Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kıymetli dostlar! Medeniyetimizin hâlâ toplum üzerinde tesirini devam ettirdiği günleri gözlerinizi kapatarak şöyle bir hâtıralarınızda görmeye çalışın. Çoğunlukla ilk önce yâdınıza şehri oluşturan semt ve mahalleler gelecektir. Kişilerin insanca yaşadığı, o tevazuya uygun, birbirinin cephesini, kapısını, sofasını ve penceresini kesmeyen, gölgelemeyen, mahremiyetini ön planda tutan, iç içe geçmiş evler... Evet, bunları hatırlayacaksınız.

        Oradan hemen bu mekânın yaşanılır hâle gelmesine, mahalle olmasına vesile olan câmiyle buluşur gözlerimiz. Mahallenin câmisi, mescidi, manevi bir şemsiye ve nurdan bir bekçi gibi hem halka hem Hakk’a açık, en güzel evdir. Orada bulunan evlerin konumu mescidin görünümünü de perdelemez. Hangi sokağa girsen ya bu tarafında ya şu tarafında mescidin duvarıyla buluşur gözler. Olmadı biraz başını kaldırdığında mescidin minaresi ve alemiyle teneffüs eder ruhlar.

        Halkın gelip geçtiği yerde muhakkak bir çeşme vardır, hatta biraz daha oturmuş, özenilmiş bir semt ise burada muhakkak çeşmeden durmaksı- zın akan bir su mevcuttur. Ecdadımız bunu boşuna yapmamıştır. Suyun akıp gitmekte olduğunu gören ibretli gözler zamanın nasıl aktığını ve bir daha geri gelmeyeceğini hemen fark eder. Bu şuurla kişi ya mescide gider, huzurda baş eğer, diz çöker yahut o akarsuyu gördükten sonra evine gitti- ğinde, çocuklarıyla ve ailesiyle geçirdiği zamanın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlar da güler yüzle, hoş muameleyle kendisine bahşedilen bu devlet ve sıhhatin şükrünü eda etmeye gayret eder.

        Tekrar hayal etmeye devam edelim. Ya bir medrese ya mektep bu mahallenin vazgeçilmezlerindendir. Birbirine mesafeli duran ve birinden diğerine geçilirken hâlden hâle de geçilmesi gereken bu mekânların; insanlar tarafından çok rahat devr-i daimle geçişinin sağlandığını fark ederiz sonra.

        Bu işin sırrını ararken gözümüzün önünde birden o mahallenin tekkesi yâhut dergâhı canlanıverir. Evet, bu yapının harcı bulunmuştur artık. Ev ile mescidi, mescid ile mektebi ve hepsini birbiriyle cem edecek, aralarındaki ülfeti, muhabbeti sağ- layacak denge bu irfani muhabbet mekânlarında harmanlanmaktadır. Kahve içilecekse, dertleşilecekse, konu çocuk terbiyesi, aile içi sıkıntı veya o cemiyetin herhangi bir derdi ise bu; irfanla ve aşkla halledilirdi. Mescitte ve mektepte anlatılan ilim burada irfan lokmalarına dönüşür, ruh ve kalp bu mânâyı hazmederdi. Çocuk oturup kalkmayı orada öğrenir, mescitte hocaya, mektepte öğretmene, evinde anne-babası ve kardeşlerine, mahallesinde arkadaşlarına nasıl davranacağını bu irfan meclislerinde meşk ederdi. Nasıl meşk etmesin? Çünkü bu edep halkasında büyük gördükleri küçülür, küçük zannettiği şeyler ulvi makamlarıyla kendilerine derece derece açılırdı. İşte bizim medeniyetimizin orta direği bunlardı.

        Bu orta direk sayesinde âlim ilminin mahiyetini, cahil bu bilgisizliğinin felaketini anlar ve haddini bilirdi. Büyüğü küçüğü bu orta direk sayesinde böyle bir mahallede yoldan gelip geçerken bile edeplenirdi. Hani meşhur bir söz var ya “efkâr-ı umumi” diye. İşte umumun yani birçok insanda bulunması gereken sağduyunun ve düşünce yapısının adıydı o zamanlar orta direk. Şimdi ne efkâr kaldı ne de bu fikirlere sahip böyle bir umum, avam... İnsanlar arasında bir kutuplaşma var. Ya “Biliyorum” iddiasıyla cehaletin dibini buluyorlar ya da birkaç kelime öğrenerek hepsi ilim erbabı oluyor.

        Eğer kutuplaşmayı konuşacaksak sadece münakaşa, cedelleşme unsurlarını ortaya koyarak bu tartışılmamalıdır. Maddi manevi her sahada insanların birbirleriyle alâka kurabilecekleri ve ortak noktada buluşabilecekleri irtibat noktaları birer birer yok oluyor. Bu da bir kıyamet alâmeti olsa gerek. Çünkü kıyamet alâmetlerini açıklayan hadis-i şeriflere baktığımızda imanlı, imansız, kâfir, mü’min, cahil, âlim gibi uç noktaların öne çıktığını görüyoruz fakat ortada kalan insan vasıflandırmalarına pek rastlamıyoruz. “Kıyamet ne zaman kopacak?” bunu bilemeyiz ama cemiyetlerin kıyameti nasıl kopar ve toplumlar nasıl helâk olur bunu belli bir zamanla tayin edemesek de neticesinin ne olduğunu orta direğin kayboluşuyla teşhis edebiliriz.

        Orta direk metaforu üzerinden anlattığımız bu mevzu henüz çok taze ve birçok mahfilde tartışılmayan, göz ardı edilen, belki de fark edilemeyen bir konudur. Çok yakın bir gelecekte ilk önce maddi sahadaki orta direği oluşturan insanlar sadece bizim değil bütün dünyanın konuştuğu ve tartıştığı konu hâline gelecektir. Bundan sonra bilmem ne kadar sürer lâkin maneviyatı destekleyen orta hâlli insanların kaybolduğu hakikatiyle karşı karşıya kalınacak ve bu durumun telafisi hiç de kolay olmayacaktır. Çünkü ilmi temsil eden insanları yetiştirmek ve el birliğiyle bu nevi birkaç kişiyi temsil makamında bulundurmak mümkün olsa da ilmin kemal mertebesindeki ahlâkın cemiyetin her safhasına nüfuz edebilmesi için gerekli olan insan topluluğu bir anda inşa edilemeyecektir. İnsan 30 senede yetişebilir fakat toplumun inşası için en az 70 sene icap eder. Şimdilik bu teşhisi yapalım, tedavi ve tedbirleriniyse başka bir zamana, zemine ve ehil insanların görüşlerine bırakalım.

        HADİS-İ ŞERİFLER

        Abdullah bin Selam (RA) naklediyor: “Resûlullah’ı (SAS) görmek için bulunduğu yere gittim. Daha ilk gördüğümde kendi kendime, ‘Bu güzel yüzün sahibi yalan söyleyemez!’ dedim. Resûlullah insanlar arasına oturmuş, onlara nasihat ediyordu. Kendisinden ilk işittiğim hadis-i şerif şuydu: Ey insanlar! Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalarınızla alâkanızı ve onlara yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Bu sayede selâmetle cennete girersiniz.”

        Hadis-i Şerif - Tirmizî, İbn-i Mâce

        “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız! Yaptı- ğınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yaygınlaştırın!”

        Hadis-i Şerif - Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî

        Diğer Yazılar