Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Coğrafya ve anatomi...

        Pedro Almodovar'ın yeni filmi “Acı ve Zafer”i (Dolor y Gloria) birbiriyle ilgisiz gibi görünen bu iki başlık üzerinden okumak mümkün...

        Filmin ana karakteri yönetmen Salvador Mallo (Antonio Banderas), geçmişi hatırladığı bir sahnenin sonunda, çocukken kilise korosunda solist olduğu için derslere pek girmediğini ve okulda hiçbir şey öğrenmediğini söylüyor. “Ama bir film yönetmeni olarak festivaller sayesinde dünyayı dolaşarak coğrafya öğrendim” diyor... Yaşlandığında ise hastalıkları nedeniyle mecburen anatomi öğrenmek zorunda kaldığını belirtiyor...

        Tüm bu konuşma sırasında eğitim belgesellerini hatırlatan animasyonlar, grafikler izliyoruz. Almodovar filmlerinde pek alışık olmadığımız bir stil bu... Ama filmin bütünü açısından coğrafya ve anatomi gerçekten önemli bir ayrımı işaret ediyor.

        Mallo, her ikisini nasıl öğrendiğini anlatıyor ama bizim anladığımız, filmin kendi bütünlüğü içinde coğrafyanın dünyaya açılmak, anatominin ise bedenin içinde hapsolmak anlamına geldiği...

        “Acı ve Zafer”, Salvador Mallo'nun “coğrafya bilgisi”ni geliştirmeyi bırakıp yoğun şekilde “anatomi”yle ilgilenmek zorunda kaldığı bir dönemde geçiyor.

        Mallo, özellikle kas ve iskelet sistemi ağrılarından şikâyetçi... Her gün onlarca ilaç kullanıyor. Minder kullanmadan dizlerinin üstüne çökemiyor ve ağrı kesiciler de pek işe yaramıyor.

        O haliyle setlere çıkıp film çekemeyeceğini düşünüyor.

        Doktoru ve menajeri ise farklı görüşteler... Onlar, Mallo'nun çalışmaya başlamasıyla iyileşeceğine inanıyorlar.

        İşte tam da bu noktada, Almodovar asıl sorunun ne olduğunu sezdiriyor... Mallo, tam olarak nasıl bir film çekmek istediğini, sanatsal olarak hangi yöne ilerleyeceğini bilmiyor.

        Aklında sürekli çocukluk yılları ve annesi var... Biz de onunla birlikte geçmişe dönüyor, annesine (Penelope Cruz) olan tutkulu sevgisini paylaşıyoruz. Annesi Jacinta yoksul bir köylü kadını ve her şeyiyle hayat dolu biri...

        Yaşadıkları mağarayı zaman geçtikçe ne kadar sıcak, canlı, renkli bir yuva haline getirdiğini unutmamak gerek. Mağaraya değen kadın eli, adeta bir sihir gibi... O sihrin Almodovar sinemasına ilk filmlerinden beri yol gösterdiğini biliyoruz...

        Almodovar, genç anne Jacinta'yı ışıklı, ferah, renkli kadrajlar eşliğinde getiriyor karşımıza. Nehirde çamaşır yıkadığı sahne mesela... Çünkü Jacinta, Mallo'nun zihninde hep şefkat dolu, güçlü bir anne... Yaşlı Jacinta (Julieta Serrano) ise Mallo'nun evinin sınırlı duvarları arasında, kaygılı bir kadın olarak çıkıyor karşımıza. Burada tuhaf olan, mağaranın Mallo'nun evine oranla daha ferah bir mekân olarak betimlenmesi...

        Annesi, yaşlılık yıllarında bile Mallo'nun hayatının nirengi noktası aslında... Sürekli onu hatırlaması, anne şefkatini özlemenin ötesinde, ruhunu kurtarma isteğinin de bir yansıması...

        Filmde karşımıza çıktığı haliyle Mallo, yalnızlığı seçmiş huzursuz, tedirgin bir adam... Evinden çıkmaktan, yolculuk yapmaktan, yabancı ülkelere gitmekten kaçınıyor. 30 yıl önceki bir filminin restore edilmiş kopyasının ilk gösterimine katılmaktan son anda vazgeçiyor mesela...

        Belli ki asıl sorunu, yalnızlık ve sürekli kendini dinlemek... Kendi başına kaldıkça hastalıklarına daha çok gömüldüğünün farkında değil; çünkü zihnini oyalayacak başka bir şey yok.

        Ne zaman ki, insanlarla irtibat kuruyor, her şey değişmeye başlıyor.

        Yıllardır görüşmediği insanlar giriyor hayatına. 30 yıl önceki filminde çalıştığı ve o tarihten bu yana hiç görmediği oyuncu arkadaşı Alberto Crespo (Asier Etxeandia) ile karşılaşıyor mesela... Sonra eski sevgilisi Federico (Leonardo Sbaraglia) çıkageliyor...

        İnsanlarla iletişim kurmak, hayatın akışına kapılıp gitmek iyi geliyor ona. Öte yandan, sırt ağrıları için “tehlikeli çözümler” de arıyor.

        Oyuncu arkadaşı Alberto'nun, Mallo'nun bilgisayarında bulduğu bir metni tiyatro oyununa dönüştürmek istemesi, sorunlarının çözüm yolunu işaret ediyor aslında... O metin, Salvador Mallo'nun hayatından gerçek bir kesiti aktarıyor.

        Belli ki çıkış yolu, kendi geçmişine dönmesi ve kendisiyle yüzleşmesinden geçecek.

        Ama bunu fark edebilmesi ve hayatın anlamını yeniden bulabilmesi için önce çocukluğundan gelen bir resimle yüzleşmesi gerekiyor...

        Coğrafya gençlik, anatomi yaşlılık, resim ise sanatla ilgili... Ve sanat her şeyin çözüm anahtarı.

        Mallo'yu geçmişe götüren resmin gerçekten çok güzel ve anlamlı bir hikâyesi var. Filmin tam kalbinde duran bir resim o... İçinde çocukluk, hayal gücü ve sanat aşkı var. O resmi yapan kişinin, “mağara”ya ruh katan kişilerden biri olduğunu unutmamak gerekiyor.

        Resim, hiç şüphesiz sinema tutkusu anlamına da geliyor.

        Bu arada, açılıştaki su sahnesini pas geçmeyelim. Salvador Mallo, havuzun içinde gözleri kapalı halde yeniden doğmak isteyen bir bebek gibi... Suyun anne karnını temsil ettiği söylenebilir. Mallo'nun annesini ilk kez dere kenarında görmemiz de akılda kalıcı...

        “Acı ve Zafer”, yönetmenlerin kendi geçmişlerini anlattıkları filmlere pek benzemiyor. Daha mütevazi, sakin ve olgun bir hali var. Almodovar sahneleri, duyguları köpürtmek için uğraşmıyor. Sözgelimi Mallo'nun annesini gösterişli imgeler içinde kutsamıyor. Tam aksine, sade bir şekilde tasvir ediyor. Üslupçuluğa sapmıyor. Her zamanki tarzını koruyor, hikâye anlatıcılığından vazgeçmiyor...

        Filmin bütününde bir sadelik, usta bir yönetmenin yılların ardından ulaştığı bir duruluk var...

        Film boyunca Almodovar'ın 70 yaşında olduğunu ve aslında kendi öyküsünü anlattığını hep hissediyorsunuz. Bu, filme ayrı bir derinlik ve hüzün katıyor. Antonio Banderas da anlatımın sadeliğine uyum sağlayarak, gösterişsiz ve duyarlı bir Salvador Mallo portresi çiziyor. Banderas'ı ileride hep hatırlayacağımız bir performans bu...

        Filmde anlatılanların hangileri gerçek, hangileri hayal, diye düşünmek, araştırmak mümkün kuşkusuz...

        Sözgelimi, Almodovar'ın “Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar”ın çekiminde başrol oyuncusu Carmen Maura'yla hiç anlaşamadığını ve ikilinin yıllar boyunca hiç görüşmediğini bilirim. Ama “Acı ve Zafer”de anlatılan olayların gerçek olup olmadığının bence hiçbir önemi yok. Çünkü filmdeki duygular gerçek... Size dokunuyor ve etkiliyorlar.

        “Acı ve Zafer”in, “Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar” (1988) ve “Annem Hakkında Her Şey”den (1999) sonraki en iyi Almodovar filmi olduğunu düşünüyorum.

        8/10

        Diğer Yazılar