Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KIYMETLİ dostlar! Din; sadece kutsal kitapta anlatılan, ibadetlerle sınırlı bir kurallar bütünü değil, başlı başına bir hayat algısı, yaşam şeklidir. Bizde yaygın olarak kullanılan “Din, Allah (CC) ile kul arasındadır” sözü, bir kesimin kendi kafasındaki din algısını herkese dayatma çabasından ibarettir ve son derece hatalı bir ifadedir.

        İslâm; sadece camide, tekkede, medresede yaşanan, herkesin kendi kendine ibadet ettiği, hayatın içine temas etmeyen bir din değildir. Aksine İslâm; kişinin âlemlerin Rabb’i olan Allah Teâlâ ile münasebetinden, kulluk vazifelerinden aile içindeki ilişkilerine, sosyal hayattaki sorumluluklarına, toplumun düzenine varıncaya kadar hayata dair aklınıza gelen gelmeyen her ne varsa onu düzene koyan bir yaşam şeklidir.

        Bir insan herhangi bir derneğe, kulübe, siyasi partiye üye olduğunda bile, üyelerin kendi içlerindeki ve dışlarındaki her şey ve herkesle ilişkileri etkilenip hayatları değişirken dinin sadece Allah (CC) ile kul arasında olması düşünülebilir mi?

        Kendince bir düşünce tarzını yansıtan “Din Allah (CC) ile kul arasındadır” sözü; bir zümrenin, kendi kafasındaki din algısını topluma dayatma çabasından başka bir şey değildir. Hadi bir zamanlar televizyon, internet yoktu. Radyodan ne duyuyorsak, gazeteden ne okuyorsak inanıyorduk da, bugün 21. yüzyılda hâlâ böyle saçma sapan sözler duymak, insana “Bunlar hiç uslanmayacak, hiç akıllanmayacak mı?” diye sorduruyor doğrusu.

        “Yok hocam! Elhamdülillah kalmadı artık çok fazla o örümcek kafalılardan” diyebilirsiniz ama maalesef hâlâ var! Hem de bu sefer içimizden, bizden birisi gibi konuşuyorlar.

        KUR’ÂN VE SÜNNET BİRBİRİNDEN AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ

        Eski örümcek kafalılar en azından aramıza karışmadıkları için kolay seçilebiliyorlardı. Şimdikileri şeklinden şemâlinden tanımak da pek mümkün olmuyor.

        Eskiler tüm inananları koyun yerine koyuyor, öyle nutuk atıyorlardı, şimdikiler ellerinde mübarek Kur’ân’ı tutup güya oradan konuşuyorlar.

        Eskiler Efendimiz’e (SAS) deve çobanı diyorlardı, şimdikiler ağızlarının ucuyla “Peygamber” diyor. Densizlikte daha da ileriye gidenler sadece ismiyle hitap ediyor, Efendimiz (SAS) demek bile dillerine ağır geliyor.

        Eskiler Kur’ân’ı Kerîm’e, “Peygamber’in sözleri” diyordu, şimdikiler “Kur’ân Allah’ın (CC), hadisler Peygamber’in sözüdür, Allah’ın (CC) sözü varken, Peygamber’in sözüne bakılmaz, kitap bize yeter” diyor, o Kur’ân’ı da işlerine nasıl gelirse öyle yorumluyorlar. Kardeşlerim, bu ahmakça tasnifi yapanlar; sözüne itibar etmedikleri kişinin âlemlere rahmet Efendimiz (SAS) olduğunu akıl bile etmiyorlar. “Hazret-i Peygamber tebliğini yaptı gitti, bundan sonrası Allah’la bizim aramızda” diyerek, güya bizden biri gibi görünerek, eskiden yutturamadıkları masalı yeni bir şekille, yeni bir biçimle yeniden okuyorlar. Sözü Kur’ân’dan, âyetten açıp, biraz fıkıh, biraz kelâmdan dolaştırıp sonunda “Din, Allah ile kul arasındadır” diyerek niyetlerini açık ediyorlar.

        MÜ’MİN, FERASET SAHİBİDİR

        Kıymetli kardeşlerim! Gerçi siz, bu bahsettiklerimizi simalarından veya konuşmaya başladıktan sonraki cümlelerinden hemen fark edersiniz. Neden biliyor musunuz? Hadis-i şerif ile sabittir; Efendimiz (SAS) mealen “Mü’minin ferasetinden çekinin, bakınca Allah’ın nuruyla bakar” buyurmuşlardır. Yani mü’min olan kişi bakınca karşısındakinin niyetini hisseder, kalbinden geçeni anlar. Bunun için de illa evliya olması gerekmez. Bu Allah’a (CC) ve Efendimiz’e (SAS) iman eden herhangi bir kimsenin, sıradan bir hâlidir.

        Tabii inananlara kendi abuk sabuk din algısını empoze etmeye çalışan, bizi Allah ile aldatmaya çalışanların da kalplerindeki o habis niyetlerinin, o cahil saydıkları kişiler tarafından ayan beyan görüldüğünü bilmelerinde fayda var. Hem gerçek imanın nasıl bir şey olduğunu duymuş olmaları hem de düştükleri rezilliği fark etmeleri için...

        ***********

        MESNEVÎ UFKU

        HAZRET-İ Ömer’in (RA) halifeliği zamanında Medine’de çok büyük bir yangın çıktı. Yangından çıkan ateş, taşları kuru odun gibi yakıyordu. Binaları ve bütün evleri saran bu ateş havada uçan kuşların kanatlarını bile tutuşturmuştu.

        Kovalarla sular döküp ateşi söndürmeye çalıştıkça ateş iyice alevleniyordu. Su bile bu ateşten korkmuştu. Sanki ateşe gayb âleminden bir yardım ve emir geliyordu.

        Halktan kimseler koşarak Hazret-i Ömer’e (RA) gelip bu yangını suyla söndüremediklerini söylediler. Hazret-i Ömer (RA) onlara, “O ateş Allah Teâlâ’nın bizlere işaretlerinden bir işarettir. Bu yangın sizin cimriliğinizden çıkan bir yangındır. Siz su dökmeyi bırakın da fakire fukaraya ekmek dağıtın ve cimrilikten vazgeçin” dedi.

        O kimseler, “Bizim kapılarımız herkese açıktır. Biz cömert insanlarız, iyilikten ve yardım etmekten hoşlanırız” dediler.

        Hazret-i Ömer (RA) halka seslendi:

        “Demek ki siz verdiğiniz ekmeği Allah (CC) rızası için değil de gösteriş için veriyorsunuz. Allah’tan (CC) korkarak, cömertliği bir emir sayarak değil övünme ve gösteriş için veriyorsunuz.”

        Allah’ın (CC) ihsan ettiği malı Allah (CC) rızası için infâk etmek gerekir. O malı nefsi peşinde koşan kötü kişilere vermek ise eşkıyanın eline kılıç vermek gibidir.

        Diğer Yazılar