Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KIYMETLİ dostlar! Mümin kişiye ne beddua etmek ne de beddua almak yakışır. Beddua Farsça ve Arapça kelimelerin bir araya gelmesiyle “kötü dua” manasında kullanılagelmiştir. Fakat halk arasında yaygın olduğu şeklin haricinde de aslında hiç fark etmediğimiz beddualar vardır.

        Ölümü temenni etmek, “Keşke şöyle şöyle olaydım da bunu görmeyeydim” demek, “Bunu yaparsam ölümü gör” gibi densiz, yersiz konuşmalar yapmak mümine yakışmayan sözlerdir ve beddua kabilindendir. Kişi bu söylenilen olumsuzlukları bire bir yaşamasa da bir şekilde sıkıntısını ve imtihanını çekmek zorunda kalabilir. Zaten lüzumsuz, kişinin ne dünyasına ne de ahiretine yaramayacak boş şeylerden konuşmak Allah Teâlâ’nın kuluna gadap ettiğinin alametlerindendir.

        Beddua etmekten kaçındığı gibi bir mü’min beddua almaktan da kaçınmalıdır. Efendimiz (SAS) mealen bir hadîs-i şerîflerinde “Zulme uğrayan kişi ile Allah Teâlâ arasında perde yoktur” buyurmuş ve birilerine zulmederek, kâfir bile olsa birinden ah ve beddua almaktan bizleri sakındırmıştır.

        Şunu da söyleyelim ki zalimin aleni olarak yaptığı zulmüne, fitne ve fesat çıkarmaya çalışanların fitnelerine, dine hıyanetle yaklaşanların hainliklerine karşı dua etmek, bunların kahr u perişan olmasını dilemek, aslında beddua değildir.

        Bir insan hak etmediği halde beddua veya lanete uğradıysa Allah’a (CC) sığınmalı ve hiç korkmamalıdır. Hakk yolda ilerlediğine emin ve doğru yaptığını kesin olarak biliyorsa insanların ondan memnuniyetsizliği ve beddua etmesi onu yolundan caydırmamalı ve hiç korkmamalıdır. Çünkü mümin aynı zamanda Allah’a (CC) itimat eden şahıs demektir. Bir insan Allah’a (CC) imanından emin değilse zaten ona ne dua ne beddua fark etmez.

        ÇOCUĞUNUZA GÜZEL AHLÂKI ÖĞRETİN

        Kıymetli hocam Kurra Hafız Gönenli Mehmet Efendi, çocuk terbiyesi hakkında bizleri irşâd ederken çocuklara beddua edilmemesi hususunu da beyan etmişti. Bu haftaki sohbetimizi Hocaefendi’nin ifadeleriyle tamamlayalım:

        “Hep geliyorlar, çocuklarından şikâyet ediyorlar. Peki, çocuk nereden geldi, gökten zenbille mi indi? Kazandığına bakma, yedirdiğine bakma, sonra gel çocuktan şikâyet et. Olur mu ya? Kur’ân’ı öğretmezsin; din, namaz, ahlâk, abdest göstermezsin; her istediğini verir şımartırsın. Sonra da ‘Çocuğum şöyle oldu, böyle oldu’ diye dua istersin.

        Bak, o tulumları delen çocuğun hikâyesini biliyorsunuz. Eski zamanda suyu deri tulumlarla taşırlarmış. Bir Şeyh Efendi’nin oğlu da sucunun tulumlarını çiviyle deler kaçarmış. Sucu utanarak sıkılarak Şeyh Efendi’ye gelip durumu anlatmış.

        O zat ne yapmış biliyor musun? Hemen hanımını karşısına almış ve sormuş. ‘Hatun! Kendi kabahatlerimi düşündüm işin içinden çıkamadım. Bu çocuk bu hareketi acaba bizim amelimizden dolayı mı yapıyor? Bilelim, ona göre tedavi edelim’ demiş. Bak, bak, bak... Görüyor musun ârif olan zatları. Aman ya Rabb’i!

        Sonra hanımı da demiş ki: ‘Efendi, ben bu çocuğa hamileyken komşuda beş on dakika oturmuştum. Masanın üstünde limonlar vardı. Aşerdim, istemeye de utandım. Yanımdaki yaka iğnemi çıkartıp limonun birisini deldim ve onun suyundan emdim. Çocuğun fiili, bana bu durumu hatırlattı.’ Hemen Şeyh Efendi, ‘Hanım, sen istiğfar edip komşundan bu durum için helallik iste, bakalım ne olacak?’ demiş. Sonra da çocuk kendiliğinden o huyu terk edivermiş.

        Yaa, şimdi sen düşün bakalım; haydut mu yetiştiriyorsun, çocuk mu? Zanneder misin ki sen o çocuğu öyle yetiştirdiğinde şimdi sana “canım, cicim” diyen o yavru senin anne baba hakkını tanıyacak. Aman kardeşim, çocuğunuza güzel ahlâkı, doğruluğu öğretin. Şakadan bile olsa yalan söylemesine mâni olun.

        Allah (CC) ve Resûl’ünü (SAS) sevdirin. Helal yedirin, helal işlerle meşgul edin ve çocuklarınıza da sakın beddua etmeyin. Sinirliyken, kızgınken yemek bile yapmayın. O kızgınlık, o sinir yemeğe geçer. Hanımlar duydunuz mu? Sonra sen de zehirlenirsin, mânen çocuğun da zehir yutar. Allah Teâlâ muhafaza eylesin.

        AMAN, YAVRULARINIZA BEDDUA ETMEYİN!

        Hazret-i Ömer bir çocuğu mescide acele acele koşarken görmüş. “Çocuk, ne bu telaşın? Sakin ol” diye ikaz etmiş. Sonra da onun bu gayretinin nereden geldiğini öğrenmek için sormuş: “Sen daha çok küçüksün, ama maşallah cami cemaatine pek heyecanla iştirak ediyorsun. Sebebi ne?”

        Bak, o çocuk ne cevap vermiş?

        “Efendim, annem ocağı yakıyordu.” Tabii, eski zamanda çalı çırpıyla yakıyorlar malum. “Büyük odunları tutuşturmak için önce küçük parçaları yakıp ateşe attı. O durumu görünce ya büyükler cehennemde yanarken, çocukları önce yakarlarsa diye korktum. O sebepten ibadetime dikkat etmeye çalışıyorum” demiş.

        Allah, Allah... Tabii çocuklar cehenneme girmeyecekler, ama mesele o değil. Bak, ne anlayışlı çocuklar var. Sen saatlerce konuşuyorsun anlatamıyorsun; ama bu çocuk, gördüğünden ibret almış bir büyük adam gibi halini düzeltmiş. İşte sizler de bu örnekleri bilip âgâh olun. Aman, yavrularınıza beddua etmeyin, sövmeyin, şefkatle hareket edin; lâkin sakın ha şımartmayın.”

        Diğer Yazılar