Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başrolünde Colin Firth’ün oynadığı “Kingsman: The Secret Service” (Kingsman: Gizli Servis), İngiliz ajan filmleri geleneğine saygılı ve muzip bir bakış açısı getiriyor, giderek ciddileşen James Bond filmlerine eğlenceli bir alternatif sunuyor

        Filmin notu 7.5

        JAMES Bond filmleri son yıllarda giderek daha ciddi ve karanlık hale geliyor. Oysa eskiden, 1970 ve 1980’li yıllarda, özellikle de Roger Moore’un devrinde, James Bond filmleri daha hafif, aydınlık ve eğlenceli olurdu. “Kingsman: Gizli Servis” bizi yeniden o döneme götürüyor. Ama kuru bir nostalji ya da biçimci bir “retro” (geçmişe dönüş) tavrıyla değil; taze ve yaratıcı bir bakış açısıyla... Mark Millar ve Dave Gibbons’un çizgi romanından Matthew Vaughn ile Jane Goldman’ın sinemaya uyarladığı film, Dire Straits’in “Money For Nothing” adlı şarkısının giriş bölümünün eşliğinde eski usul grafik bir jenerikle açılıyor. Öykü daha sonra birbirine bağlı iki eksenden ilerliyor. Bir yanda, son dönemin gençlik filmlerini hatırlatan bir çeşit yarışma var: İçlerinde filmin ana karakteri Eggsy’nin (Taron Egerton) de yer aldığı bir grup genç, İngiltere kökenli Kingsman adlı gizli servise kabul edilmek için kıyasıya bir rekabetin içine giriyorlar. Diğer yanda ise, eski James Bond filmlerinden çıkıp gelmişe benzeyen Valentine (Samuel L. Jackson) adlı hafif peltek bir işadamı ile onun yaptığı korkunç planları anlamaya çalışan tecrübeli ajan Harry Hart’ın (Colin Firth) öyküsünü seyrediyoruz. Bir noktadan sonra öyküler birleşiyor, Harry ile yeni yetme ajan Eggsy, dünyayı kurtarmak için omuz omuza veriyorlar. “Kick-Ass” ve “X-Men: Birinci Sınıf” gibi kalburüstü filmleriyle hatırladığımız Matthew Vaughn, öyküyü sadece bir tel iskelet olarak kullanmıyor; belirli bir derinlik yakalamayı da başarıyor. Filmin bütününde bir seçkinci zihniyet eleştirisi dikkat çekiyor. Sonuçta film, alt orta sınıftan gelen halk çocuğu Eggsy’nin, Britanyalı centilmenlerle birlikte global sermaye ve yönetici sınıfın kibrine karşı durmasının öyküsü... Finaldeki “prenses sahnesi”ne de bu gözle bakmakta yarar var.

        DÖVÜŞ SAHNELERİ BALE GİBİ ÇEKİLMİŞ

        “Kingsman: Gizli Servis” geçmişin James Bond filmlerinin bir benzeri ya da parodisi olmaktan ziyade kişisel bir yorumu. Matthew Vaughn, Quentin Tarantino’nun “Kill Bill”de Uzakdoğu dövüş filmleriyle yaptığını İngiliz ajan filmleri geleneğiyle yapıyor. Türün genel yapısını saygı ve tutkuyla korurken, trükleri ve klişeleriyle ince ince dalga geçmeyi de ihmal etmiyor. Dövüş, çarpışma ve aksiyon sahnelerinin çoğunu “Kill Bill”de olduğu gibi grafik şiddete fazlasıyla yer veren, bir çeşit bale gibi düzenliyor. Tarantino’dan farkı, özellikle finale doğru video ve bilgisayar oyunlarının estetiğinden fazlasıyla yararlanması. Sonuç olarak, filmi seyrederken dövüş sahnelerinin, bir öykünün bütünlüğü içinde olsa dahi, öncelikle koreografik bir şov olduğunu hissettiriyor bize. İngiliz mizahı ve kültürü de filmin ayrılmaz parçalarından biri. İngiltere’nin en eski kahramanları Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri’nin bir çeşit modern versiyonu olarak kurulan Kingsman adlı gizli örgütün ana üssüne İngiliz usulü takım elbise hazırlayan bir terzi dükkânından gidilmesi tesadüf değil. Kötü adamın fast food yiyen, beyzbol şapkası takan bir Amerikalı olması da öyle... Başta casus filmleri olmak üzere, sinemaya, popüler kültüre yapılan ve İngiliz kibriyle dalga geçen göndermeler de çok hoş. Özetle “Kingsman: Gizli Servis” seyri çok keyifli, zekice yazılmış, iyi çekilmiş bir film. Colin Firth de İngiliz centilmenliği ile aksiyon yıldızlığını birleştiren David Niven, Roger Moore gibi eski starları hatırlatan başarılı bir performans çiziyor.

        "Sessiz ve pasif Sindirella"

        Filmin notu: 5.5

        “Sindirella” (Cinderella), bizde Külkedisi olarak da bilinen masala yaratıcı ve şaşırtıcı bir yorum getirmeyi hedeflemiyor. Yapım şirketi Disney’in öncelikli amacı belli ki, masalı yüksek prodüksiyon kalitesi ve günümüz sinemasının teknolojik imkânlarıyla beyazperdeye aktarmak. Yönetmen Kenneth Branagh da bu amaca uygun bir görkem yakalamaya gayret ediyor. Bilgisayar destekli görüntüler eşliğinde gelmiş geçmiş en şık Sindirella prodüksiyonunu gerçekleştiriyor. Ne var ki, masala getirilen yorumun yavanlığı filmin şıklığını gölgeliyor. Ella’nın (Lily James) babasının ölümünün ardından üvey annesi (Cate Blanchett) ile üvey kız kardeşlerinin hizmetçisi olmayı kabul etmesi ve isyan etmemesi, onun “cesur ve nazik” olma çabasıyla açıklanıyor. Daha çok Grimm Kardeşler’in versiyonunu hatırlatan bu yorumda, Ella’nın üvey anne otoritesini, mutlak bir iktidar gibi kabul etmesinin cesaret ve nezaketle nasıl bir ilişkisi olduğunu anlamak kolay değil. İkna edici hale getirilemeyen bu “ezik tavrı” sorgulamadan, masalın aşk kısmına geçtiğimizde de ne yazık ki yeni şeyler göremiyoruz. Belki de yeni olan tek şey, saraydakiler dahil herkesin prens ile Sindirella’nın aşkına engel olmak için uğraşması... Sonuçta film, “Her şeyin çözümü cesaret ve nezaket” dese de, bunun gerçekliğe yansıması “Kaderine boyun eğ” şeklinde oluyor. Olayların tam bir masal kıvamında gelişmesi ile Branagh’ın filmi bir çeşit dönem filmi gibi çekmesi arasında da bir çelişki olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak film karşımıza, otorite karşısında boynu bükük, kurtarıcı prensini (Richard Madden) bekleyen, sessiz ve pasif bir Sindirella getiriyor. Keşke kız kardeşler arasındaki rekabeti sorgulayan daha feminist bir yorum üzerinde çalışılsaydı...

        Diğer Yazılar