Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SINEMADA kötücül bir ruh tarafından ele geçirilmiş nesnelere yabancı değiliz. Buzdolabından yataklara, aynalardan otomobillere uzanan geniş bir yelpaze duruyor karşımızda. Ama bunların arasında seri olmayı başarmış “oyuncak bebek Chucky” gibi çok fazla örnek yok. Chucky’nin aradan sıyrılmasının en önemli nedenlerinden biri hiç kuşkusuz bir yüze sahip olması. İkinci nedeni ise, çocukların olduğu her evde bulunabilecek masum bir oyuncağı temsil etmesi.

        James Van’ın yönettiği “Korku Seansı”nda (The Conjuring) karşımıza çıkan oyuncak bebek de, belli ki Chucky’nin izinden gidiyor. İlk film, 1971 yılında yaşanmış gerçek bir hikâyeden esinleniyordu. Medyumlar oyuncak bebeğin kötü bir ruh tarafından ele geçirildiğini tespit ediyorlar ve finalde onu kilit altına almayı başarıyorlardı. Yeni film ise oyuncak bebeğin hangi kötü güç tarafından nerede ve nasıl ele geçirildiğini anlatmak üzere 1960’lı yıllara kadar uzanıyor.

        TATMİN EDİCİ BİR KORKU GERİLİM

        Her şey yeni evlenmiş, bebek bekleyen bir çiftin öyküsüyle başlıyor. Annabelle, genç eşi Mia’nın (Annabelle Walis) el yapımı bebeklere olan tutkusunu bilen genç doktor John (Ward Horton) tarafından eve getiriliyor. Öykünün geri kalanı tanıdık sularda ilerliyor. Bu tür filmler üç aşamalıdır: İlk aşamada, nesneyi ele geçiren kötü ruh yavaş yavaş varlığını hissettirmeye başlar. İkinci aşamada, din adamları ya da uzmanlar devreye girer ve kötü ruhun kimliği, amaçları ortaya çıkarılır. Üçüncü aşamada ise kötü ruh, hedefine doğru saldırıya geçer.

        Yönetmen John R. Leonetti, geniş ekran formatında kullandığı geniş açılı objektiflerle özellikle iç mekânlarda huzursuz edici bir atmosfer yakalıyor. Sıcak renklerin ağırlıkta olduğu ferah, aydınlık bir 1960’lar ortamında gerilim yaratması takdire değer. Mia ile John’un yatak odası penceresinden yan evdeki cinayetleri seyrettiğimiz sahne çok iyi. Hemen ardından gelen, Mia’nın komşuların kapısına gidip ambulans çağırmak için evine döndüğü ve saldırganlarla karşılaştığı, büyük kısmı tek plan olarak çekilen sahne de mükemmel. Mia’nın bodrum katındaki asansörde bir türlü yukarı çıkamadığı sahneyi, evin içinde bir kız çocuğuyla karşılaştığı anları da unutmayalım. Özetle “Annabelle” gerilim yaratmasını bilen bir yönetmenin elinden çıkıyor. Ama üçüncü aşama, yani kötülüğün artık güç gösterisi yaptığı bölümler için aynı şeyi söylemem zor. Kaldı ki, sonlara doğru sadece anlatım değil bence öykü de etkileyiciliğini giderek kaybediyor. İblisin hedefi ve ona karşı mücadele şekli belirsiz kalıyor. Ayrıca güçlü bir ana fikirden ya da alt metinlerden söz etmek mümkün değil. Dini mesajlar, kötülüğe karşı kendini feda etme motifi ve anneliğe övgü dışında dişe dokunur fikirler yok ama yine de bir korku gerilim olarak tatmin edici olduğu kesin.

        FİLMİN NOTU:6

        Diğer Yazılar