Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Evet, İslam’ı tarif eden zatlar Efendimiz’den (SAS) aldıkları feyizle dinimizi bu cümle ile özetlemişler. Allah (CC) Teala’nın emirlerine, kelamına, din olarak indirdiği her şeye hürmet, saygı, tazim göstermek ve elimizden geldiği kadarıyla tatbik etmek bu “cümle”nin yarısını oluşturuyor. Fakat bu cümlenin tamamlanması ve tam olarak İslam şuuruna ermek ise ancak, cümle yaratılmışlara merhamet, şefkat, tevazu duygularıyla gücümüz yettiği kadarıyla hizmet etmek ve yararlı olmak düsturuyla mümkün.

        İbadet etmeyi, dinin tamamı ve sofuluk görmek, bunun yanında çalışmayı, kazanmayı, helal kazançla meşru sahada gayret etmeyi “dünyevileşmek” gibi anlamak belki de bu asrın en yaygın hastalığı. Modernist ve seküler yaklaşımla İslam dinini yozlaştıranlar, bu işi sulandıranlar ise işin başka bir uç noktasını oluşturmakta.

        Dostlar! İlk önce şunu çok iyi anlamak lazım ki “Allah Teala her zaman ve her yerde bizim Allah’ımız, Rabb’imizdir ve insanlık, kulluk edenlerin tüm tezgâhları, işleri, güçleri hepsi O’na (CC) çalışmakta, hepsi ve her şey O’na hizmet etmektedir”. Caminin de Rabb’i aynı, çarşının sokağın da... Ramazan mevsiminin de kışın, sonbaharın da... Evinin Rabb’i de aynı Mevla, işyerinin, sahilin, kumsalın, köyün, şehrin ve cümle insanların Rabb’i de aynı... Biz “kulluk” şuurunu sadece seccadenin, üç ayların, caminin, Kâbe’nin, manevi cemiyet ve sohbetlerin, dua meclislerinin gerekliliği olarak görüp de bu şuur ve bilinci hayatımızın her alanındaki “olmazsa olmaz” bakış açısına taşımazsak; galiba bu halimizden kurtulmak ve dünya ve ahiret huzuru bulmak imkânsız bir şekil alacak.

        Halbuki Allah Teâlâ ne kadar kerim, nasıl sonsuz merhametiyle rahim Mevla’dır. İbadetlerimizi, taatlarımızı hep bulunduğumuz hayat şartlarına göre bizlere fırsatlar olarak bahşeylemiştir. Farz olan ibadetlerin değişmez, sarsılmaz, yerini başka bir şeyle değiştirilmez kılan Mevla, nafile ibadet ve şahsiyet gelişimimizi bize kendi sahamızdan, kabiliyetimizden çeşitli ve renkli olarak sunmuştur. Tabii bunları bizler Efendimiz’in (SAS) bereketli sünneti ve uygulamaları sayesinde anlayabiliyoruz.

        Mesela, güler yüzle mümin kardeşine selam vermek, zarar veren bir şeyi yoldan kaldırmak, güzel sözlerle insanlara faydalı olmak, yaşlı birine yardımcı olmak, hasta ziyaret etmek, çocukları sevindirmek, kendi ailene alışveriş yapmak, kuşlara hayvanlara su vermek, yarım bir hurma bile olsa bir insanla paylaşmak ve daha nice binlerce iyi düşüncelerle yapılan bu işler hep “sadaka” ve “nafile ibadet” hükmündedir. Farzlarını yerine getirmeye çalışan ve dine, mukaddesata daima saygılı olan herkesin kendi kabiliyetine göre yaptıkları tüm meşru ve yararlı işler dinimizce nafile ibadet gibi kabul edilmiş ve bunu Efendimiz (SAS) birçok defa değişik vesilelerle ve uygulamalarla beyan eylemiştir.

        Okulda talebelerine muhabbetle ders anlatan bir öğretmenin nafile ibadeti ile camide ders veren hocanın nafile ibadeti arasında bu açıdan fark yoktur. Çünkü herkes kendi kabiliyeti ile bu “kulluk” şuurunu idrak eder ve herkes bulunduğu sahada en iyisini yapmaya çalışarak dünyadaki bu eğitim ve imtihanını başarı ile tamamlar. İslam’ın insana bu bakışı ve bilinçlendirmesi sayesindedir ki profesör ile temizlik işçisinin, hamal ile lojistik firma ağı “CEO”sunun, okula giden ile dağda davar güden insanın kulluk açısından hiçbir farkı yoktur. Buradaki kıstas işini namuslu, dürüst ve düzgün yapması ve mana sahasına saygısını daima zinde tutması hatta hep ahiret bilinciyle hareket etmesidir.

        Herkes aynı ibadeti (farzlar dışında) yapacak diye bir kaide yoktur.

        Mesnevî’de çok güzel bir kıssa var:

        İlmine mağrur bir adamcağız gemiyle seyahat için limana gelmiş. Gemiye binerken kaptanla karşılaşmış, selam sabah bile yapmadan sormuş “Kaptan efendi! Sen hiç gramer ilmi okudun mu?” Adam şaşkınlık ve biraz mahcubiyetle “Hayır” diye cevap verince Molla “Yazık yazık... Desene ömrünün yarısı boşa gitmiş...” diyerek küçümseyici nazarla gemiye binmiş. Neyse birkaç gün denizde yol almışlar ki birden hava patlamış. Fırtına ve dev dalgalar arasında gemi beşik gibi sallanmaya başlamış. Kaptan sağa sola emirler yağdırıyor, bu durumu idare etmeye çalışıyormuş ki bakmış güvertede bizim profesör... Kaptan hocaya seslenmiş “Efendi, Efendi! Yüzme biliyor musun?” Adam “Yok, hayır!” diye feryad edince kaptan “Desene ömrünün tamamı gitti...” diyerek son pişmanlığa vesile sözlerle hepimize bir ibret vermiş.

        İşin temel noktasını yazımızın başındaki cümle oluşturuyor. Rengârenk, çok çeşitli ve mizaçlı kullar olarak yaratıldık. Mesele dinin ana hatlarından çıkmadan kendi meşrep ve özelliğimize göre güzel işlerle uğraşıp, faydalı olarak bu dünya sahnesinde verilen rolü en iyi şekilde göstermekten ibarettir.

        Bir büyük alim şöyle diyor: “İnsanların çoğu ve bu hayatın alayiş ve koşuşturmasına dalıp giden kimseler sabah kalktıklarında ‘Bugün şunu yapacağım, şuraya gideceğim, şöyle edeceğim’ diye planlar yaparlar, işin perde arkasını unutarak kendilerini muktedir ve sadece kendileri yaşayacakmış gibi planlamada bulunurlar.

        Arifler, bu âleme niçin geldiğini idrak edenler ise sabah uyandıklarında ‘Acaba Rabb’im bugün beni hangi güzel işlerinde vazifelendirerek iyilikler bahşedecek’ diye düşünürler.”

        El kârda olsa da gönül o güzel Mevlâ’da olmalı dostlar... Dua ve selam ile... Vesselâm.

        SORDUM ÖĞRENDİM

        1. Fitre ve zekât ramazan ayında mı verilmelidir?

        Zekât ramazan ayı dışında da verilebilir, ancak zekâtın Ramazan’da verilmesi de uygundur. Fitre Ramazan’da verilir.

        2. Borcu olanlar sadaka verebilirler mi?

        Borçlu bir insan sadaka verebilir, bunu verdiğinde sadakanın sevabını da almış olur. Ancak borçlu insan sadaka vermekten önce kendi borcunu ödemeyi düşünmeli ve bu yönde gayret etmelidir.

        3. Babası ile birlikte oturan kimse zekât ile mükellef midir?

        İslâm’da mülkiyetin şahsiliği esastır. Buna göre bir kimse babasıyla birlikte oturuyor olsa bile zekâta tâbi nisap miktarı mala sahip ise zekât ile mükelleftir. Ancak babası ile mallarını ayırmamışlar da ortak kazanıp ortak harcıyorlarsa, bu takdirde ellerindeki birikim üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan kişi zekâtla yükümlü olur.

        4. İnsanın kendi ihtiyacı için kullandığı araç-gereç ve malzemelere zekât düşer mi?

        Sanat ve mesleğin icrası için gerekli olan araç-gereç, makine ve malzemeler, asli ihtiyaçlar kapsamında yer alır. Dolayısı ile bunların zekâtının verilmesi gerekmez. Ancak ticaret için üretilen veya alınıp satılan araç-gereç, malzeme ve makinelerin zekâtının verilmesi gerekir.

        5. Vergi zekât yerine geçer mi?

        Vergi bir vatandaşlık görevidir; zekât ise dînî bir yükümlülüktür. Ayrıca zekât ile vergi, mükellefiyet, temel gâye, oran, miktar ve harcanacağı yerler bakımından birbirinden farklıdır.

        AYET-İ KERİME

        (BEDİR’de) Karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah (CC) yolunda çarpışan bir grup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir grup. Allah (CC) dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır. İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah (CC) katındadır. (Resûl’üm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın (CC) hoşnutluğu vardır. Allah (CC) kullarını çok iyi görür.

        (Âl-i İmrân 13-15)

        HADİS-İ ŞERİFLER

        “UHUD öyle bir dağdır ki biz onu severiz, o da bizi sever.”

        (Buhâri, Müslim, Tirmizî, Muvatta)

        “Medine’de ölmeye muktedir olan orada ölsün. Zîrâ ben, orada ölene şefaat ederim.”

        (Tirmizî)

        “Kim evinden çıkıp Kuba Mescidi’ne gelir ve orada iki rekat namaz kılarsa, bu ona bir umre sevabı bedeli olur.”

        (Nesâî)

        Diğer Yazılar