Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerim’inde güzel hâl ve davranışları yapan kimseleri zümre zümre, cemaat cemaat saymaktadır. Müminler yani iman edenler, salih amel işleyenler, tövbe edenler, sabredenler, namaz kılanlar, zekât verenler gibi... Birçok ayet-i kerimede topluluklardan, sınıf sınıf insanlardan bahsetmektedir.

        Hakikaten de bu iş hep böyle olagelmiştir. İyiler hep iyileri bulmuş, kötüler de hep kötülüklerini yapmak için kendilerine göre bir cemaat, kulüp yani bir topluluk edinmeye çalışmışlardır. Bunun birçok sebebi var, lakin insanın hiçbir zaman yalnız kalamayacağı gerçeği bu toplumsal hareketle kendisini göstermektedir.

        Günah işleyen, içki içen, kumar oynayan muhakkak kendine o yolun yolcusu birini arar ve bulur. Bulduğu zaman da o günahı terk etmeyi aklına bile getirmez. En kötüsü de vicdanen hiçbir rahatsızlık hissetmeyerek bir avuntu elde eder.

        Hakk ve hakikatte birleşen cemaat ve zümreler ise böyle değildir. Daha doğrusu böyle olmamalıdır, olamaz. Çünkü Hakk’ın rızasını kazanmak için fert fert bir yola düşmüşler, böylece cemaate dönüşmüşler, cemiyet ve millet şuuruna yükselmişlerdir. Dolayısıyla herhangi birinin Hakk yoldan ayrılması; onlar için rahatsız edici ve mensup oldukları cemaatin mizacını bozduğundan fevkalade rahatsız edici bir vaziyet alır.

        Hakk adına birleşildiği hâlde haksızlık ve yanlışlıktan rahatsız olmayan yapıdaki fertlerin oluşturduğu topluluklar; hasta, illetli, başkalarına da hastalık bulaştırıcı şekle muhakkak dönüşecektir, dönüşmüştür.

        İNSANLARA SELAMET VE EMNİYET VERMEK

        Her fırsatta size şu hadis-i şerifi hatırlatıyoruz. Efendimiz (SAS) saadetle buyurdular ki: “İmân etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız! Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yayın!” (Hadis-i Şerif - Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî)

        Nedir selam? İnsanlara selamet, emniyet vermek ve selamette, doğrulukta bulunmak. İmanı ve birbirine muhabbeti desteklemeyen bilişme ve buluşmalar beyhudedir. Dilde, ağızda selam ve emniyet vaat etmek, arkasından da ihanet içerisinde bulunmak ancak münafıkların rezil ahlakındandır.

        Kıymetli dostlar! Kimlerle beraber oturup kalktığımıza her zamankinden daha fazla dikkat etmemiz gerektiğini hiç şüphesiz şu günlerde sizler bizlerden çok daha iyi anlamış olmalısınız. Fakat kuru kuruya bu dikkat kâfi gelmeyecektir.

        İnsanın herhangi bir şeye dikkat edebilmesi için belli bir şuura, bilgiye, ölçü ve usule ihtiyacı vardır. Ölçüleri, usulleri yanlış olan kimsenin doğru tercihler yapması ancak tesadüf yahut Allah Teâlâ’nın istisnai bir korumasını gösterir.

        Aksi hâlde yanlış bilgilenmek, hatalı idrak ve bilgisizlik kişiyi eninde sonunda kendisi gibi insanların bulunduğu bir ortama çekecek, bu girdap onu da yutacaktır. Ne akıl, ne rütbe, ne “Ben bilirim, kolay kolay aldanmam!” sözleri ve kendine güveni kişiyi kurtaramayacaktır, bugüne kadar da kurtarmamıştır.

        NUH TUFANI BİTTİ Mİ ZANNEDİYORSUNUZ?

        Hazret-i Nuh (AS) 950 küsur sene ümmetine vaaz u nasihat etti. Onlardan ne para, ne pul istedi, ne de himmet geceleri tertipledi. Her türlü ezaya, cefaya rağmen insanlara hakaret etmedi, şahıslara beddua etmedi. Kavmi için tufan belası geldiğinde inananları ve bu dünya hayatında Rabb’inin merhamet ettiği canlıları gemisine aldı.

        Bu esnada gemiden ayrı bir tarafa yüzmekte olan oğlunu gördü. Merhamet menbaı Hazret-i Nuh’un (AS) ciğeri yandı. “Güzel oğlum, yavrucuğum gemiye bin! Gel bizimle beraber ol!” diyerek feryat etti. Fakat oğlu küstahça, “Sen gideceğin yere git, ben yüzme biliyorum, sana ihtiyacım yok ihtiyar!” diyerek helâk olmakta, imansızlıkla boğulup gitmekte olduğunu göremedi. Ama onu ne aklı, ne becerileri, hatta ne de peygamber olan babası kurtarabildi. Ve Allah Teâlâ, “Üzülme ya Nuh, sen o öleni, helak edileni oğlun zannetme, senin yolundan gelmedi, ayrı bir yol tuttu” buyurarak peygamberini ikaz eyledi.

        Mesele çok bilmek, becerikli, marifetli, akıllı olmak değildir. Kıstas, ölçü, usul, inanç, iman noktasında doğru bilgi sahibi olmaktır. Bunun da çaresi Allah (CC) ve Resûl’ünün (SAS) yolundan ayrılmamak, birbirimize muhabbet edebileceğimiz o emniyetli ahlak ve selamete erişmektir. İşte ömür bizlere bunu tahsil etmek için verilmiştir.

        Sizler günümüzde bu tufanın devam etmediğini mi zannediyorsunuz? Bütün dünyayı sarmış, kasıp kavurmakta ve yutmaktadır. Ama insanlar başıboş, sahipsiz de bırakılmamıştır. İşte Resûlullah’ın (SAS) sünneti yani ehl-i sünnet ve’l-cemaat inancı muhkem bir gemi olarak teker teker yolcularını emniyete almaktadır. Binemeyenler sakın akıllarına, cemaatlerine, becerilerine, sözüm ona sahte şeyhlerine, okuduklarına ettiklerine güvenmesinler. Bu sözün doğruluğunu vicdanlarınızda hepiniz hissediyorsunuz öyle değil mi?

        UZUN BİR MENKIBEDEN ÖZETLE

        Efendimiz (SAS) ashabıyla bir cihat sonrası savaş alanına bakıyorlardı. Hazret-i Ali (RA) Efendimiz’in yaralılara ve ganimet mallarına nezaret ettiğini fark ettiler. “Ya Ali! İkindi namazını kıldın mı? Vakit daralıyor” buyurdular ve hemen ikindi namazının farzını eda etmesini hatırlattılar. Hazret-i Ali (RA) Efendimiz boynunu büktü. “Ya Resûlullah! Dua buyurun, zaman genişlesin, sünnetini de kılabileyim. Zira şu ana kadar hiçbir sünnetinizi terk etmedim” buyurarak Efendimiz’in (SAS) dua ve bereketine mazhar oldu.

        HAZRET-İ ALİ (RA) ANLATIYOR...

        “Resûlullah (SAS) beni çağırdı: ‘Ey Ali, sen İsa (AS) gibisin. Yahudiler ona düşmanlık ettiler, daha ileri gidip annesine iftira ettiler. Hıristiyanlar da onu sevdiler, aşırı gidip onu layık olmadığı bir yere indirdiler’ buyurdu.

        Benim (Hazret-i Ali) hakkımda iki adam helaktedir. Bana olan sevgisinde aşırıya kaçıp bende olmayan fazileti bana nispet eden ve diğeri de bana düşmanlığı sebebiyle iftira edip kötüleyendir.”

        (Târihu’l-Hulefâ, İmam Suyûti)

        AYET-İ KERİME

        “İşte Allah’ın (CC) iman eden ve iyi işler yapan kullarına müjdelediği nimet budur. De ki: Ben buna (tebliğ görevime) karşılık sizden yakınlarıma (ehl-i beytime) muhabbetten başka bir ücret istemiyorum.”

        Şûra - 23

        HADİS-İ ŞERİF

        “Ben ilmin şehriyim, Ali o şehrin kapısıdır.”

        Hadîs-i şerîf - Tirmizî

        Diğer Yazılar