Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu kitabı okurken sadece İstanbul’daki Yahudilere dair bir şeyler öğrenmeyecek; kendi yaşadıklarınızdan veya yaşamak

        istediklerinizden parçalar da bulacaksınız. Zira şair-yazar Roni Margulies’in yüzyıllık zaman diliminde anlattıkları sadece

        kendi topluluğunun tarihi değil; çelişkileri ve bilinmezleriyle tüm insanlığın tarihi. Ona bazı sorular sordum.

        Biri 1898’de Polonya’da, diğeri 1905’te Tire’de doğmuş iki Yahudi kadının hayatının İstanbul’da kesişmesiyle başlıyor hikâye. Fanny Margulies ve Hilda Danon, 1955’te doğan şair, yazar Roni Margulies’in babaannesi ve anneannesi. “Biz torunlar da yaşayıp gittikten sonra, yeryüzünde bu iki kadını görmüş, duymuş, koklamış hiç kimse yaşamıyor olacak” diyor yazar.

        “Ailem ve Diğer Yahudiler”de işte bu iki kadından yola çıkarak sadece kendi hayatını değil dünyanın, Türkiye’nin çok da içine girilmemiş tarihini anlatıyor Margulies. 1900’lerin başından II. Dünya Savaşı sonuna kadar “azınlık” dediğimiz Yahudilerin İstanbul’daki sosyal hayatı, gelenekleri, “ötekiyle” ilişkileri anlattıklarının bir boyutu. Diğer boyutta kendisinin büyüme süreciyle örtüşen kültürel, sosyal gelişmeler; işadamlarından sanatçılara tanıdık simalar var. Margulies “ateist ve komünist” olduğu için bambaşka bir pencereden bakıyor bu geçmişe. Son derece sıcak, merak uyandıran; öyle dram ve abartıya kaçmayan bir anlatı bu. Neticede kendisi aslen bir şair ve bu duygu her satırda kendini hissettiriyor. Uzatmayalım, ondan dinleyelim.

        ‘EZİYET GÖREN DEEZİYET EDİYOR’

        Yıllar sonra dönüp baktığınızda 20. yüzyıl başında iki ayrı ülkeden gelip İstanbul’a yerleşen aileniz için İstanbul kurtuluş mu olmuş, yoksa hüzünlü bir yaşamın yaşandığı mekân mı? Belki bir kısmı bu sayede “soykırım”dan kurtulmuş, ama burada da mutlu olamamış sanki?

        Göç, hangi koşullarda olursa olsun, çok acılı bir süreç. Her horoz kendi çöplüğünde öter. Ve çöplük de olsa, doğup büyüdüğümüz yeri terk etmek zordur. Öte yandan, hep geçmişi düşünerek, geride bırakılanları özleyerek yaşamak da mümkün değil. İnsan unutur, alışır, yaşamını sürdürür. Ben büyükannelerimle büyükbabalarımda ne özel bir hüzün ne de özel bir mutluluk algıladım. Yaşayıp gidiyorlardı işte. Çok güzel günleri de olmuştur, üzüldükleri, kaygılandıkları günler de. Herkes gibi.

        Bir Yahudi ırkçılığından bahsediyorsunuz. İspanyol Yahudileri ile (Sefaradlar -anne tarafınız) Doğu Avrupa Yahudilerinin (Aşkenazlar – baba tarafınız) birbirlerini sevmediklerini, birbirlerine ırkçılığa varan önyargılı gözlerle baktıklarını söylüyorsunuz. Aynı kaderi ve tarihi paylaşan bir ulus için, bu garip değil mi?

        Değil. Hiç değil maalesef. Irkçılığa maruz kalanlar ırkçılık etmez diye bir kural yok. Dünya tarihi eziyet görenlerin başkalarına eziyet etmesinin örnekleriyle dolu.

        Yahudilerle ilgili algı hep varlıklı oldukları. Ancak kitabınızdan anlaşılan pek de öyle değil gibi. Bu algıyı yaratan ne oldu?

        Tüm Yahudilerin zengin olduğu inancı, Yahudiler hakkındaki tüm ırkçı inançlar gibi Avrupa’dan gelir. Orada bu saçmalık artık büyük ölçüde ortadan kalktı, geçmişte kaldı, ama Yahudilerin “paradan anladığı,” hepsinin “tefeci, simsar, tüccar” olduğu düşüncesi Avrupa tarihinden kaynaklanır. Avrupa’da yüzyıllar boyunca ekonominin ana alanlarından ‘yasal’ olarak dışlanan, toprak sahibi olması, tarımda çalışması yasaklanan, ulusal iktisadi süreçlere dahil olmasına izin verilmeyen Yahudiler üretim alanından dolaşım alanına ‘sürülmüş’, ulusal ekonomiler arasındaki ‘çatlaklara’, yani uluslararası ticarete ‘mahkûm’ edilmiştir. Birçok Yahudi bu nedenle para ile ilgili alanlarda iş tutmuştur. Irksal değil, tarihsel, sosyoekonomik nedenlerle. Ama yine de özellikle Doğu Avrupa’da, Rusya ve Polonya’da, Yahudiler 19. yüzyıl boyunca köylerde yaşayan, vatandaşlık haklarından mahrum, yoksul bir halk olmuştur. Yani hepsinin zengin olduğu inancı o zaman da yanlıştı, bugün daha da anlamsız.

        Sadece büyükanneleriniz Fanny ile Hilda’nın özelinde değil, “aileniz ve diğer Yahudiler”de hep uzun evlilikler, boşanamamalar, kabullenme, sunulduğu gibi yaşama ağır basıyor. Bunun nedeni sadece din mi?

        Dinle pek alakası yok, nesil meselesi. Boşanmak, aykırı olmak, isyankâr davranmak 1968 öncesinde kolay şeyler değildi ki. İnsan unutuyor, hayat her zaman bugünkü gibiydi zannediyor. Öyle değil. Büyükannelerim bir yana dursun, annemin gençliğinde bile, 1940’larda, 50’lerde Türkiye’nin ne kadar içe kapalı olduğunu, hayatın ne kadar boğucu olduğunu unutmak çok kolay. Türkler için bu ne kadar geçerliyse, Yahudiler için de aynı ölçüde geçerliydi.

        Maalesef sayı çok değil artık, ama eski nesil Yahudi aileleriyle son kuşak arasındaki temel farklar ne?

        Türkiye’nin bütünüyle birlikte Yahudiler de değişti. Benzer şekillerde değiştiler. Eskiden, benim kuşağımdan da önce, yan yana ama ayrı yaşanırdı; Müslüman mahallesi ayrı, Yahudi, Ermeni filan mahalleleri ayrı. Hepsi bir ölçüde kendi içine kapalı, dünyadan önemli ölçüde habersiz, birbirleriyle ilişki içinde ama mesafeli mahallelerdi. Bugün böyle bir şey yok artık tabii. Hepimiz iç içeyiz. Bir Müslüman ailesinde üç kuşak öncesiyle bugün arasında ne farklar varsa, aynısı Yahudi ailelerinde de var. Din farklılığının önemi 50 yıl öncesi gibi değil artık. Sınıf farklılıkları çok daha önemli. İstanbullu orta sınıf bir Yahudi’yle orta sınıf bir Müslüman aşağı yukarı aynı hayatı yaşıyor, çocuğunu aynı okullara gönderiyor, aynı kitapları okuyor, aynı yerde tatil yapıyor.

        İlk cinsel deneyiminizi de anlatmışsınız. “Sonra kalas yumuşadı, inceldi, törpülendi. Ama iki tahta parçasını anlamlı bir şekilde bir araya getirmenin, belki de hayatta yapmaya çalıştığımız en zor iş olduğu duygusu hiç terk etmedi beni.” Bu ne demek?

        Alıntıladığınız cümlelerin öncesinde şöyle yazmışım: “Gel, dedi Marika ve üzerine uzandım. Ağzım sağ omzuna geldi ve orada durdu. Vücudumun geri kalanı ise düzgün bir ağaç kütüğü gibi kaskatı ve hareketsiz yatıyordu kadının üzerinde. Bana kalsa hiç kıpırdamadan öylece yatmaya devam edecektim, ama Marika hareket etmeye başladı.” İlk ilişkimde ne kadar beceriksiz ve kalas gibi olduğumu anlatıyorum. “En zor iş” derken kastettiğim de hayatımın sonrasındaki kadın-erkek ilişkileri. Cinsel açıdan iyi kötü ustalaşıyor insan, ama insanî açıdan ustalaşmak çok daha zor. Okuyucularınızın moralini bozmak istemem, ama özellikle erkeksek, kalaslığı aşabilenlerimiz çok az.

        ‘BABAMI İYİ DOST OLMUŞKEN KAYBETTİM’

        “Anavatanım İstanbul’da hepimiz yabancıydık. Yabancılar arasında yaşamayı seviyorum ben, vatandaşlar arasında değil.” Size İstanbul’da kendinizi yabancı hissettiren ne?

        Siz. Türkler. Köşe yazarıyken, hükümet politikalarını her eleştirdiğimde “Kendi memleketine gitsene” diyen düzinelerce mail alırdım. Siz hiç aldınız mı? Sizin bu topraklarda bulunma hakkınız hiç sorgulandı mı? Doğup büyüdüğünüz şehirde, mezarlıklarında babanızın dedenizin yattığı şehirde “Sen nerelisin?” diye soruldu mu?

        Babanızla hesaplaşmanız içinizde bitti mi? Aslında baba olmaya hazır olmayan, sonra da baba olmaktan memnun olmayan bir babanın çocuğu olmak, nasıl bir şeydi?

        İyi bir şeydi. Babaların oğullarına fazla bulaşması, şekillendirmeye, yönlendirmeye çalışması sanıldığı kadar iyi bir şey değil bence. Hem kısıtlayıcı bir şey, hem de zaten beyhude bir çaba. O açıdan şikâyetim yok. Tek şikâyetim erken ölmüş olması. İyi dost olmuşken, dostluğumuzu rakı masalarında pekiştirirken 60 yaşında öldü.

        "‘İSRAİL'İN YAPTIKLARIYLA MÜCADELE ETMEK GEREK"

        İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonlarına ve ABD’nin elçiliğini Kudüs’e taşımasına siz ne diyorsunuz?

        Herhangi makul bir insan ne derse ben de onu diyorum: İsrail’in saldırganlığını, genişlemeci politikalarını,militarizmini, Filistinlilere karşı tüm yaptıklarını yanlış buluyor, eleştiriyorum, bunlara karşı mücadele etmekgerektiğini düşünüyorum. Amerikan elçiliğinin Kudüs’e taşınması Amerika’nın bölgedeki politikasının, herkoşulda İsrail’i destekliyor olmasının basit bir tezahürü sadece. Yeni bir şey değil. İsrail, Amerika’nın bölgedekijandarması ve en önemli müttefiki olduğu için, şaşılacak bir durum yok.

        "YAHUDİLER ARASINDA ATEİSTLİK NADİR DEĞİL"

        Yahudi bir aileden gelip nasıl ateist, komünist, şair oldunuz? Sıkıntı olmadı mı?

        Olmadı vallahi! Şairlik başka mesele, ama Yahudiler arasında ateistlik de komünistlik de nadir şeyler değil! Kolay oldu benim için, çünkü ailede zaten kimse pek de inançlı değildi, dindar olan ise hiç yoktu. Ha, komünist olan da yoktu, ama babam da dedem de açık görüşlü, liberal insanlardı, benim düşüncelerime karışmak, müdahale etmek gibi bir yaklaşımları hiç olmadı.

        BU HAFTA NE OKUSAK?

        1453’te İstanbul’un Fethi’ni bu kez kentin kendisi anlatıyor. İçinde Osmanlı karargâhında peş peşe işlenen cinayetler ve esrarengiz bir katil de var. Yeni teknolojiler, “gözetleme toplumu” özel yaşamımızı nasıl tehdit ediyor? Acaba biz bu ciddi tehdidin farkında mıyız ve ne yapabiliriz? Lokke anlatıyor.

        İstanbul’un Çağrısı Ayşe Kara Timaş Yayınları

        Mahremiyet Eirik Lokke Çev: Dilek Başak KÜY

        Diğer Yazılar