Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Disney yapımı “Malefiz”i 2014 yılında seyrettik. 1959 tarihli animasyon filmi “Uyuyan Güzel”deki (Sleeping Beauty) “kötü kalpli cadı”nın hikâyesini farklı bakış açısıyla anlatan aksiyon fantazi türünde bir aile filmiydi...

        “Uyuyan Güzel”deki Malefiz, boynuzları ve kanatlarıyla ötekileştirdiğimiz, korktuğumuz bir karakterdir... Alt metinleri itibarıyla ırkçılık ve kadın düşmanlığı barındıran bir yaklaşımın ürünüdür.

        2014 yapımı film ise ırkçı ve ayrımcı önyargılarımızı sorgulamak üzere yola çıkmıştı. Malefiz'i iktidar hırsıyla dolu açgözlü insanların ihanetine uğrayan masum bir genç kız olarak getiriyordu karşımıza... Öykü, iyilikle kötülük arasında gidip gelen Malefiz'in kendi içinde verdiği savaşla ilgiliydi.

        İlk filmin gişede gördüğü ilgi üzerine bir devam hikâyesi olarak çekilen “Malefiz: Kötülüğün Gücü” (Maleficent: Mistress of Evil), aşağı yukarı aynı temaları, alt metinleri ve meseleleri tekrar ediyor.

        Malefiz (Angelina Jolie), bu kez Prens Phillip'in (Harris Dickinson) annesi Kraliçe Ingrith'i (Michelle Pfeiffer) buluyor karşısında... Ingrith, önceki filmin şiddet müptelası kralının yerini dolduruyor ve iki halk arasında kıyıcı bir savaş başlatmayı planlıyor. Phillip'in babası Kral John (Robert Lindsday) ise eşinin aksine barıştan yana... Phillip ve Aurora'nın (Elle Fanning) evliliğinin, Ulstead ve Moors halklarına daimi bir barış getirmesini hayal ediyor.

        Tam da burada, “Malefiz: Kötülüğün Gücü”nün, özü itibarıyla savaş ve barış üzerine bir masal olduğunu söylemem gerek.

        Sadece çocuklara değil, yetişkin seyircilere de doğru mesajlar verdiğini düşünüyorum... Özellikle savaş isteyen tarafın düşman yaratma stratejisi gayet açık anlatılıyor. Savaş isteyenler önce halkı korkutuyor sonra o korkuyu, nefrete dönüştürüyorlar. Korku ve nefretin özünde, ötekileştirme var. Ötekileştirdiğini düşmanlaştırmak ise işin en kolay kısmı... Bugün tüm dünyada sadece ırkı ve milliyeti nedeniyle birbirlerine önyargılı olan ve düşmanlık besleyen o kadar çok insan var ki, “Malefiz: Kötülüğün Gücü” bence meseleyi doğru yerden yakalıyor... İyilik ve kötülüğün, baktığınız yere göre değişen kavramlar olduğunu söylüyor.

        Sözgelimi, başta Malefiz olmak üzere Moors'da yaşayan canlıların, Ulstead halkının gözünde canavar haline getirilmeleri yeterince iyi vurgulanıyor. Malefiz, Ulstead'a geldiğinde insanlar ve çocuklar ürküyor çünkü canavar olarak bellemişler onu... Dolayısıyla, önyargılarla düşmanlaştırma arasındaki bağın altı çiziliyor...

        Yıllarca insanlar tarafından ötekileştirilmiş, canavar olarak görülmüş Malefiz, fiziksel olarak çok güçlü... Ama düşmanları onun en zayıf yanını biliyor. Öte yandan, hep bir canavar olarak görülmenin getirdiği duygusal sorunları var. Kırılgan, alıngan ve yaralı... Kişilik olarak en büyük zaafı öfkesi... Zaten düşmanları hem zaafından hem zayıflığından faydalanıyor.

        “Malefiz: Kötülüğün Gücü”nün önceki filme göre en farklı yanı, Malefiz'in kendi türünden gelen “fey” adlı başka varlıklarla karşılaşması... Filmde “fey”ler ve insanlar arasındaki ilişkilerin tarihi konusunda da bir şeyler öğreniyoruz. Serinin yeni filmleri için “Malefiz evreni”nin geçmişe doğru giderek daha genişletildiği söylenebilir.

        Seri devam eder etmez mi bilmiyorum ama yeni filmin zaafı, hem tematik hem de görsel anlamda ilk filmin tekrarına düşülmüş olması... Ayrıca ilk filmde Malefiz ve diğer karakterler daha ilgiye değer çelişki ve meselelerle karşımızdaydı.

        Sonuçta, dramatik anlamda derinlik vadetmeyen bir masal seyrediyoruz. Ama animasyon, özel efekt ve gerçek çekimlerin buluştuğu Hollywood film estetiğiyle anlatılan bir masal bu... Gösterişli ve oyalayıcı... Özellikle ilk bölümde Moors'ta geçen sahneler, seyircileri başka aleme götürecek bir hayal gücünün ürünü... “Kon-Tiki” (2012) ve “Karayip Korsanları: Salazar'ın İntikamı”ndan (Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales - 2017) tanıdığımız yönetmen Joachim Ronning, bu sahnelerde özel efekt departmanının katkısıyla etkileyici bir iş çıkarıyor. Bitki, hayvan ve insanların bireşimi gibi duran şirin periler, filmin belki de estetik açıdan en güzel yanı... Bir aile filmi olduğu için savaşı anlatırken vahşi sahnelerden de uzak duruluyor.

        Ronning, fantazi ve aksiyonu, aile seyircisine seslenen bir masalla birleştiriyor... Aksiyon sahnelerini öyle çok parlak, etkileyici bulduğumu söyleyemem. İşin dram kısmı ise hikâyenin derinliğinden ziyade oyuncular sayesinde ayakta duruyor. Özellikle Angelina Jolie ve Michelle Pfeiffer, oyunculuklarıyla filme ellerinden geleni katkıyı yapıyorlar. Malefiz yarı yarıya dijital bir karakter ama işin oyunculuk kısmında Jolie üstüne düşeni yerine getiriyor, karakterin içindeki karmaşayı yansıtmasını biliyor. Pfeiffer ise son derece düz bir karakter olmasına karşılık Kraliçe Ingrith'i heyecanla oynuyor, hikâyeye renk getiriyor.

        “Malefiz: Kötülüğün Gücü”nün en sağlam yanı, ilk filmde olduğu gibi özenle kurulan fantazi atmosferi... Hafta sonu ailecek gidilecek bir film arayanlara gönül rahatlığıyla öneririm ama “Yüzüklerin Efendisi” tarzında fantazi aksiyon filmlerini sevenler beklentilerini çok yüksek tutmazsa iyi olur.

        5.5/10

        Diğer Yazılar