Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başrollerinde Jennifer Lawrence ile Chris Pratt’ın oynadığı “Uzay Yolcuları” (Passengers), romantik bir bilimkurgu filmi. Talihsizlikler sonucunda bir uzay gemisinde baş başa kalan iki kişinin ve zor seçimlerin hikâyesi...

        Uzay yolculukları, bilimkurgunun vazgeçilmez konularından biridir. Özellikle Star Wars serisinde gemiler, galaksiler arasında ışık hızında hızla gidip gelirler. Oysa en iyimser gelecekbilimciler dahi, hayallerimizdeki o hızı yakalamanın çok zor olduğunu vurgularlar hep... Dolayısıyla, bilimkurguda insanların mesafeleri uykuda katettiği sakin uzay yolculukları da vardır.

        THE SHINING’i HATIRLATIYOR

        Bu geleneği takip eden “Uzay Yolcuları”, teknik arıza nedeniyle 120 yıllık bir yolculuğun 30. yılında uyanan bir adamın öyküsü olarak başlıyor. Jim (Chris Pratt), 4 bin 999 yolcu ve 258 mürettebat uyurken soruna tek başına çözüm bulmaya çalı- şıyor. İlk bölümün, “uzay gemisinde Robinson Crusoe” hikâyesi gibi baş- ladığı söylenebilir. Ama Jim, eli her işe yatkın bir tamirci dahi olsa, Robinson’un adada kurduğu düzeni gemide kuramıyor; çünkü doğanın yerini bilgisayarlar almış durumda. Amaçsızlık onu bunaltıyor. İlk bölüm yalnızlık üzerinden gelişiyor ve geminin içi de bir oteli andırıyor. Özellikle android barmen Arthur’un (Michael Sheen) göründüğü sahnelerde, izolasyon duygusu üzerine çekilmiş en etkileyici filmlerden biri olan “The Shining”i hatırlıyoruz. “The Shining” izolasyonun getirdiği delilik, şiddet üzerine karanlık bir filmdir. “Uzay Yolcuları” ise iyi kalpli insanları konu alan naif bir film.

        AKSİYON ÜÇÜNCÜ BÖLÜMDE

        New Yorklu gazeteci-yazar Aurora’nın (Jennifer Lawrence) uyanmasıyla filmde yeni bir sayfa açılıyor ve “Uzay Yolcuları” romantik bir aşk öyküsüne dönüşüyor. Jim, ne istediğini bilen tutkulu bir âşık. Aurora ise ruhunun gerçek ihtiyaçları konusunda kafası karışık bir kadın. İkisi de film boyunca çok zor seçimlerle yüzleşiyorlar... Ne var ki, Aurora ile Jim’in duygusal yakınlaşmaları ve daha sonra yaşayacakları psikolojik çatışmaların iyi yazıldığını söylemek mümkün değil. Öykü özellikle üçüncü bölümde aksiyonun devreye girmesiyle klişelere doğru dümen kırıyor: Gemide ölüm-kalım sorunları baş gösteriyor, kahramanlıklar, büyük fedakârlıklar ve kritik seçim anları gibi heyecanlı sahneler peş peşe geliyor. Ama öykü orijinalliğini kaybediyor. Öte yandan filmin görsel olarak iyi tasarlandığı kesin. Özellikle prodüksiyon tasarımı dikkat çekici. Dışarı- dan bir çeşit “uzay yelkenlisi”ni andıran gemi daha ilk andan farklı, fütürist bir hava estiriyor. Geminin iç mekânları da öyküye etkileyici bir dekor oluşturuyor. Film, Kubrick’in “2001”ini hatırlattığı kadar, tenhalığıyla Steven Soderbergh’in “Solaris”ini, uzay sahneleriyle de “Gravity”yi getiriyor akla. Yerçekiminin devre dışı kalmasıyla su kütlesinin boşlukta serbestçe dolaştığı havuz sahnesi ise özel efektleri, çekimleri ve gerçeküstü resimleri andıran görselliğiyle kesinlikle görmeye değer...

        DERİN İZ BIRAKMIYOR

        “Uzay Yolcuları”nı Thomas Newman’ın müzikleri ve Rodrigo Prieto’nun görüntüleriyle sonuna kadar ilgiyle, sıkılmadan seyrediyorsunuz. “Enigma”yla tanınan Morten Tyldum da anlatımıyla seyirciyi alıp götüren bir yönetmen. Ama filmin geride derin bir iz bıraktığını söylemek mümkün değil. Jennifer Lawrence’ın oyunculuğundan ziyade starlık ışıltısıyla katkıda bulunduğu filmde Michael Sheen ve Laurence Fishburne varlıklarıyla filme adeta nefes aldırıyorlar.

        Diğer Yazılar