Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CENÂB-ı Hakk’ın selamı, rahmeti üzerinize olsun kıymetli okurlarım. “Birlik’te Sohbet” köşemizde bugün genel bir değerlendirme yapmayı arzu ediyorum. Bu köşeden her zaman lazım olabilecek önemli bilgileri sohbet tadında aktarmaya çalışırken, bir yandan -hiç de güncel olmayı hak etmese de- televizyon yahut sosyal medya üzerinden tartışılan konular hakkında da doğru bilgileri aktarmaya çalışıyorum.

        Şu sıralar televizyon programlarında din, diyanet, Kur’ân dile dolanarak sağda solda yapılan birçok konuşmayı başka bir gözle değerlendirmeye çalışalım. Aslında önemli muhteviyatı var gibi görünse de birçok program “değerlendirme” tabirini bile hak etmiyor ya, neyse... Bugün bunu konuşmayacağım. Meseleyi sizlerle mütalaa etmek istiyorum.

        İlk önce kendi kendime şu soruyu sordum: İnsanların dinle alakalı mevzuları merak etmesi pek tabiidir. Din derken “İslâm” dinini kastediyorum; zira İslam, hayatın her safhasında bizden kulluk bilinci isteyen yegâne Allah (CC) nizamıdır. Bu sebepten, İslâm’ı kabul etmiş olan yani Müslüman; hayatının her safhasında “Doğru mu yanlış mı, helal mi haram mı, şöyle yaparsam kul hakkını yerine getirmiş olur muyum, adaletli hareket eder miyim acaba zulüm mü yapmış olurum, yoksa faydalı davranışta mı bulunurum?” sorularını kendisine sorar. Cevabını alamadığı yahut bir cevap alsa da kalbinin tatmin olmadığı durumlar karşısında da vicdani sorumluluk sahibi olduğundan dini bilgiler ve sohbetler her zaman ve zeminde hayatımız için lüzumlu, hatta elzemdir.

        Kendi kendimize sorduğumuz soruyu unutmayalım ama. Bu kadar değişik kanalda, bu kadar değişik konumda din adına yapılan konuşmalar, acaba insanların bu ihtiyacını gidermek için mi organize olmuş? Yani bilgilendirmekten ziyade abuk sabuk tartışma ortamlarında konuşmalar tertip edenler, acaba insanımızın gerçekten de din derdiyle mi meşgul oluyorlar?

        İSLÂM’I DOĞRU ANLATMAK GİBİ BİR DERTLERİ YOK

        Şimdi resme biraz uzaktan, şöyle geriye çekilerek bakalım. Filanca televizyonun ana haber saatinden başlayalım. Sonra onu takip eden dizi ve magazin programına. Dini açı ve hassasiyetle baktığımızda bu iki üç saatlik programların hemen hemen hiçbir yerinde Müslümanca, bir Müslüman’ın ailesiyle birlikte seyredebileceği kıvamda bir şeye rastlayamıyorsunuz. Diyeceksiniz ki: “Demokrasi var, hür bir ülkede yaşıyoruz.” Tam da bunu söylemek istiyorum. Müslüman’ın kendisine ait şahsiyet ve karakterini ifade etmekte hür olduğunu düşünerek bu satırları yazıyorum.

        Neyse... Bu birkaç saatlik televizyon programından sonra bir anda hidayete ermek istiyor sanki bu televizyon kanalı. “Aaa!.. Maşallah! Tövbekâr oldular” derken bir de bakıyorsunuz ki Kur’ân-ı Kerîm, din, diyanet sözlerinin arasında bir alay abuk sabuk fikir havada uçuşuyor.

        Kendi kendime soruyorum:

        “Biz ne yapıyoruz, bu işin hesabı kitabı, ahireti var, neticede yüzden 89’u Müslüman olan bir ülkede yaşıyoruz. Ya Rabb’i! İşte huzuruna geldik, öğrenmeye çalışıyoruz. Dertliyiz ey Allah’ım! Dermana geldik...” çırpınışlarıyla mı acaba bu sohbet programlarını yapmak istiyorlar? Yoksa her türlü haramın bulunduğu bir açık büfede belki “Bir Müslüman da gelir, müşterimizi kaçırmayalım” diyerek sofranın bir köşesine hurma ve zemzem mi koyuyorlar? Bakıyorum, aslında bu da değil. Zemzem ve hurma diye başka bir şey yedirmeye çalışıyorlar.

        Sonrası daha da acayip kıymetli dostlar. Bu vitrinde sergiledikleri şovlarla insanların beğenisi, reyting ve yorumlamalarının arkasına saklanarak, iyi veya kötü yaptıkları işlerin değerlendirmesini; hakka göre değil de halkın insafıyla doğru veya yanlış olarak tartmaya kalkıyorlar.

        Halkımızın acınacak tavrı da genellikle şöyle oluyor:

        “Yahu kardeşim, işte bak bu adam da ilahiyatçı! Bu adam da hoca! Siz böyle söylüyorsunuz ama falanca da böyle söylüyor! Eh bizim de halk olarak kafamız karışıyor. Fatih Hocam hele bir söylesene bu işin aslı ve doğrusu nedir?”

        Maalesef dertsiz ve din adına gamsız olan insanlar bu etrafta uçuşan sözlerin arkasına saklanarak Allah Teala muhabbetini, Efendimiz’in (SAS) ahlaki ve dini duruşunu yaşamayı erteliyor ve bu tartışmaların mazeretiyle güya tembelliğimize kulp takmaya çalışıyorlar.

        DİN MEVZULARINI DİLE DOLAMAYALIM

        Dini hassasiyeti olmayan insanların ve bu insanların zihinlerimize akıttığı kanalların İslam’ı doğru, en iyi şekilde anlatmak gibi bir dertleri olmadıkları kesin bir durumdur. Tartışmaların arkasına saklanan insanların bu güzellikleri yaşamayı ötelemesi ise henüz Allah (CC) ve din derdiyle tanışmamış olmalarından ileri gelmektedir.

        Kur’ân-ı Kerîm’de bir ayet-i kerime var. Çoğunuzun duyduğu ama maalesef üzerinde düşünmediği bir ayet-i kerime: “...Allah Teâlâ’nın ipine topluca sarılın.”

        İslam âlimleri bu ayeti bizler için tefsir etmişler ve özetle buradaki “toplu” kelimesinin hem toplum olarak her ferdin saadet bulmasına işaret ettiğini, hem de Cenab-ı Hakk’ın hiçbir ayeti arasında ayrım gözetmeksizin hepsinin ilahi bir manzume olarak kabul edilmesi gerektiğini, aksi takdirde huzur, saadet ve sükûn bulamayacağımızı ifade ettiğini anlatmışlardır.

        Şimdi düşünün dostlar! İpe tutunmak kim için geçerli ve önemlidir? Bu soruyu hiç kendi kendinize sordunuz mu? Hayatınızda kaç kere ipe tutunmak; hayatınızın devamı için yegâne fırsat oldu bir düşünün. O zaman bu ayet bize şu müthiş tabloyu çiziyor:

        “Ey insanoğlu! Sen kendine göre birçok tedbirler almış, tedarikini yapmış, hiçbir sıkıntın yok zannediyorsun ama şu anda ve her zaman Allah Teâlâ ile irtibatın olmadığından; tufanda sele kapılmış veya derin kuyulara düşmek üzere olduğunu asla unutma. Senin böyle bir derdin varsa (ki olmalı) elbette can havliyle, bu dertle dermanı bulmak ve hayatını kurtarmak için bu ipe sımsıkı sarılırsın. Ama senin böyle bir derdin yoksa Kur’ân ayetleri de, bu ayetlerin nasıl yaşanması gerektiğini gösteren Resul’ün sünneti de senin için sadece bir kuru malumat olarak kalır. Gerçekten derdi olanlar dermanı çok iyi tanır, işin sahtesini, gerçeğini, sapla samanı, daneyi birbirinden ayırır.”

        Din mevzularını dile dolamayalım. Dinsizlik ile dinin beraber olmayacağını anlayalım. Derdimiz sağlam ve gerçekse elbet dermanımızın da o nispette hak ve hakikat olacağını unutmayalım.

        Diğer Yazılar