) görselliğini canlandırıp tempoyu o zamana yanaştırmış gibi duruyor. Robert Altman’ın dönemde sevdiği mesafeli ve koyu renklere odaklı duruşu canlandırırken ‘katil aşıklar filmi’ne bireyleri ayırarak tam ortadan bakıyor. Hapishaneden kaçış filmleriyle de bağ kuruyor.

        Sinematografisiyle dikkat çekerken ritim sorunları gözlerden kaçmıyor

        Lowery, şiirselliği ve hikaye kurgusu oynamalarını kullanarak aslında değerli bir iş dokuyor. “Sonsuz Firar”ın Peckinpah ruhu kokan dokusunu Robert Altman’ın ilk dönemi ile Andrew Dominik arasında duran bir üslupla yoğuruyor. Ama aralarda doğal ışıkla ince ince dokunmuş güçlü sinematografinin, bazı kadrajları unuttuğu gözlerden kaçmıyor. Işık kullanımı tutarlı olsa da çerçeve ve ritim konusunda bazı sıkıntılar var. İki kişilik kurgu ekibi adeta bazı yerlerde dinlenmiş izlenimi yaratıyor. Filmin duygusunu ve meselelerini yukarıya taşıyamıyor. Altman’ın mesafeli duruşuyla Malick’in stil arzusunu birleştirmek gibi büyük bir yükün altına girilmesi zorluk derecesini yükseltiyor. Böylece bazı sahnelerde ‘konsantrasyon’u kaybetmek, es vermek kaçınılmaz hale geliyor.

        “Ölümsüz Aşk” evlilik, silah, cinayet, aile gibi kavramlar ışığında bir derin Amerika portresine odaklanıyor. Etkileyici müzikleri, şiirsellik katan kurgusu ve sinematografisiyle bir işlev üstleniyor. Fazlasıyla da beslendiği noktadan ileri gitmemesiyle değer kazanıyor. Polis karakterinin yüklendiği ‘western’ dokusu ise sanki ‘western-noir’a kaykılan dünyayı anlamlı kılıyor gibi. Hikaye kurgusunun lime lime edilmesi, değerli bir ‘bilinçaltı’nı kullanma numarası olarak canlanıyor. ABD’nin batısının kanayan yaraları böylece vicdan, güven gibi meselelerle canlanıyor. Melodram, western, katil aşıklar filmi ve hapishaneden kaçış filmi kendilerine birleşecek pastoral bir alan buluyor.

        FİLMİN NOTU: 5.9

        Künye:

        Ölümsüz Aşk (Ain’t Them Bodies Saints)

        Yönetmen: David Lowery

        Oyuncular: Casey Affleck, Rooney Mara, Ben Foster, Keith Carradine, Nate Parker

        Süre: 97 dk.

        Yapım yılı: 2013

        DİZİ KIRILGANLIĞINDA YEŞİLÇAM GÜZELLEMESİ

        İsminin klişeliğine rağmen, aslında geleneksel bir Yeşilçam melodram değil karşımızdaki. “Kızım İçin”, bir baba ile kızının yıllar sonra aniden karşılaşıp iletişime geçmesinin yarattığı ‘şok’ anlarının ya da bunların abartılmasının filmi olarak anılabilir. Ama esasen Yeşilçam güzellemesi yapan ‘kitsch’ dünyasının anlamı, tutarlılığı veya doğruluğu ile incelenmeyi hak ediyor. Ama senarist-yönetmen Hakan Haksun, TV dizisi alışkanlığını üzerinden atamazken, Onur Ünlü kadar iğneleyici, yapıbozucu ve radikal olmamanın, ‘nostaljik’ kalmanın acısını çekiyor sanki.

        Geçmişin Yeşilçam melodramları ile günümüzün TV dizilerinin arasında kurulan köprüden herkes haberdardır. “Kızım İçin” (2013) de sanki bu bağlantıya kafayı takıyor. Tuncer’in, kendisini tanımayan kızı ile ilişkisini merkeze yerleştiriyor. Böylece aslında beklentimiz standart bir baba-kız melodramı oluyor.

        Bilinçli bayağılık neye alamet?

        Aslında ölüm, kayıplar, hafıza, cinayet gibi kavramlar ışığında Safa Önal, Orhan Elmas isimlerini akla getiren bir süreç de oluşuyor. Ama film tam anlamıyla o doğrultuda gitmiyor. Aksine yapay, kitsch (bayağılık estetiği) bir dünya yaratmaya çabalıyor. Babanın evindeki masalsı yaklaşımdan tutun kendisinin Ayhan Işık’vari bir Yeşilçam delikanlısı çakması gibi durmasına kadar her şey ‘bayağılık’a yoğunlaşıyor.

        Film de bu doğrultuda melodram malzemelerini ‘sonuna kadar ağlatan sahneleri abartma’ düşüncesi ışığında planlıyor. Bir anda yükselen müzikle rekor kıran ‘skeç’ler arasında fazla bağ kurulmuyor. Sanki dizi ayraçları devreye giriyor. Bu durum da babanın karikatürize hali ile kızın masumiyetini nereye götürüyor tartışılır.

        Kaba komedi hantallığı taşıyan Yeşilçam melodramı omurgası

        Ancak bana kalırsa “Kolay Para” (2002) ile vasat bir suç filmi denemesi veren Hakan Haksun, ‘sinema’ perdesine adına birazcık düşünmüş. Bunu ‘son vuruş’ adına zirveye taşıyamıyor. Ama sanki “Ömerçip” (2003) ve “Acı Aşk” (2009) gibi bir ‘Yeşilçam parodisi’ne meyletmesi daha iyi olurmuş son celsede. Yeşilçam güzellemesi yaparken, bu kadar karakterin kalıplarını yıkmadan yapmak biraz garip duruyor.

        Filme kaba komedi hantallığı taşıyan bir melodram omurgası yüklüyor. Bunun ‘ayrıksı’ hali ilk bakışta ‘çöp bir TV dizisi’ bütünü gibi dursa da zaman geçtikçe gelen ‘şok kesmeler’ veya ‘şok efektleri’ bir anlam kazanmaya başlıyor. Dikinciler’in karikatür baba tiplemesi Yeşilçam alegorisi olarak anlamlı hale gelirken, Eda Ece’nin sarışın ve aptal kız tiplemesi ‘tutmuyor’ değil.

        Daha kurnaz bir yönetmen öyküyü rayına sokabilirmiş

        Ama ‘kurgucu’ için ‘kurgu yönetmeni’ ibaresini belirleyen, müzikleri de ‘keman’ın gaza basmasıyla özetleyen Yeşilçam ruhu yer yer filmi esiri altına alıyor. “Acı Aşk”ın Onur Ünlü-Taner Elhan cinliğinden bir tane daha arar hale geliyoruz. Oradaki yapıbozucu estetikten ziyade burada TV ekranında canlanacak bir Yeşilçam güzellemesi akıyor sanki. Mimiklerden yan karakterlere, kan akış oranına kadar her şey bunu anlatıyor.

        Dikinciler-Ece ikilisi yer yer oturuyor. Geleneksel karton melodram kalıpları tercih edilmiyor. Ama Haksun’un dizi alışkanlığı da bir çırpıda silinemiyor. Örneğin açılış sekansı koymadan sinema filmi çekmeye çalışması bu konuda getirilebilecek eleştirilerden biri. Açılış jeneriği baştan kurgulanmalıymış. Bunun yanında müziklerin el bebek gül bebek hali melodram aşkı anlamına geliyor. “Kızım İçin”, daha sinsi bir yönetmenle mizahi duruşunu belirleyip, içindeki sürprizi sona saklamakla ‘kalbe hançer saplama’ arzusunu tersine çevirebilirdi. Böylece hem alegori yerine ulaşırdı, hem de melodram izleyen kitlenin ağlatılma arzusu tersyüz edilebilirdi.

        FİLMİN NOTU: 3

        Künye:

        Kızım İçin

        Yönetmen: Hakan Haksun

        Oyuncular: Yetkin Dikinciler, Eda Ece, İnci Türkay, Berke Üzrek, Hakan Altıner

        Süre: 100 dk.

        Yapım yılı: 2013

        ÇÖP BREAKDANCE FİLMİ

        “B-Girl”ün erkekler için çekilmiş versiyonu olarak anılabilecek “Yılın Savaşı”, bir dans yarışmasının etrafında dolaşıyor. ‘B-Boy’ adlı breakdance yapan erkeklerin arasından, beşinci sınıf oyunculuklar, çağdışı bir dramatik yapı, kartonluk rekoru kıran bir başarı hikayesi ve boyutsuz bir estetik çıkarmaya çalışıyor. Koreografilere odaklanmadan kendini ciddiye almak ise Benson Lee imzalı eseri ‘çöp dans filmi’ olarak anmamızı sağlıyor.

        “Planet B-Boy”un (2007) yönetmeni Benson Lee, sokaklarda yeşeren dans kültürüne burada da bakış atıyor. Gençlerin grup danslarının arasına sızarken bunu bir uluslararası yarışma üzerinden canlandırıyor. “B-Girl” (2009) ile akrabalık gözlerden kaçmazken, adeta onun geniş çaplı ve erkek versiyonu ile yüzleşiyoruz.

        Başarı hikayesi dokuma arzusu filmin sonunu hazırlıyor

        Ama burada kurmaca filme transfer olan eserin en büyük zafiyeti beşinci sınıf oyunculardan (Josh Holloway hariç) ‘geleneksel drama’ çizgilerinde bir başarı hikayesi dokuma arzusu. Bütün çiğlikler böylece göze batarken inandırıcılık zedeleniyor. Her şey plastik duruyor. 110 dakikalık süre ise bu belgesel arka planını doldurmaya yetmiyor.

        Benson Lee kariyerinin ilerleyen bölümünde iyi bir koreograf olabilir. Ama “Yılın Savaşı” (“Battle of the Year”, 2013), üç boyutlu olmasına karşın orantısız görüntü erozyonuna ulaşırken sıkıntı yaşamıyor. Gerçek bir ‘kitsch’ eğlence olarak köşesine çekilirken ‘çöp filmler’ arasındaki yerini garantiliyor.

        “Sokak Dansı 3”deki koreografi zekası mumla aranıyor

        En azından üç boyutlu “Sokak Dansı 3” (“Step Up 3”, 2010) gibi zeki örneklerin ‘B sınıf koreografi şovu’na odaklanma tercihini beklediğimizde ise bir karşılık bulamıyoruz. Orada da amatör oyuncular John Woo’nun aksiyon geleneğinin benzerine ulaşıp, John Chu’dan ‘destek’ almıştı. Burada ise hikayenin ve performansların öne çıkarılıp dramatik yapının zorla uzatılması, breakdance filminin en az cazip olan tarafını perdede görmemizi sağlıyor.

        Bütün elverişli yönlerinin yontulması ise kelimenin tam anlamıyla dizi çıkışlı Josh Holloway’in yeteneksizliğine beşinci sınıf oyuncuların eklenmesi ile bir ivme kazanıyor. “Yılın Savaşı”, en iyi ihtimalle doğrudan video raflarında görücüye çıkabilecek bir eser.

        FİLMİN NOTU: 1.6

        Künye:

        Yılın Savaşı (Battle of the Year)

        Yönetmen: Benson Lee

        Oyuncular: Josh Holloway, Laz Alonso, Josh Peck, Caity Lotz, Chris Brown

        Süre: 110 dk.

        Yapım yılı: 2013

        ERMENİ OLMAK YALNIZ KALMAK DEMEK MİDİR?

        Ermeni asıllı Amerikalı oyun ve roman yazarı William Saroyan’ın 1964 yılında Bitlis’e yaptığı yolculuğu ‘öznel kamera’dan kopmadan anlatan bir doküdrama örneği. “Saroyan Ülkesi”, Türkiye sınırları içerisinde yeşeren değerlerin nasıl ‘azınlık’ konumuna itilip bertaraf edilebildiğini zeki bir dille masaya yatırıyor. Yalnızlığa etnik köken üzerinden yorumlar arıyor.

        72 dakikalık şiir gibi bir belgesel olarak anabiliriz. Zorunlu göç sebebiyle kökenlerini görmeyen William Saroyan, sadece bir iz, bir ses, bir yanılsama, bir kayıp olarak tanımlanıyor “Saroyan Ülkesi”nde (2013). Pulitzer ödüllü oyun ve roman yazarı bir anlamda kimliğini gölgesiyle sergiliyor perdede. 1908-1981 arasında yaşamış Ermeni asıllı Amerikalı yazarın gözünden bir çeşit ‘yol filmi’ de akıyor aslında gözümüzün önünde.

        Ülkemizde azınlık olmak dönemlere yayılan garip bir suç

        Lusin Dink, ülkemizde azınlık olmanın dönemlere yayılan garip algılanış şekline kulak veriyor. Kilometrelerce uzaktaki Amerika kıtasına adım atıp orada değerini kabul ettiren bir adamın geçmişindeki yolculuğunu ele alıyor. Saroyan, fötr şapkası ve pardösüsü ile 1964 yılında sadece sesini seyirciye gösteriyor. Bakış açısı planından ya da öznel kameradan filmin tamamına yakını akıyor. İçses birincil anlatı aracına dönüşüyor.

        Böylece günümüzde furya olan ötekilik sorunsalı bir de bu taraftan canlandırılıyor. Bitlis’teki ailelerin hayati sorunları gözler önüne seriliyor. İçimizdeki yetenekleri, bozkırlarda yeşeren değerleri kaybetmemiz de tabiri caizse yanı başımızda bir ‘ezgi’, bir ‘iz’ olarak kalıyor.

        “Saroyan Ülkesi”, doküdrama alanında azınlıklar üzerine çarpıcı bir ilk eser kıvamında akıyor. 20. yüzyılın ilk yarısında kaleme aldığı kısa hikayeler, şiirler, romanlar ve oyunlarla Hemingway ile paralel olarak edebiyata damga vurmuş bir gelenek böylece bizden uzaklaşmış diyor. Gezgin figürü sinema dili esnekliği ile tanıtıyor. Genelde Kaliforniya’daki Ermeni yaşamının kaynağında, Fresno’da geçen hikayeleri anlatan sanatçı, kendi etnik grubunu savunmasıyla dünya çapında üne kavuşan, yüceltilen bir şahsiyet. Belki de William Saroyan burada olsa bunu bile yapamayacaktı.

        FİLMİN NOTU: 5

        Künye:

        Saroyan Ülkesi

        Yönetmen: Lusin Dink

        Oyuncular: Norikyan Artur, Osin Çilingir, Sevinç Erol

        Süre: 72 dk.

        Yapım yılı: 2013

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Arada Kalan (What Maisie Knew): 3.4

        Arınma Gecesi (The Purge): 7.5

        Aşk Ağlatır: 2.1

        Aziz Ayşe: 4

        Başka Söze Gerek Yok (Enough Said): 5.7

        Behzat Ç. Ankara Yanıyor: 2.9

        Benim Dünyam: 3

        Bir Vampir Hikayesi (Byzantium): 6

        Buraya Kadar (This is the End): 4

        Carrie: Günah Tohumu (Carrie): 3

        Çılgın Hırsız 2 (Despicable Me 2): 6

        Danışman (The Counselor): 5.3

        Diana: 4.5

        Erkek Tarafı: Testosteron: 1.8

        Frances Ha: 4

        Gözümün Nûru: 6.8

        Günce: 2.8

        Hayatboyu: 7

        Hükümet Kadın 2: 2.5

        İki Kafadar: Chinese Connection: 1.9

        Kahraman İkili (Free Birds): 3.2

        Kalbim Sende (Don Jon): 4

        Kaptan Phillips (Captain Phillips): 4

        Karanlık Şerit (Möbius): 5.5

        Katliam Gecesi (You’re Next): 3.4

        Kesişen Hayatlar (Krugovi / Circles): 4

        Kim Ki-Duk’tan (Moebius): 6.5

        Last Vegas: 5

        Mavi En Sıcak Renktir (La Vie d’Adele: Chapitres 1 & 2): 8

        Mavi Yasemin (Blue Jasmine): 5.2

        Menekşe’den Önce: 5.5

        Meryem: 4.1

        Neva: 2

        Onur Savaşı (Jagten / The Hunt): 5.5

        Ölümsüz Polisler (R.I.P.D.): 7.5

        Paranoya (Paranoia): 3

        Pırıltılı Hayatlar (The Bling Ring): 6.8

        Popüler (Populaire): 6.1

        Riddick: 5.3

        Ruhlar Bölgesi: Bölüm 2 (Insidious: Chapter 2): 5.8

        Samsara: 6.5

        Sen Aydınlatırsın Geceyi: 8.7

        Sev Beni: 4.5

        Son Durak (Fruitvale Station): 6

        Sona Doğru (All is Lost): 2

        Su ve Ateş: 2.9

        Şevkat Yerimdar: 4.5

        Şeytan Tohumu (The Possession): 3.5

        Şeytan-ı Racim: 3.4

        Tamam Mıyız?: 4

        Thor: Karanlık Dünya (Thor: The Dark World): 3.8

        Ustura Dönüyor (Machete Kills): 4

        Uzay Oyunları (Ender’s Game): 3.9

        Üç Yol: 4.3

        Yarım Kalan Şarkı (Unfinished Song): 5.2

        Yerçekimi (Gravity): 3.8

        Zafere Hücum (Rush): 7.5

        Zamanda Aşk (About Time): 6.7

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar