Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Haziran’da vizyona giren “Geçmişin İzleri”, sinemada tren motifinin kullanıldığı yerlerden biri. Oradaki ‘aşkı körükleme’ meselesi ayrıdır. Ama sinemada binmek istemeyeceğimiz de sayısız tren tanımı yapılmıştır.

        Günümüzde biraz ‘hantal’ gözükse de trenler özellikle sinemanın geçmişinde fazlaca yer tutmuştur. Önceleri ‘gerilim’ ve ‘savaş’ nesnesi iken, bütçelerin kabarmasıyla 70’lerden itibaren Hollywood prodüksiyonlarının esaslı hammaddesine, hız objesine, aksiyon üretme yoluna dönüşmüştür. Bunun yanında dünya sinemasının iz bırakmış yönetmenlerinin, bu ulaşım aracını ‘metaforik değeri’ için kullanıp iz bırakması da ayrı bir püf noktasıdır.

        Seyir halindeki trenler, ister kirli bir oyuna alet edilme, ister otoriter rejime malzeme olma, ister eli kanlı bir katile yem olma, ister bir teröristin eline düşme, ister bir kedi-fare oyununa sebebiyet verme vesilesiyle olsun, ama bir şekilde kullanılmıştır. Saatli bombaya, klostrofobi nesnesine dönüşmüştür.

        Ben de 2014’ün ilk yarısında “Uyumsuz”da (“Divergent”, 2014) eğitim bölgesine ulaşım sağlayan, “Geçmişin İzleri”nde (“The Railway Man”, 2013) iki aşığı buluşturma yeri olarak kullanılan bu çok yönlü sinema motifini ele alan filmler arasında gezintiye çıktım. Bu seyahatin ufkunu genişletmeden ‘binmek istenmeyen tehlikeli trenler’le sınırlı kaldım.

        Seçkiyi hazırlarken ‘lunapark treni’ (bkz. “Rollercoaster” (1975), “Final Destination 3” (2006)) ‘metro’ (bkz. “The Taking of Pelham One Two Three” (1974), “Midnight Meat Train” (2008)) gibi demiryoluna bağlı olmayan tren çeşitlerini ise değerlendirmeye almadım. Karar sizin…

        İşte sinemanın en tehlikeli trenleri…

        1-Film: Tren (The Train) (1964)

        Araç: Tren 40.044

        1944 yılında, 2. Dünya Savaşı’nın göbeğinde bir Alman albayının ‘yük treni’ne yerleştirdiği çalıntı sanat eserleri, Fransız direnişi ile Nazi rejimini karşı karşıya getirir. John Frankenheimer imzalı eser, ‘savaş aksiyonu’yla ‘siyasi gerilim’i iç içe geçirmiştir. Böylece karşımıza aksiyon sinemasının öncü kuvvetlerinden biri çıkar. Ama elbette bu ‘etiket’ 70’lerdeki kadar belirgin ve yüksek tansiyonlu değildir. Yaşanmış bir olaydan perdeye aktarılan filmde, Burt Lancaster’a Jeanne Moreau, Michael Simon ve Paul Scofield eşlik etmişti.

        2-Film: Kassandra Geçidi (The Cassandra Crossing) (1976)

        Araç: Cenevre-Stockholm Ekspresi

        Saat gibi işleyen bu terör aksiyonu, sinemada hız ve adrenalin kavramlarının en etkili uygulandığı yerlerden biridir. Biyolojik bir silahın sebebiyet verdiği ölümcül virüsü ‘global bir felaket’e çevirmemek için treni durdurmadan yol almak şarttır. Öncelikle Janov’daki toplama kampına giden, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma, kullanılmayan bir Nazi demiryoluna ulaşma hedefi konulur. Ama yol üstünde 1948’ten beri kapalı olan, yıkık dökük Kaslindrliv Köprüsü ya da diğer adıyla Kassandra Geçidi’ne uğranacağı da unutulmamalıdır… George P. Cosmatos, ‘karantinaya alınmış tren’ ya da ‘denetimden çıkmış tren’ adına başvurulacak ilk kaynaklardan birine imza atmıştı burada… Sophia Loren, Richard Harris, Michael Sheen, Ava Gardner, Burt Lancaster ve O. J. Simpson’lı dev kadro da bu ‘dirayet’e eşlik etmişti.

        3-Film: Night Train Murders (L’Ultimo Treno Della Notte) (1975)

        Araç: Münih-Verona Treni

        Gerçek bir noel ve yolculuk kabusu denebilir. İtalyan yönetmen Aldo Lado’nun filmi seks bağımlısı bir kadın ile iki psikopatın Almanya’dan İtalya’ya doğru giden trende estirdikleri terörün öyküsüdür. Özellikle son kısımda tecavüz etmeden bekaret bozmaya, cinayetten işkenceye kadar her türlü sadistlik aktif hale gelmiştir… Böylece Macar görüntü yönetmeninin renk filtreleriyle verdiği ‘etkili’ desteğin de katkısıyla “Soldaki Son Ev”in daha yetkin bir versiyonu ya da Haneke’nin “Ölümcül Oyunlar”ının 1975 tarihli esin kaynağı ortaya çıkmıştır.

        4-Film: Horror Express (1972)

        Araç: Trans-Sibirya Ekspresi

        Christopher Lee ile Peter Cushing’i bir araya getiren eser, 20. yüzyılın başına uzanıp bir İngiliz antrolopogun otantik deneyini gözler önüne seriyor. Trenin kapalı bölmesine, tabiri caizse ‘bodrum’una kapatılan ‘tarihöncesi canavar’ akıl almaz bir tehdit unsuruna dönüşüyor. Bunun yarattığı gerilimi bünyemizde hissederken, ‘bölme’nin mekânsal kullanımı sinemaya armağan ediliyor. Pekin’den Moskova’ya dönen Trans-Sibirya Ekspresi’nde Hammer Films’den etkilenen korku mizanseni, 300.000 dolarlık bütçesiyle İspanyol yönetmen Eugenio Martino’nun omuzlarına büyük sorumluluk yüklemişti.

        5-Film: Ölümsüz (Unbreakable) (2000)

        Araç: Eastrail 177

        131 kişinin öldüğü bir tren kazasını hiçbir sıyrık almadan atlatan David Dunn, mucizevi bir adamdır ya da seçilmiş kişidir. Kendisinin zamanla bir çizgi roman kahramanı olduğunu öğrenecektir. Bu Philadelphia tren istasyonunda açığa çıkan sır perdesini aralamak ise acılı olacaktır… M. Night Shyamalan’ın gizem ve sürpriz dolu filmlerinden birinde, Bruce Willis ve Samuel L. Jackson rol almıştı.

        6-Film: Dehşet Treni (Terror Train) (1980)

        Araç: Parti treni

        Yılbaşında trende kostümlü parti yapmak isteyen bir grup genç, gece sonunda kesilerek öldürülür. Aslında son derece basit bir hikaye... Ama işin içine Jamie Lee Curtis’in, David Copperfield’ın ta kendisinin, iz bırakmayan ve yolcuların maskeleriyle (Groucho Marx’tan uzaylı kertenkeleye kadar) işini gören zeki bir katilin girmesiyle meselenin boyutu değişir. Özellikle de yaşanan eylemler karşısında klostrofobisi olanlar, ‘daralma’ hissini tadacaklardır. Uyarımızı yapalım!

        7-Film: Bir Kadın Kayboldu (The Lady Vanishes) (1938)

        Araç: Mandrika treni

        2. Dünya Savaşı’nın arifesinde, kurmaca bir film evreninde zengin ve yaşlı Bayan Froy’un kaybolmasını unutmak mümkün değil. Bir anda trenin içinde kayıplara karışan bu tipleme, gerçek bir paranoyanın, komplonun, casusluk ve suç mizanseninin orta yerine yerleşir. Hitchcock adına sürprizli finalle seyirci arasındaki bağı zekice kuran bir durum oluşur. Büyük oranda duran bir trenin içinde ‘kadın kaybolma’ mizansenidir bu kez canlanan… Sonrasında yan bölümlere ve yeniden çevrimlere malzeme olan “Bir Kadın Kayboldu”, günümüzde de sayısız tür filmini etkilemiştir.

        8- Film: Night Train (Pociag) (1959)

        Araç: Baltık Ekspresi

        2009’da Brian King’in yönettiği ucuz bir Amerikan yeniden çevrimi gören “Night Train”, Polonya halkının bir arada hareket etme ve ölmekten kurtulma adına yaşadığı ‘gerginlik’in bir alegorisi olarak anılabilir. Ama esasen iki yabancının, polislerin ya da otoritenin sardığı bir trende bulunup ‘suçlu’ yerine konulmasına, damgalanmasına ‘sebep’ arıyor. Baltık Denizi’nin kenarında başlayan yolculuk da melankoli, psikoloji ve gerilim yüklü bir hal alıyor. Jerzy Kawalerowicz, Polonya Film Okulu’nun en zinde döneminde, her açıdan incelemeye açık bir şaheser yaratmıştı.

        9-Film: Yaşam Şifresi (Source Code) (2011)

        Araç: Metra

        İçerisinde bir takım dalavereler dönen, orduya malzeme olan bir tren. Bir kere girildi mi zaman girdabına kapılıp kendinizi dışarı atamamanız, farklı kimliklerde uyanmanız ihtimaller dahilinde… Asker Colter Stevens’a can veren Jake Gylleenhal’in de başına bu gelmişti. Hem de Chicago’da çalışan mahalli bir trende yaşanan teröre el atma adına… “Yaşam Şifresi”, Duncan Jones imzalı, “Kassandra Geçidi” etkili bir eser…

        10-Film: Avrupa (Europa) (1991)

        Araç: Zentropa

        2. Dünya Savaşı sonrasında ABD kontrolündeki Almanya’da, Zentropa tren hattında yataklı vagonda çalışan kondüktörün (Leonard) başına gelmedik kalmaz. Zamanla yaşamak için fırsatçı Amerikalılar, gizli pro-Nazi organizasyonu, tehlikeli bir kadın ve daha fazlasıyla cebelleşmesi gerekecektir… Buna paralel olarak Jean-Marc Barr’ın canlandırdığı Leonard Kessler, hipnoza yönlendiren anlatıcı sesinden de korkan bir Lars Von Trier deliliğiyle, deneyciliğiyle donatılmıştır.

        11-Film: Trenin La Ciotat Garına Varışı (L'arrivée d'un Train à La Ciotat / Arrival of a Train at La Ciotat) (1895)

        Araç: SNCF

        Kesintisiz tek bir çekimden oluşan bu 50 saniyelik film, sinema perdesinde trenin ilk kez ‘gerilim’ yarattığı görüntü parçasını sunmuştur. Lumière Kardeşler’in yedinci sanata gezgin kimlikleriyle giriş yaptıkları eser, aynı zamanda sinema tarihinin bilinen ilk filmidir. Perdeden üzerine doğru gelen treni görüp kaçan seyircinin reaksiyonunu, henüz üç boyut gibi kavramlar ortada yokken ispatlamıştır. Yönetmenler, ‘aktif’ bir tepki alırken, sinemaya da bu imgeyi miras bırakmıştır. Toulon’la Marsilya arasındaki hat böylece duyulur olmuştur.

        12-Film: Sibirya Ekspesi (Transsiberian) (2008)

        Araç: Trans-Sibirya Ekspresi

        Çin ile Moskova arasında faaliyet gösteren Trans-Sibirya Ekspresi’nin Amerikalı yolcuları Roy (Woody Harrelson) ve Jessie’yi (Emily Mortimer) bekleyen sürprizler vardır. Zira aynı kompartımanda arkadaşlık kurdukları Carlos (Eduardo Noriega) ve Abby (Kate Mara), onları zamanla içinden çıkılmaz bir entrikaya doğru çekecektir… Brad Anderson’ın rejisiyle Hitchcockyen bir viraj alan eseri trenden korkanlara önermeyiz!

        13-Film: Firar Treni (Runaway Train) (1985)

        Araç: Alaska Demiryolu’nda açıkta kalan dört vagon

        İki mahkum, Alaska Hapishanesi’nden kaçar. Kendilerini dört vagonlu bir trenin ilk vagonunda bulurlar. Zamanla aralarına bir de demiryolu işçisi kadın girince, sert hava şartlarıyla mücadele daha işlevsel hale gelir. Andrei Konchalovsky’nin bu malzemeyi kar macerasına kaymadan sinemalaştırması “Kassandra Geçidi” ve “Büyük Firar” (“The Great Escape”, 1963) aşkıyladır aslında. Vagonları koparmama gayreti de ölümüne serüvene, aksiyon yükler. Eric Roberts ve Jon Voight’un katkılarıyla…

        14- Film: Trendeki Yabancılar (Strangers on a Train) (1951)

        Araç: Kuzey Ekspresi

        Tenisçi Guy (Farley Granger) ile cazibeli ve sosyetik psikopat Bruno (Robert Walker) bir trende karşılaşır. Bruno, Guy’a ‘ben senin eşini öldüreyim, sen de benim babamı öldür’ önerisinde bulunur. Böylece cinayetleri değiş tokuş ederler. Ancak bu şeytani anlaşmayı biri ciddiye alınca filmin tamamını ‘kuşku’ içinde izleriz… Patricia Highsmith’le Alfred Hitchcock’u bir araya getiren eserde, tren adeta bir ‘lanet/sapıklık platformu’ olarak konumlanmıştır. Bu film sayesinde her daim bir kompartımanda otururken veya yabancılarla konuşmadan önce ‘mı acaba?’ deriz.

        15-Film: Durdurulamaz (Unstoppable) (2010)

        Araç: AWVR

        1 milyon tonluk, boşa alınan mürettebatsız bir yük treni… Deneyimli Denzel Washington’ın albenisi… West Virginia Demiryolu… 2001’de yaşanan gerçek bir olay… Tony Scott markası… “Durdurulamaz”, bu kavramlar ışığında adeta bir atom bombası, bir yerel felaket ya da bir terörist saldırısının tanımını yapmıştır. Beğeneni, beğenmeyeni olsa da “Durdurulamaz”, en kötü ihtimalle ‘usta-çırak’ (Washington-Pine) ilişkisiyle adrenalini yükselttiği anlarla hatırlanabilir.

        16-Film: Şark Ekspresinde Cinayet (Murder on the Orient Express) (1974)

        Araç: Şark Ekspresi

        Dedektif Herkül Poirot’ (Finney), Şark Ekspresi’nde bir Amerikan kodamanının öldürüldüğünü fark eder. Cinayetin sır perdesini tren seyir halindeyken aralamak, 13 şüpheliyi sınayarak ve zeki kanıtlar sunarak mümkündür. Bu tipik ‘whodunit’ örneği, Agatha Christie’nin 1934’de yazdığı romandan uyarlanmış, ucu İstanbul’a da uzanan bir gizem sunuyor. Sean Connery, Lauren Bacall, Anthony Perkins, Albert Finney, Ingrid Bergman, Vanessa Redgrave, Jacqueline Bisset gibi isimleri içeren dev bir kadro eşliğinde…

        17- Film: Kuşatma Altında 2 (Under Siege 2: Dark Territory) (1995)

        Araç: Grand Continental treni

        Steven Seagal’ın çıkış döneminin göbeğinden ‘hız’ odaklı bir aksiyon… 1992 tarihli ilk filmde görevini bırakan deniz ekibi komutanı, kırıp döken kahraman, trende rehine mizanseninin ortasında kalırsa ne olur? Elbette Denver ile Colorado arasında, Rock Dağları’nı geçerken canlanan nefes nefese bir macera…

        18-Film: Şangay Ekspresi (Shanghai Express) (1932)

        Araç: Pekin-Şangay Ekspresi

        Herhalde 1923 Çin’inde Lincheng taarruzunun göbeğine düşmek herkesin en son isteyeceği şeydir. Harry Hervey’nin hikayesi, o olaydan da esintiler taşırken, Pekin-Şangay Ekspresi’ni Çin İç Savaşı’nın ortasında, 1931’de canlandırır. Hayat kadını Shanghai Lily’nin (Marlene Dietrich) başı çektiği uluslararası yolcular, hükümet askerlerinin baskınına uğrayınca ‘özgürlük’ sınanacaktır. Josef Von Sternberg’in dışavurumcu çizgileri, filmi ‘savaş’ kaynaklı bir noktaya taşımıştır. Yolcu-asker ilişkisi Hollywood seyircisini tatmin etse de, aslında temel mesele içerideki bir düşman casusun sessizleştirilmesidir.

        19-Film: Kör Talih (Przypadek / Blind Chance) (1987)

        Araç: Varşova treni

        Son anda kaçırılan trenler de vardır. İşte burada da “Rastlatının Böylesi”ne (“Sliding Doors”, 1998) de ilham kaynağı olmuş Kieslowski filmi, arkasına komünizmin baskıcılığını da alan bir dramatik amaçla şekillenir. Bu durumun Witek’in hayatına etkisi ‘esas’a dönüşmüştür. Tesadüflerle şekillenmeye açık üç senaryo onu beklemektedir. Mazbut bir yaşam süren ve heyecan aramayanlar için böyle bir deneyi önermeyiz.

        20-Hayat Güzeldir (La Vita è Bella / Life is Beautiful) (1997)

        Araç: SS Kampı’na giden tren

        1930’lar İtalya’sında masalsı bir yaşam süren Eliseo, Joshua ve Guido’nun ‘soykırım treni’ macerası hiç de hoş başlamaz. Buna ilaveten Anne Dora’nın fedakarlığı ve filmin tema müziği içimizi sızlatır. SS kampına esas giriş ise Guido’nun oğluna oynayacağı oyunlar öncesi bir ‘kalp çarpıntısı’ niyetinedir. Guido ve Dora, oğulları için buraya gelmiştir. Belki işin en iç kıyan tarafı da budur… Çaresizliğin resmi, Oscar adaylığına ve heykelciğine de uzanırken, Nazi ölüm kamplarındaki zulüme ‘trajikomik’ tarafından bakmıştır.

        21-Film: Sevimli Haydut (Jesse James) (1939)

        Araç: Vahşi Batı’da basılan trenler

        Çiftçileri sahip oldukları topraklardan ‘demiryolu’ geçecek bahanesiyle ve kira vaadiyle uzaklaştırmak, intikamcı bir ikili doğurur. Jesse ve Frank James, annelerinin de öldürülmesiyle soluğu sahada alıp haydutluğa başlarlar… Henry King’in yönettiği filmde Tyrone Power ve Henry Fonda ‘trenler’ ve ‘bankalar’a karşı esas güç… Elbette böylesi bir ortamda bir trende bulunmak istemezsiniz, öyle değil mi?

        22-Film: The Narrow Margin (1952)

        Araç: Central Pacific treni

        Mafya babası kocasına aleyhine tanıklık yapacak Frankie McNeall’in tek kurtuluşu, koruma altına alınmaktır. Detektif Walter Brown ve partneri, onu gizli bir kimlikle, Los Angeles’daki mahkemeye doğru yola çıkan bir trene yerleştirir. Ancak kapalı alanda yaşanan ‘kara film mizanseni’ bununla sınırlı kalmayacaktır… Richard Fleischer’ın 230.000 dolara mal ettiği eser, ‘En İyi Hikaye’ dalında Oscar’a aday olmuştu.

        23-Sessizlik (Tystnaden / The Silence) (1963)

        Araç: İsveç’te zamansız bir tren

        Cücelerin yaşadığı, dilini bilmediğimiz tabelaların olduğu bir bölgeye, ‘Avrupa Oteli’ne açılan tren yolculuğuna girmek isteyenler, şüphesiz sadece has sinefiller olmalı! İsveç sinemasının klasiklerinden “Sessizlik”, iki kız kardeş Ester ve Anna’nın iletişimsizliğini bir cinsel çekişmeye çevirmesiyle akılda kalmıştır. Araya giren 10 yaşındaki Johan’ın katkısı da doyumsuzdur… Bergman, incelikli ses kullanımından soyut mekan tanımına kadar aslında ucu ‘araf’a uzanan özgün bir yabancılaştırıcı mekan yaratmıştır. Ona geçmek, cehenneme ya da Hades’e girmek ise metaforik ve zamansız bir trenle mümkündür.

        24- Film: Ayrı Odalar (Notre Histoire / Our Story) (1984)

        Araç: Maine-Ocean Ekspresi

        Trende başlayan ‘anlatı’ ile birlikte seyirci kendini bir Bertrand Blier çılgınlığının orta yerinde bulur. Bir kadının peşine düşen Robert Avranche (Alain Delon) ise ‘üç karakterli’ Nathalie Baye ile boğuşmak zorundadır. Yani kaybolmamak, akıl sağlığını yitirmemek için, her mantıklı zihne bu trene ayak basmamak önerilir.

        25-Film: Gurbet Kuşları (1964)

        Araç: Kahramanmaraş-İstanbul treni

        “Gurbet Kuşları”nda tren ile İstanbul’a göç eden ailenin yaşadıklarını kim deneyimlemek ister? Aslında o kadar cahil olmasak belki… Ama “Rocco ve Kardeşleri” (1960) kaynaklı bu Halit Refiğ filmi aslında metropol-köy, şehir-taşra ayrımının keskinliğine dikkat çeker. Göç meselesine, yoksulların sömürüldüğü, yozlaşmış ilişkilerin içine çekildiği bir ‘girdap’ olarak yaklaşmıştır.

        Diğer Yazılar