Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bilmek, haber almak, yaşamak ve bunları analiz edip anlayabilmek... Herhalde hayatın özeti bu. İnsan bu gerçeği düşününce acayip oluyor ve şaşırıyor... Hayatımıza dair ne varsa “bilmek” ve “bulmak” arasında gidip gelen haberden, haberdar olmaktan ibaret. Doğumdan ölüme kadar olan yolculuğumuz “haber” ve “öğrenmekle” şekil alıyor.

        Meşhur bir hikâye vardır. Bir ayakkabı firması piyasa araştırması yaptırıp yatırımlarını gerçekleştirmek için Afrika’ya elemanını göndermiş. Birkaç hafta sonra elemanlarından haber gelmiş. “Burada çok büyük potansiyel var. Müthiş şekilde satış yapabiliriz. Çünkü hiç kimsenin ayakkabısı yok. Acilen organize olmamız lazım!” diye.

        Temkinli davranan firma sahibi çok güvendiği, tecrübeli bir başka elemanı daha göndererek durumu bir de onun değerlendirmesini ve rapor etmesini istemiş. Bu kişi birkaç gün sonra firmayı arayarak “Sakın buraya yatırım ve ihracat yapmayı düşünmeyin. Zira burada kimse ayakkabı ihtiyacı yaşamıyor ve ayakkabı kullanmıyor” diye haber vermiş.

        Bilmek yetmiyor, bazı şeyleri yaşamak gerekiyor. Görmek, yaşamak da yetmiyor, bazı şeyleri hatta yaşadığımız her şeyi doğru algılamak, analiz etmek icap ediyor. Belki basit mevzular için bu çok gerekli değil ama hayati yani hayatımızı şekillendiren konularda çok sağlam bilgi ve bunu idrak edebilecek tecrübe, donanım ve doğru hislere ihtiyacımız büyük önem arz ediyor.

        Din; doğru kaynaktan, doğru haber almak ve bunu imanın bahşettiği doğru hislerle anlamak, kalple, ruhla buluşturmaktır. Mutlak doğrudan bizim için bahşedilmiş bilgi ve ilme; doğru aktarımla erişmek ve bununla hayatı şekillendirmek “dindarlık” dediğimiz olgudur.

        Tabii ki dini bu şekilde bilmek ve yaşamaktan mahrum insanların ancak dini perspektifle anlaşılabilecek toplumsal ve kişisel davranışları değerlendirmeye, analiz ve yorum yapmaya kalkışmaları cehaletin yaygın hale gelmesinden başka bir netice vermeyecektir. Hatta bu durum tahribat ve yanlışlıkları büyütmeye sebep olacaktır.

        Türkiye çok elim, vahim bir hadiseyi Rabb’imizin inayeti ile şimdilik atlattı. Lakin bu vakayı okumaya ve analiz etmeye çalışanlar ya dinden haberdar olmayan kişiler ya da dini bilgisine güvenerek mezhep ve meşreplere kafasına göre tenkit yapan cahiller olarak arz-ı endam ediyorlar. Tabii “En iyi biz anladık!” deyip nemalanmaya çalışanlar da cabası.

        Bu konuyu uzatmak yerine herkes kendi işini en güzel şekilde yapıp, çalışıp güzelliği ortaya çıkarsa... Haddini aşmasa... İman etmiyorsa bari insaf etse iyi olmaz mı?

        Ne dersiniz?

        UHUD HARBİ’NDE ÇIKAN KARIŞIKLIK

        Uhud Harbi’ne katılan ve bu harpte şehit edilen Mus’ab bin Umeyr (RA) Hazretleri zırhını giydiği zaman, Resûl-i Kibriya Efendimiz’e (SAS) simaen çok benzerdi. Müşriklerden İbni Kamîe de Mus’ab bin Umeyr (RA) Hazretleri’ni Uhud Harbi esnasında şehit edince, Peygamber Efendimiz’i (SAS) şehit ettiğini zannetmişti.

        Derhal müşriklerin yanına vararak “Muhammed’i öldürdüm!” dedi. Bunu duyan müşrikler kendilerince sevinç çığlıkları attılar. İçlerinden birisi, yüksek bir yere çıkarak, “Muhammed öldürüldü!” diyerek herkese haber verdi.

        Bu dehşetli yaygarayı duyan Müslümanlardan telaşa kapılanlar oldu ve İslâm ordusunda tedirginlik yaşanmaya başladı. Umumi bir geri çekilme ve panik havası meydana geldi. Başka başka istikametlerden harp sahasını terk edenler vardı. Bu dehşetli hengâmede, farkına varmadan, düşman askeri zannederek din kardeşlerine kılıç sallamaya kalkanlar bile oluyordu. Bu karışıklık esnasında Huzayl bin Cabir (RA) bir başka sahabe tarafından yanlışlıkla şehit edildi.

        Müşriklerin getirdiği habere ve kopardığı yaygaraya inanmak istemeyen mücahitler ise Efendimiz’i (SAS) aramaya koyuldular. Hazret-i Ali (RA) hem karşısına çıkan düşman askerine kılıç sallıyor, hem de harp meydanında Efendimiz’i (SAS) arıyordu. Bu esnada Ka’b b. Mâlik (RA) Resûl-i Ekrem Efendimiz’i (SAS) Şi’b mevkiinde, miğferinin altında pırıl pırıl parlayan mübarek gözlerinden tanıdı ve Müslümanlara müjdeyi verdi. Böylece etrafa yayılan haberin bir söylentiden ibaret olduğu anlaşıldı.

        Kaynak: İbn Sa’d “et-Tabakatü’l-Kübra”, İbn Hişam - “es-Siyretü’n-Nebevîyye”

        AYET-İ KERİME

        Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.

        Hucurât - 6

        HADİS-İ ŞERİFLER

        “Müslüman bir kimsenin, bir malda kusur olduğunu bildiği hâlde, müşteriye haber vermeden satması haramdır.”

        Hadİs-i Şerif - Buhârî

        “Ashâbıma dil uzatmayın. Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun sizden biri, Uhud Dağı kadar altın infak etse, ashâbımdan birinin infak ettiği iki avuç dolusu hatta bir avuç dolusuna bedel olmaz.”

        Hadis-i Şerif - Müslim

        Diğer Yazılar