Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Benny ve Josh Safdie kardeşler, senaryolarını Ronald Bronstein ile birlikte yazdıkları filmlerinde başlarını belaya sokan ve peş peşe gelen muhtelif zorluklarla baş etmeye çalışan karakterlerden vazgeçmiyorlar...

        Netflix yapımı yeni filmleri “Uncut Gems”in ana karakteri New Yorklu kuyumcu Howard Ratner'in (Adam Sandler) de onlardan farkı yok. Bahis tutkusu nedeniyle hâlâ ödemediği borçları var ve alacaklılar peşinde... Tefeci akrabası Aron (Eric Bogosian), şiddet kullanmaya hazır iki tahsilatçı gönderiyor peşine... Ama Ratner tehditleri çok ciddiye almıyor. Hedefi, “büyük bir vurgun” yapmak. Afrika'dan gelen opal taşını müzayedede çok yüksek fiyata satmak istiyor ve bahis oynamaktan vazgeçmiyor.

        Bu arada, hikâyenin 2012 yılında geçtiğini, 2016'da emekli olan NBA oyuncusu Kevin Garnett ve müzisyen The Weeknd'in varlıklarıyla filme farklı bir gerçeklik dokusu kattıklarını belirtelim...

        Yakın tarihin gerçekliğine dahil olan hayali karakter Ratner'ın özel hayatı da çok çalkantılı. Eşiyle (Idina Menzel) ayrı yaşıyor, çocuklarından kopmamaya çalışıyor ve genç sevgilisi Julia (Julia Fox) ile duygusal dalgalanmalarla süren bir ilişkisi var.

        Howard Ratner, Safdie biraderlerin önceki filmlerinde gördüğümüz diğer ana karakterler gibi insanların dediğini ya da doğru olanı değil, kendi bildiğini yapıyor. Bazen işleri içinden çıkılmaz hale getirmekte çok usta...

        Film boyunca kamera çoğunlukla onun yanında ama bizim duygusal anlamda Howard'ın yanında durmamız kolay değil... Uzun bir süre neler döndüğünü anlamaya çalışıyor, sorunlarının nedenini çözmeye çalışıyoruz. Neden borçlarını ödeyemiyor? Karısı ondan neden nefret ediyor? Aile ortamında karşı karşıya oturduğu Arno konuşarak anlaşmak yerine neden peşine iki kabadayı takıyor?

        Safdie kardeşler bu soruların yanıtını bize bırakıyor ve sadece onu takip etmekle yetiniyorlar... Yaşam standartlarına baktığımızda en azından hali vakti yerinde biri olduğu, bahis tutkusu olmasa geçinip gideceği kesin. Diğer insanların onu nasıl gördüğünü biliyoruz ama bizim onu nasıl görmemiz gerektiğini pek kestiremiyoruz... Özellikle final bölümünde kafamız iyiden iyiye karışıyor... Howard Ratner, başına gelen her şeyi hak eden biri mi? Yoksa, insanların önyargıları, sabırsızlıkları ve kötülüklerinin kurbanı mı? Müthiş bir bahisçi mi? Açgözlü bir kumarbaz mı? Başta bahis tutkusu olmak üzere hepimiz gibi zaafları olan iyi bir insan mı? Özellikle bu son sorunun yanıtını düşünürken “uncut gem” deyiminin dışarıdan göründüğünün aksine içinde olumlu, güzel özellikler taşıyan insanlar için kullanıldığını hatırlamakta yarar var.

        Safdie biraderler, bir önceki filmleri “Soygun”un (Good Time) sonunda da kafamızı karıştırmış ve ana karaktere farklı bir yerden bakmamızı sağlamışlardı. Burada da benzer bir numara yapıyorlar.

        Safdie biraderlerin karakterler konusunda seyirciyi ikilemde bırakmayı sevdiğini düşünüyorum. Bazı filmler ana karakterin kararsızlıkları ve açmazları üzerine kuruludur. Julia ile eşi arasındaki kararsızlığını bir yana bırakırsak Howard Ratner'in sorunları ve çelişkileri, kararsızlık ya da açmazlardan kaynaklanmıyor. Doğru olanı yapmaktansa, burnunun dikine giden, içgüdülerini takip eden bir karakter. Borcunu ödemekten ziyade bahiste daha büyük para kazanmayı hedefliyor. Hatta asıl açmazı o değil, Aron'un yaşadığı söylenebilir... Eric Bogosian'ın harika oyunculuğu sayesinde Aron'un Ratner'a ne yapması gerektiğini bir türlü kestiremediği, kafasının karışık olduğunu hissediyoruz... Bizim de durumumuz ondan farklı değil...

        Safdie biraderlerin farkı tam da burada galiba... Alışıldık bir anti-kahraman yerine, davranışlarının kendine göre gerekçeleri ve haklılıkları olan marazi ve itici karakterlerle karşımıza çıkıp kafamızı karıştırmayı seviyorlar...

        Aynı kafa karışıklığını Julia'da da yaşıyoruz. Julia (Julia Fox) filmin bir noktasında Howard'ı çok öfkelendiren bir şey yapıyor. Ama Safdie kardeşler, yargılamak yerine Julia'ya tarafsızlıkla bakıyor ve kararı bize bırakıyorlar... “Uncut Gems” arkadaşlarınızla sohbet ettiğinizde herkesin karakterlerle ilgili farklı fikirler ve yargılar dile getirebileceği bir film...

        “Good Time”ı seyrederken, finale doğru Safdie biraderlerin asıl derdini anladıkça filmi sevmiştim... Aynısını “Uncut Gems”de de yaşadım.. Özellikle son dakikalarda insan ne hissedeceğini, ne düşüneceğini bilemiyor. Safdie'ler tam olarak bunu istiyorlar galiba... Seyircinin karakterleri yargılamasını istemiyor, tam aksine kafamızı daha da karıştıyorlar. Anaakım suç sinemasının keskin ahlakçılığını, iyilerle kötülerin net şekilde birbirinden ayrıldığını düşündüğümüzde Safdie'lerin tavrı önemli... Benim için onların sinemasını değerli kılan asıl nokta galiba bu...

        Safdie'lerin yaklaşımının izlerini Martin Scorsese'in suç filmlerinde görmek mümkün. Scorsese'in de ilham aldığı Amerikan B tipi suç filmi geleneğini unutmayalım. Safdie'lerin sinemasının köklerinde büyük stüdyoların moral kodlarını umursamayan o B filmlerinin ruhu var... Özellikle suç filmleri çektiklerinde Coen Kardeşler de aynı geleneğin izlerini sürerler. Safdie'leri, Scorsese ve Coen Kardeşler'den ayıran en önemli özellikleri ise hikâye anlatma teknikleri...

        Safdie'ler, “olay yeri”nde karakterlerini takip eden el kamerasından, aritmik hızlı kesmelere dayalı montajdan vazgeçmiyorlar. Özellikle kavgalı gürültülü sahnelerde “haber filmi” seyretmiş kadar yoruluyor, Ratner'ın sıkıntılarını bire bir yaşıyoruz.

        Safdie'lerin üslubunun ayırıcı özelliklerinden biri gerçekçi tarzlarıyla kontrast oluşturan müzik tercihleri... “Good Time”da da birlikte çalıştıkları Daniel Lopatin'in elektronik tınılı lirik müziği, birçok sahnede bizi başka bir aleme götürüyor... O müzik seyrettiğimiz her şeyin altında sanki sırrına vakıf olunamayacak bir gizemin varlığını hissettiriyor.

        Tam da buradan filmin öyküsünü şekillendiren “değerli taş”a geçebiliriz... Çünkü filmin müziğiyle taş arasında bir bağ var. Açılış sahnesini hatırlayalım... Etiyopya’daki madenin dışında yaşanan kargaşaya havadan kuş bakışı yaklaşan kamera, yaralanan maden işçisinin bacağına yakın plan yaptıktan sonra iki işçinin peşine takılıp mağaranın derinliklerine ilerliyor. İçinde opal taşlar olan kaya parçası ait olduğu yerden sökülüp çıkarıldığında kamera renkli, ışıltılı noktaların içine doğru yaklaşırken Lopatin'in gizemli, “psychedelic” müziği başlıyor. Taşın içindeki “mikro gizli alem”de bir süre dolandıktan sonra Ratner'ın kolonoskopisinin görüntülerine geçiyoruz. Ratner ilk gördüğümüzde her şeyden habersiz ve masum bir bebek gibi uyuyor. Film boyunca finale kadar bir daha onu öyle göremiyoruz. Finalde de taşın içinden başka bir aleme doğru benzer bir yolculuk yapıyoruz... Safdie kardeşlerin, bu “mikro yolculuklar” sırasında filmdeki tüm olayların üstünde gördükleri aşkın bir gerçekliğe vurgu yaptıkları ve bir çemberi tamamladıkları söylenebilir.

        Taş, gizemli bir imgenin ötesinde filmin ana metaforu olarak da görülebilir. Taşın en çok kimin işine yaradığını veya en çok zararı kime verdiğini düşündüğümüzde açılış sahnesi yerli yerine oturuyor. Howard Ratner'in Afrika'nın yerüstü ve yeraltı zenginliklerine bir türlü doyamayan Batılı – Kuzeyli zenginlerden çok farkı yok aslında... Ölü balıkların içinde kendisine ulaşan taşı gördüğünde aklına paradan başka bir şey gelmiyor. Aynı anda mağazada bulunan NBA oyuncusu Kevin Garnett ise taşı görür görmez neredeyse büyüleniyor, onunla duygusal bir bağ kuruyor. Maddi değerini önemsemiyor bile... Garnett filme, Ratner'in işlerini daha zorlaştıran bir yan karakter gibi girse de özellikle finalde çok farklı bir yere geliyor... Ratner'ın filmin bir yerinde sözünü ettiği Afrikalı Yahudiler ile New York Yahudi cemaatinden gelen kendisi ve Aron'un arasındaki kontrast da önemli...

        Usta görüntü yönetmeni Darius Khondji, iç ve dış mekânlarda genellikle çiğ beyaz bir ışık tercih etmiş. Renkler ağırlıklı olarak soluk... Arada canlı ve sıcak renkler de var ama gerçekçi tarz öne çıkıyor. Özellikle erkek oyuncuların yakın planlarında, yüzlerde natüralist gerçekçilik var sanki... Belli ki Safdie biraderler dışarıdan kimseyi daha güzel, daha yakışıklı göstermek istememiş...

        Başta Adam Sandler olmak üzere bütün oyuncu kadrosunu çok beğendim. Sandler galiba kariyerinin en iyi performansını çıkarıyor.

        Sallantılı kamerası, yorucu akışı, antipatik karakterleri, kafa karıştırıcı ahlaki sorunları itibarıyla belki herkesin sevebileceği bir film değil “Uncut Gems” ama sağlam, kişilikli bir sinemanın ürünü...

        7.5/10

        Diğer Yazılar