Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        4-14 Eylül tarihleri arasında düzenlenen 39. Toronto Uluslararası Film Festivali’nin takipçilerini alıştırdığı Amerikan bağımsız filmlerinin bol ünlülü dünya prömiyerleri dün de devam etti. Bunlar arasında Adam Sandler, Jennifer Garner ve Rosemarie DeWitt’in konuk olduğu “Men, Women & Children” ve Michael Douglas’la Jeremy Irvine’ın katıldığı “The Reach” hayal kırıklığı yarattı. Oscar’lı oyuncular Kevin Costner ile Octavia Spencer’ın hazır bulunduğu “Black and White” ise bir nebze olsun tatminkardı.

        “MEN, WOMEN AND CHILDREN”: İYİ NİYETLİ, AMA SONUÇ ALAMIYOR

        Gözümüzde büyüyen yönetmenlerin geldiği seviyenin altına düşmemesinde fayda vardır. Zira böylesi bir noktaya ulaştıktan sonra geri dönülemez bir ‘alışkanlık’ yarattınız demektir. “Sigara İçtiğiniz İçin Teşekkürler” (“Thank You For Smoking”, 2005), “Juno” (2007), “Aklı Havada” (“Up in the Air”, 2009) ile dikkat çekici bir çizgi yakalayan Jason Reitman, yetişkinlere göre komedi çekme konusunda becerikli bir isimdi. Sigara piyasasının içyüzü, erken yaşta gebelik, konformist meslek kolları derken “Genç Yetişkin”le (“Young Adult”, 2011) ‘duraklayacak mı?’ sorusunu akla getirmişti.

        Geçen sene “Labor Day” (2013) son nokta idi. Reitman için olabilecek en alt seviyeye düşen bu eser, yapay bir iyi-kötü çekişmesini trajikomik bir aşkla örme sevdasındaki rehine gerilimi çatısıyla sallanıyordu. “Men, Women & Children”ın ise interaktif ve dijital çağa ayak uyduran bir kesişen hayatlar tabanı var. Bu noktada Henry Alex Rubin’in “Sanal Hayatlar”ı (“Disconnect”, 2012) akla geliyor. Chat kutusu yazılarını, mesajları ve bilgisayar ekranlarını iyi kullanıp metalik renkleri öne atan eser, bir dil yaratma peşindeydi.

        Burada ise Chad Kultgen’ın 2011’de yazdığı bir romandan kendini ciddiye alan ve kozmik evrenle ilişki kuran bir yapı hedefi var. Emma Thompson’ın anlatıcı sesinden yükselen edebi ve kitabi laflar, ders vermeyi abartıp seyirciyi çocuk yerine koyuyor. Böylece evli bir ailenin de, genç bir kızın da, bir çocuğun da internet üzerinden cinsel hayatına yön vermesi çekici olmamaya başlıyor.

        Reitman, farklı şeyler yapmak isterken aynı ekibi koruyarak, önceki filmlerden bildiğimiz ölçek ve mercek seçimlerini uyguluyor. Böylece iki arada bir derede kalan, karakterlerin iletişimsizliğinin ‘her şey sessiz bakmak mıdır?’ sorusunu sordurtan raddeye geldiği bir süreci takip ediyoruz. Kendi modundan çıkamayan Garner ve pis sakalı her şey zanneden Sandler dökülürken, genç oyuncular biraz işi toparlıyor. “Men, Women & Children”, yönetmeninin duraklama dönemi eserlerinden.

        “THE REACH”: BİLİMKURGUDAN WESTERNE

        Robb White’ın 1972’de yazdığı ‘Deathwatch’ romanından uyarlanan “The Reach” de çok farklı bir yolun yolcusu değil. O dönemin western filmlerindeki arayışı, anti sıfatını uygulamaya sokarken, at yerine jip getiriyor. İşinin ehli, zengin bir dolandırıcı ile onun genç rehberini çölün ortasına bırakıp kaçan, böylece sinemaskop formatında atmosferi şart kılan bir eser canlanıyor.

        “Carré Blanc” (2011) adlı Fransız bilimkurgusunda ‘oyun’ kavramı üzerinden bilinçaltına uzanan, “Gizemli Şehir”le (“Dark City”, 1998) akraba bir dünyaya açılan Jean-Baptiste Leonetti imzalı. Ama yönetmen, ilk İngilizce işinde, insanları kedilerle karıştırıp dokuz canlı zannettiği bir süreç geçiriyor. Birbirinden intikam almak için süper kahramana dönüşmüş kadar olan iki bireyin kuşak çatışmasını ‘video filmi’ kıvamında bir kartonluğa teslim ediyor.

        Sadece birkaç düello sahnesiyle akıllarda kalabilecek “The Reach”, Leonetti için hiç iyi bir İngilizce başlangıç değil. “Savaş Atı”nın (“War Horse”, 2011) Jeremy Irvine’ı ise sadece tarihi filmlere uygun olduğunu kanıtlıyor. Michael Douglas, artık jenerasyonundan isimlerle buluşmayınca bireysel olarak sönük kalıyor. Filmin acid western ve cavalry western şablonları arasında dolaşırken hedefini ‘şiddet’ ve ‘güç’ gösterisi olarak belirlemesi gözlerden kaçmıyor.

        “BLACK AND WHITE”: OBAMA DÖNEMİNDE VESAYET

        Günün son galası “Black and White” ise en kayda değeriydi. 20 senedir Amerikan bağımsız sinemasının içinde çalışan ve önemli oyuncularla da bir araya gelen Mike Binder, asla aman aman bir yönetmen olmadı. Ama ‘mizah’ ile ‘dram’ı dengeleyen eserlerinden bir yenisinde yine ülkesinin dehlizlerinden bilmediğimiz bir hikaye çıkarmaya çabalıyor. Kevin Costner ile “Öfkeli Aşıklar”dan (“The Upside of Anger”, 2005) sonra ikinci birlikteliğinde ise aynı yolun yolcusu…

        Bu kez Obama döneminde olabilecek bir ‘ırkçı ön yargı’ya bakıyor. Eşinin ölümünü takiben siyahi torununa bakmaya devam eden avukat Elliott’ın, kızın babaannesi tarafından vesayet davasına verilmesiyle olanlar oluyor. Zira onun arzusu küçük kızın uyuşturucu bağımlısı babasının yanında kalması… Film, ırkçılıkla ilgilenen mahkeme filmi (bkz. “Bülbülü Öldürmek”, “Öldüren Zaman”) şablonuyla baba-torun ilişkisi filmi arasında bir yerde duruyor.

        Octavia Spencer’ın yeteneğine, Anthony Mackie’nin inandırıcılığına bel bağlarken, Costner’ın krizli hallerini her zamanki gibi inandırıcılığa katkı yapamıyor. Açılışta matem duygusuyla psikolojisi bozulan babanın yüz ifadeleri hiç doyurucu değil. Ama süresinin fazla iddialı olmasını, isminin de kör kör parmağım gözüne bir siyah-beyaz ayrımına gitmesini saymazsak “Black and White” ölçülü bir film. Oyunculukları öne çıkarırken, renkleri solguna ve doğala kaydırarak hikayesini anlatıyor. Obama döneminde artık Afro-Amerikalıların beyazları elinde oynatmaya başladığı siyasi süreci anlamlandırıyor. Her adalette eşitlik ve hakkaniyet galip gelir demek istiyor.

        MEN, WOMEN & CHILDREN: 4

        THE REACH: 2.8

        BLACK AND WHITE: 5

        Diğer Yazılar