Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen yıl seyrettiğimiz “Uyumsuz”un (Divergent) devamı niteliğindeki “Kuralsız” (Insurgent) gösterime girdi. Shailene Woodley’nin oynadığı “uyumsuz isyankâr” Tris, acımasız diktatör Jeanine’e karşı mücadelesini sürdürüyor

        Filmin notu: 6.5

        HOLLYWOOD’un gençlere seslenen bilimkurgu aksiyon serisinin ilk filmi “Uyumsuz”u (Divergent) geçen yıl nisanda seyrettik. Film geleceğin dünyasında, dış dünyaya kapatılmış bir şehir devletinde geçiyordu. 16 yaşına gelen her genç, testler sonucunda “bilgeler, dostlar, dürüstler, fedakârlar ve cesurlar” diye adlandırılan topluluklardan hangisine ait olduğunu anlıyor ve bir seçim yapıyordu. Test sonucunda hiçbir gruba ait olmayan bir “uyumsuz” olduğunu anlayan Tris (Shailene Woodley), toplumu korumakla görevli “cesurlar”ın arasına giriyor ama kendini bir ölüm kalım mücadelesinin orta yerinde buluyordu. İlk filmin bittiği yerden başlayan “Kuralsız”da Tris, duygusal bir ilişki yaşadığı Four (Theo James) ve kardeşi Caleb (Ansel Elgort) ile birlikte “bilgeler”in lideri Jeanine’in (Kate Winslet) adamlarından kaçıyor. İlk film, gençlerin yanlış seçim yapma ve “test edilme” korkularını yansıtıyordu. İkinci filmse baskıcı iktidara karşı isyan fikrini işliyor. Ne var ki, Veronica Roth’un romanlarından uyarlanan serinin siyasetten ziyade Tris’in kişiliği ve duygularıyla ilgili olduğunu unutmayalım. Tris, daha ilk sahneden itibaren vicdan azabıyla baş etmeye çalışan bir karakter.

        İlkinde olduğu gibi bu filmde de rüyalar ve simülasyonlar aracılığıyla Tris’in zihninde uzun bir zaman geçiriyoruz. “Kuralsız”ın en etkileyici bölümü, Tris’in kişiliğinin farklı testlere tabi tutulduğu simülasyon sahneleri. Serinin karakteristik yanlarından birinin bu simülasyonlar olduğunu düşünüyorum. Simülasyonların insanların gerçek kişiliğini ortaya çıkarıyor olması, basit bir bilimkurgu motifi değil, bilinçli bir seçim. Gençlerin günümüzde hayat deneyimlerinin önemli bir kısmını simülasyonları andıran bir “sanal dünya”da edindiklerini düşünürsek, serinin başarısını daha iyi anlayabiliriz. Bilgisayar başında video oyunları ve internetle büyüyen bir nesil için sanal dünyayı gerçekliğin tümüyle dışında görmek mümkün değil.

        Kaldı ki, filmde gerçek diye seyrettiğimiz olaylar sırasında dahi Tris’in zihninde olma ihtimalini aklımızın bir köşesinde tutuyoruz. Bilimkurgunun bir yanıyla içinde yaşadığımız çağı anlattığı hesaba katılırsa, “Kuralsız”ın gençleri kategorize etmeye ve onları sistemin sıradan bir parçası kılmaya çalışan toplumsal yapıyı eleştirdiği kesin. Ama aksiyon her şeyin önünde ve yönetmen Robert Schwentke de bunun bilincinde. Senaryonun iyi yanı; aksiyonu, karakterlerin ve öykünün gelişimini yansıtacak şekilde filme yerleştirmesi. Böylelikle, gereksiz ve gösterişli aksiyon şovlarından uzak duruluyor. İdeal bir kişiliğin, cesaret, dürüstlük, bilgelik ve fedakârlığın dengeli bir karışımı olduğu tezini işleyen “Kuralsız”ın finalinden sonra, üçüncü filmi (Allegiant: Part 1) merak ediyorsunuz. Bu da filmin başarısının bir ispatı; belki çok derinlikli değil ama öykünün ilgiye değer bir biçimde geliştiği kesin.

        Oyun içinde oyun

        Filmin notu: 5.5

        GLENN Ficarra ile John Requa’nın yazıp yönettiği “Fokus” (Focus) yankesiciliği, dolandırıcılığı meslek edinmiş Nicky (Will Smith) ve Jess’in (Margot Robbie) hikâyesini anlatıyor. Jess’in Nicky’ye mesleki hayranlığıyla başlayan usta – çırak ilişkisi kısa sürede duygusal bir yakınlaşmaya dönüşüyor. Jess, Nicky’nin büyük yankesicilik organizasyonları düzenleyen çetesinin yeni yıldızlarından biri oluyor ama işler hayal ettiği gibi gelişmiyor... “Fokus”, bütün dolandırıcılık filmlerinde olduğu gibi bir noktadan sonra oyunlar ve sürprizlerle ilerliyor. Bu tür filmlerin asıl amacı, seyirciyi de “oyun”un içine çekmek, kimin kimi nasıl tezgâha getirdiğini ancak finalde anlayacağımız bir hikâye kurgusuyla ilerlemektir. İşin püf noktası da, tıpkı Jess’in Nicky’ye verdiği yankesicilik eğitiminde olduğu gibi, seyircinin dikkatini başka bir noktaya yoğunlaştırmak ve karakterlerin “gizli hedef”lerini saklamaktır. “Fokus” bunu film boyunca birkaç kez yapıyor ve her seferinde “asıl numara”nın ne olduğunu -en azından bir süreliğinesaklamayı başarıyor.

        Ne var ki, her şey olup bittikten sonra planın milimi milimine o şekilde gelişeceğine pek ikna olamıyorsunuz. Sözgelimi, “bilinçdışına mesaj ve 55 numaralı oyuncu” numarası ya da filmin ikinci bölümündeki “büyük plan”ın bazı bölümleri bana pek inandırıcı gelmedi. David Mamet’in seyirciyi de tezgâha getirerek ilerleyen “House of Games”, “The Spanish Prisoner” gibi filmlerinin yanında “Fokus”un çok zayıf kaldığını düşünüyorum. Belki iki karakter arasındaki aşk öyküsü ilginç bir biçimde gelişse, entrikayı çok umursamayacağız. Lakin, Jess ile Nick’in gönül meselesi de ikna edici bir güzergâhta ilerlemiyor. Öyküdeki bütün gelişmelerin, filmin belirli noktalarındaki sürprizleri hazırlaması maksadıyla yazıldığı o kadar açık ki... Özetle, “Fokus” tansiyonu son kareye kadar ayakta tutmayı, seyirciyi oyalamayı başarsa da, bence inandırıcılık açısından sınıfta kalıyor.

        Diğer Yazılar