Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hobbit üçlemesinin son filmi “Hobbit: Beş Ordunun Savaşı”nda (The Hobbit: The Battle Of The Five Armies) yönetmen Peter Jackson, Tolkien’in masalsı dünyasını yine görkemli bir çağdaş aksiyon sinemasına dönüştürüyor ama “Yüzüklerin Efendisi”ni de özletiyor

        KİTABIN üçüncü filme konu olan son kısımlarında J.R.R Tolkien, savaştan çok savaşı ortaya çıkartan nedenlere odaklanır. Cüceleri yurtlarından sürerek servetlerine el koyan, ticareti engelleyen, bölgedeki insanları ve elfleri baskı altında tutan ejderha Smaug, hem tiran hem bölgenin süper gücüdür. Onun sürpriz ölümünün ardından, savaş şartları hemen oluşmaya başlar. Ejderha geride sadece büyük bir servet değil, stratejik bir kent de bırakmıştır. Tolkien, iktidar boşluğunun cüceler, elfler ve insanlar üzerinde yarattığı gerilim, panik ve kaos ortamını her yaştan okura bir masalcı edasıyla anlatır. Nazilerin yenilgisine, Sovyetler’in çöküşüne, Saddam’ın gidişine şahit olan bir dünya için Orta Dünya’da esen bu soğuk ve sıcak savaş havası, kuşkusuz hiç de hayali değildir. Yıllarca yurtsuz kalan cücelerin kralı Thorin’in (Richard Armitage), “ejderha hastalığı”na, yani bir çeşit açgözlülülük ve kibir hastalığına yakalanması da öyle...

        Peter Jackson, “Hobbit” kitabının ana damarlarından biri olan Thorin – Bilbo anlaşmazlığını doğal olarak üçüncü filmin de temel çatışması yapıyor. Hobbitler her zaman olduğu gibi Orta Dünya’nın en gerçekçi, pragmatik halkı. İktidarla, güçle, kibirle işleri yok. Bilbo (Martin Freeman) gibi hayatın özüne bakıyor, öncelikle yuvalarındaki huzuru düşünüyorlar. Dolayısıyla esnekler; yeni koşullara adapte olabiliyor, barış için uzlaşmayı biliyor ve canlarına kastedilmediği sürece şiddetten kaçınıyorlar. Cüce kral Thorin ise onların tam zıttı. Esnek değil katı. Politik ve ilkesel olarak düşünüyor. İşgal sırasında desteksiz bırakılmış, serveti elinden alınmış, yurdundan sürülmüş ve sürgünde yaşamaya mahkûm edilmiş acılı bir halkın lideri olarak elindeki hazineyi hiç kimseyle paylaşmak istemiyor. Kuşkusuz cücelerin de bugünün dünyasında karşılıkları var...

        AKSİYON HER ŞEYE HÜKMEDİYOR

        İlk filmde, birçok seyirci gibi Orta Dünya’ya dönmekten büyük keyif aldığımı vurgulamıştım. İkinci filmden sonra ise klişeler uğruna (Tauriel - Kili aşkı gibi) metinden çıkarılan ve eklenen malzemenin fazlalığı üzerine “Hobbit”in daha sadık kalınmayı hak eden bir eser olduğunu belirterek şöyle yazmıştım: “’Hobbit’, okurları huzurlu, tatlı bir uykuya hazırlayan bir metindir. Peter Jackson ise seyirciye enerji ve adrenalin yükleyerek, muhtemelen bir oyun konsoluna yönelmesini sağlıyor.” Yeni filmde de durum değişmiyor. Aksiyon her şeye hükmediyor. Yakın plan konuşma sahneleri dışında kameranın sürekli hareket ettiği, müziğin çok az sustuğu, montajın hızla aktığı bir dijital özel efekt sineması bekliyor sizi. Özellikle sonlara doğru savaş, çatışma ve şiddet sahneleri bitmek bilmiyor.

        BU İŞ BURADA BİTMEZ, SERİ DEVAM EDER

        “Hobbit” üçlemesi kuşkusuz bir “Yüzüklerin Efendisi” değil ama vasat bir fantezi serisi olduğunu söylemek de haksızlık olur. Peter Jackson, Tolkien’in muzip bir masalcı edasıyla yazdığı cümleleri çağdaş aksiyon sinemasına tercüme ediyor ve türün en gösterişli, pahalı uygulamalarından birini gerçekleştiriyor. Jackson’ın Orta Dünya’ya ileride bir kez daha döneceğini tahmin etmek için galiba kâhin olmaya gerek yok. “Hobbit”ten yaklaşık 8 saatlik film çıkaran kimbilir daha neler yapar?

        Filmin notu:6.5

        Diğer Yazılar