Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ewan McGregor’un ilk yönetmenlik denemesi “Pastoral Amerika” ile Mel Gibson’un yönettiği “Savaş Vadisi”nin gösterime girdiği hafta, yönetmenliğe geçen yıldız oyuncuları hatırladık

        Ida Lupino

        Eşiyle birlikte yapımcı olarak bir düzineye yakın film çekti. Senaryolarına katkıda bulundu, yönetti ve oynadı. “Outrage” (1950) o yıllarda tecavüz konusunu ele almaya cesaret eden nadir filmlerdendi. “The Hitch-Hiker” (1953) bir kadın yönetmenin elinden çıkmış ilk kara filmdi. Sette bir anne gibiydi. Erkeklerin dünyasında kadınların da önemli, yaratıcı ve öncü işler yapabileceğini gösterdi. Şirketi batınca yönetmenliği ve oyunculuğu sürdürdü, özellikle televizyon için çalıştı.

        En iyi filmi: The Hitch-Hiker (1953)

        Clint Eastwood

        “Rawhide” adlı TV dizisinde temiz yüzlü, kibar bir delikanlıydı. Sergio Leone’nin spagetti western’lerinde ise kirli sakallı, sert bir kovboy... Star olur olmaz “Play Misty for Me – 1971” ile hemen kamera arkasına geçmesi yönetmenliği ne kadar istediğinin göstergesiydi. Emekli olmayı reddetmesi ve 86 yaşında “Sully” gibi bir filme imza atması ise sinema aşkının somut bir ispatı. “Cumhuriyetçi”liği çoğu kişiyi kızdırsa da o artık usta bir yönetmen.

        En iyi filmi: The Bridges of Madison County (1995)

        Robert Redford

        Yönetmenliğe rüya gibi bir başlangıç yaptı. İlk filmi “Sıradan İnsanlar” (1980), 4 Oscar birden kazandı. Oyuncu olarak alamadığı Oscar’ı yönetmen olarak kazandı. Ama daha sonra yönetmenliğe çok asılmadı. Sanki yönetmen olarak adını unutturmak istiyordu. Öyle ki ikinci filmini 8 yıl sonra çekti. Sonraki yıllarda “Şike” ve “Atlara Fısıldayan Adam” dışında, özellikle 2000’lerde akılda kalıcı filmlere imza atamadı.

        En iyi filmi: Şike (Quiz Show-1994)

        Yılmaz Güney

        1959’dan 1970’e kadar yüzü aşkın filmde oynadı. Çoğu düşük bütçeli “vurdulu kırdılı” avantür filmdi. 1966’da başladığı yönetmenlik serüveninde “Umut” ile birlikte farklı bir yola girdi. Geleneksel Yeşilçam kurallarını ve kendi beyazperde imajını aynı anda yıktı. “Yol” ile Altın Palmiye’ye kadar uzanan filmografisinde sadece yönetmen değil, yazar olarak da unutulmaz yapıtlara imza attı.

        En iyi filmi: Umut (1970)

        Takeshi Kitano

        Son yıllarda adını pek duymasak da, 10 yıl öncesine kadar Batı’nın gözünde Japon sinemasının önde gelen yönetmenlerindendi. Kendi ülkesinde bir yönetmen olarak ciddiye alınıp kabul edilmesi zaman almıştı. Çünkü Japonlar onu komedyen, televizyon sunucusu ve aktör olarak tanıdılar. Ama özellikle Venedik’te Altın Aslan’ı aldığı “Hana-bi”den sonra ülkesinde de yönetmen olarak takdir gördü. Kitano, sade ve ironik tarzıyla minimalist sinemanın önde gelen temsilcilerinden.

        En iyi filmi: Hana–bi (1997)

        Kevin Costner

        Oyuncu olarak adını 1980’lerin ortalarında duyurdu. “Kurtlarla Dans”ı yönettiğinde uluslararası stardı. Film, 7 Oscar birden kazandı. O gece “Sıkı Dostlar”la aday olan Martin Scorsese koltuğunda otururken en iyi yönetmen Oscar’ı için sahneye Costner çıktı. Ama ödül ona şans getirmedi. O günden bugüne sadece iki film yönetti. Eleştirmenlerin yerden yere vurduğu ikinci filmi “The Postman” (1997) gişede de başarısızdı.

        En iyi filmi: Kurtlarla Dans (1990)

        Mel Gibson

        Yönetmenlik için acele etmedi. Önce starlığın tadını çıkardı, sonra kamera arkasına geçti. İlk filmi “The Man Without a Face” çok iddialı değildi ama 2 yıl sonra çektiği “Cesur Yürek” en iyi film ve yönetmen dahil 5 Oscar aldı. Yönettiği sinema filmlerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmese de her filmiyle olay çıkartıp tartışma yaratmasını bildi. “Savaş Vadisi” (Hacksaw Ridge) yönetmen olarak iddiasının açık bir kanıtı.

        En iyi filmi: Cesur Yürek (Braveheart-1995)

        George Clooney

        “E/R” (1984-85) adlı TV dizisiyle tüm Amerika’nın tanıdığı biriydi ama ‘90’ların ikinci yarısına kadar gerçek bir sinema yıldızı olduğu söylenemezdi. Yönetmenlik içinse 2002’ye kadar bekledi. İkinci filmi “İyi Geceler, İyi Şanslar” 6 Oscar adaylığıyla başarısının açık bir göstergesi oldu. “Zirveye Giden Yol” (2011) da özellikle politik öykülerde iyi olduğunu ispat ederken, “Hazine Avcıları” (2014) şimdilik en kötü filmi olarak kayıtlara geçti.

        En iyi filmi: “İyi Geceler, İyi Şanslar” (2005)

        Jodie Foster

        Çocukluğu ve gençliği film setlerinde geçti. Unutulup giden birçok çocuk yıldızın aksine yetişkinlik yıllarında da ünlü bir oyuncu olmayı başardı. Kamera arkasına geçtiği ilk filmi “Little Man Tate” (1991) yönetmenlik kariyeri açısından sağlam bir başlangıçtı. Televizyon için yaptığı işleri bir yana bırakırsak o tarihten bu yana sadece 3 sinema filmi yönetti. Hepsi de belirli bir düzeyin üstündeydi. Yönetmenlikte ısrar ederse daha iyi işler çıkaracağı kesin.

        En iyi filmi: Para Tuzağı (Money Monster-2016)

        Ben Affleck

        9 yaşından beri kameraların karşısındaydı. 90’lı yılların ortalarında başrollere terfi etti. Oyunculukla yetinmeyeceği belliydi. “Can Dostum”un senaryosuyla Oscar aldığında 26 yaşındaydı. 2007’de çektiği ilk filmi “Kızımı Kurtarın”, iyi bir yönetmenin geldiğini gösteriyordu. Eleştirmenler “Hırsızlar Şehri”ni de (The Town) beğendi. “Argo” ise en iyi film Oscar’ını kazandı. Artık her yeni filmi merakla beklenen, hikâye anlatmaktaki maharetleriyle dikkat çeken bir yönetmen...

        En iyi filmi: Kızımı Kurtarın (Gone Baby Gone-2007)

        Diğer Yazılar