Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        John Lennon’dan 40 yıl gecikmeyle gelen bir mektubu okuduktan sonra hayatını değiştirmeye karar veren bir rock yıldızının öyküsünü anlatan “Danny Collins”, Al Pacino’nun usta oyunculuğuyla öne çıkan ironik ve duygusal bir film

        FİLMİN NOTU: 7.5

        “Last Vegas”, “Çılgın Aptal Aşk” gibi işlerinden tanıdığımız deneyimli senaryo yazarı Dan Fogelman, “Danny Collins”i kaleme alırken, İngiliz folk şarkıcısı Steve Tilston’ın, John Lennon’ın kendisine yazdığı bir mektubu 34 yıl sonra keşfetmesinden esinlenmiş. Ancak filmin ana karakteri rock yıldızı Danny Collins’in öyküsüyle Steve Tilston’ın gerçek hayatı arasında pek benzerlik yok. Ortak nokta, John Lennon’dan gecikmeli olarak gelen bir mektup...

        NERDE O GENÇLİK HAYALLERİ?

        Öyküyü bence ilginç ve farklı kılan, Danny Collins’in günümüzde birçok insanla aynı sorunu paylaşıyor olması: Gençken yapmak istedikleriyle para kazanmak için yaptıkları arasındaki uçurum öylesine açılmış ki kendi hayatına yabancılaşmış durumda. Filmin ilk bölümü, Danny’nin ruhundaki o derin boşluğu yansıtan manzaralarla dolu. Acıklı değil, yüzünüzde bir gülümsemeyle izlediğiniz ironik anlar bunlar. Söz gelimi, konserde kendisi gibi yaşlanmış hayranlarıyla birlikte hit şarkısını söylemeye başladığı sahne... Sonuçta, bir rock starı dahi olsa, onun hayatı da tekrarlardan oluşuyor: Turneler, alkol, kokain, lüks hayat, yarı yaşında bir nişanlı, birbirine benzeyen kulis ve “süpriz” doğum günü partileri... Asıl yarası ise 30 yıldır tek bir şarkı yazmadan, başkalarının bestelerini seslendirerek yaşamak. Ne var ki, 40 yıl öncesinden, John Lennon’dan gelen mektup bir anda her şeyi değiştiriyor. O noktada, filmin açılış sahnesinde, yaklaşan şöhretin tedirginliğini yaşayan genç Collins’in masumiyetini hatırlıyorsunuz. Belli ki Danny de onu hatırlıyor ve hayatını değiştirmeye karar veriyor. Filmin “ikinci perde”si, Danny’nin New Jersey’ye gidip bir otele yerleşmesiyle başlıyor ve birtakım tanıdık klişelerle sürüyor. Yıllardır görmediği oğluyla (Bobby Cannavale) işleri yoluna koymak için çaba gösterirken, otel yöneticisiyle (Annette Bening) flört ediyor ve piyanosunun başına geçip yeniden şarkı yazmaya çalışıyor. Dan Fogelman, yönetmen olarak imza attığı ilk filminde, inandırıcı ve samimi sahneler yazma becerisi sayesinde bütün klişeleri lehine çevirmeyi başarıyor. Danny’nin daha iyi bir insan olma arzusunu serinkanlı ve mizahi bir üslupla yansıtması da filme sahicilik getiriyor. Üçüncü bölümde ise, Danny’nin “Baby Doll” adlı hit şarkısını seslendirmek zorunda kaldığı konser sahnesiyle birlikte zaten klişelerden sapıyor ve öyküyü daha gerçekçi bir finale yönlendiriyor.

        PACINO YİNE BÜYÜK OYNUYOR

        “Danny Collins,” iddiasız ama sağlam bir film. Sakin, sade üslubuyla sizi yakalıyor ve sonuna kadar bırakmıyor. Bir rock starını anlatsa da gençlik yıllarındaki ideallerini yeniden düşünme ihtiyacı duyan herkesin ilgisini çekebilecek bir film. Başarısında hiç kuşkusuz Al Pacino’nun da büyük katkısı var. Malum, Pacino hayatını “oynarmış gibi” yaşayan gösterişli karakterleri sever ama ölçüyü kaçırmaz; “büyük oynama”nın tuzaklarına düşmeden seyirciyi avcunun içine alır. Danny Collins’i de unutulmaz Pacino karakterlerinden biri haline getirmeyi başarıyor. Başta Annette Bening olmak üzere diğer oyuncular da gayet iyi. Sonuç olarak, “Danny Collins” haftanın en iyisi.

        TAŞRA SIKINTISI

        FİLMİN NOTU: 6

        Yıllar sonra doğup büyüdüğü taşra kentine gelen Nuri (Suavi Eren), eski arkadaşı Sabri’nin (Vedat Erincin) devlet dairesinde işlediği cinayetin nedenlerini araştırır. Mesai arkadaşları, eşi (Füsun Demirel) ve abisiyle (Murat Karasu) konuşarak, olayı çözmeye çalışır. İrfan Yalçın’ın “Fareyi Öldürmek” adlı romanından Atay Sözer’in senaryolaştırdığı “İçimdeki İnsan”da seyirci olarak Sabri’yi anlamaya en çok yakınlaştığımız bölüm, abisi Murat’ın bize anlattığı çocukluk hatıraları... “Hela kokan” bir evde, hasta ruhlu bir babayla (Menderes Samancılar) yoksulluk içinde büyüyen Sabri’nin acısını kalbimizde hissedebildiğimiz anlar ne yazık ki filmin bütününde kısa bir yer tutuyor. Sabri’yi onu anlamayan insanların gözünden, “uzak bir mesafe”den takip etmek belli ki romandan gelen bilinçli bir tercih ama bence filmin aleyhine işliyor, bizi öykünün asıl duygusundan uzaklaştırıyor.

        Şiddetle sonuçlanan bir başka taşra sıkıntısını anlatan “Anayurt Oteli” (1986) bir noktadan sonra ana karakteri Zebercet’in zihninde geçiyordu. “İçimdeki İnsan” ise ana karakte- rinin tek bir sahne hariç zihnine uzak duruyor. Cinayetin nedenini çözmeye çalışan Nuri karakteri, bir roman okuru için kuşkusuz ideal bir anlatıcı olabilir ama sinema seyircisi için galiba biraz silik kalıyor. Yine de, özellikle Sabri karakteri nedeniyle “İçimdeki İnsan”ı sonuna kadar ilgiyle izlediğimi söylemeliyim. Yönetmen Aydın Sayman da 2007’de seyrettiğim “Janjan”a göre daha sade ve sağlam bir anlatım tutturuyor. Can Atilla’nın müzikleri ve Eyüp Boz’un taşra sıkıntısını yansıtan soluk görüntülerinin de önemli katkılarda bulunduğu “İçimdeki İnsan”ın kayda değer bir taşra öyküsü anlattığını düşünüyorum. Şebnem Bozoklu filmde devlet memurunu canlandırıyor.

        BİR 'GERENİMO' YETMEZ

        FİLMİN NOTU: 6

        Roman azınlıklar üzerine çektiği filmlerle tanınan Cezayir doğumlu Fransız sinemacı Tony Gatlif’in yazıp yönettiği “Geronimo”, Güney Fransa’daki bir taşra kentinin dış mahallelerine götürüyor bizi. Geçmişinde ıslahevi tecrübesi de olan Geronimo (Celine Sallette), hayatını mahalledeki gençlere adamış bir sosyal eğitimcidir. Gençler arasında sevgi ve saygı görür, sorunları çözmesini bilir. Lakin, düğün gününde gelinliğiyle bir Roman’a (David Murgia) kaçan kız kardeşi Nil’i (Nailia Harzoune) öldürmeye yeminli Türk genci Fazıl’ın (Rachid Yous) öfkesini dindirmek onun için de kolay değildir. Geronimo, eski arkadaşı Kemal’in (Aksel Üstün) desteğiyle Türkler ve Romanlar arasındaki gerilimi yumuşatmak için elinden geleni yapar.

        ÖFKE DOLU GENÇLER

        Gatlif, tüm karakterlere, peşin hükümlerden uzak bir gözle bakıyor ve içlerindeki nefretin patlamaya hazır bir bombadan farksız olduğunu vurguluyor. Dolayısıyla, mahalleye 1 değil, 10 Geronimo’nun dahi yetmeyeceğini hissediyorsunuz. “Geronimo” karamsar olmaktan çekinmeyen bir film. Gatlif’in eksik kaldığı nokta, öfkenin kökeninde yatan ekonomik ve sınıfsal sorunları tanımlamaktaki isteksizliği. Ayrıca, etkileyici, duygusal, hareket dolu sinemasal anlar peşinde koşarken karakter psikolojilerinde derinleşmeyi bence ihmal ediyor. Aynı konuda çekilmiş filmler arasında onu birkaç adım öne çıkartan farklı bir özelliği de yok. Yine de Gatlif’in varoşların öfkesini ve sokak kültürünün dinamizmini inandırıcı biçimde yansıttığı söylenebilir.

        Diğer Yazılar