Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Avustralyalı yönetmen Justin Kurzel'i “Macbeth”le (2015) tanıdım. Seyrettiğim en iyi Macbeth uyarlamalarından biriydi. Bir sonraki filmi “Assassin’s Creed” (2016) ise daha çok aksiyon meraklılarını hedefleyen sıradan bir video oyunu uyarlamasıydı benim için… İlkinin derinliğiyle ikincinin sığlığı arasındaki farkı, görsel üsluptaki ortak noktalar biraz olsun kapatıyordu. 17. Yüzyıl’ın başlarından kalma Shakespeare metninin ağır karanlığından 21. Yüzyıl video oyununun hafifliğine geçen Justin Kurzel yeni filminde bu kez Avustralya tarihine, haydut Ned Kelly’nin hikâyesine uzanıyor.

        Ned Kelly 1854-1880 yılları arasında, Avustralya’nın İngiliz egemenliğinde olduğu dönemde yaşamış, o yıllarda “bushranger” diye anılan suçlulardan biri… Ned Kelly’nin babası ise cezasını çekmesi için Avustralya’ya gönderilmiş İrlandalı bir mahkûm…

        Ned Kelly’nin hikâyesinin sinemada daha önce iki kez anlatıldığını hatırlatalım. 1970 yapımı ilk filmde rock yıldızı Mick Jagger canlandırdı Kelly’yi. 2003 yapımı filmde ise Heath Ledger… Her iki filmin de adı “Ned Kelly”ydi…

        Başrolünde George MacKay’in oynadığı yeni filmin adı “Kelly Çetesi’nin Gerçek Hikâyesi” (True History of the Kelly Gang)… Buradaki “gerçek” vurgusu filmin ruhunu ele veren bir ifade. Ama bu konuya girmeden önce, senaryonun Avustralyalı yazar Peter Carey’nin 2000 yılında yayımlanan, 2001’de Booker Ödülü’nü kazanan aynı adlı romanından uyarlandığını belirtelim. Romanın özelliği, adındaki “gerçek hikâye” vurgusuna rağmen hayali veya kurmaca yanının ağır basması…

        Tarihi kayıtlardan ne kadar sapmış olursa olsun romancı Peter Carey’nin kurduğu “sosyal çerçeve”nin gerçekçi şekilde çizildiği kesin… “Macbeth”te Shakespeare’in trajedisine gerçekçi bir dokunuş getirmek için özel çaba sarf eden, o yıllarda savaş meydanlarında yaşanan şiddeti filtre etmeden karşımıza getiren yönetmen Justin Kurzel, “Kelly Çetesi’nin Gerçek Hikâyesi”nde dönemin toplumsal manzarasını olanca sahiciliğiyle inşa etmeye özen gösteriyor. Filmin gücü zaten Kelly ailesini kuşatan gerçeğin sertliğinden geliyor…

        Avustralya’daki İrlandalılar, İngiliz toprak sahiplerinin egemenliğinde, İngilizlerin baskısı altında yaşıyorlar. Yaşam standartlarının düşüklüğü bir yana, yiyecek et ve gıda bulmakta dahi zorlanıyorlar. Sadece ekonomik sömürünün kurbanı değiller. İngilizler güçlerini onların üzerinde her şekilde kullanıyor… İrlandalı yoksulların iktidara boyun eğerek yaşamaları gerekiyor.

        Tüm bunları okuduktan sonra kötü, zalim İngilizler ile iyi kalpli, ezilen İrlandalılar arasında geçen romantik bir isyan filmi seyredeceğinizi düşünebilirsiniz. Evet, romantizm hariç bunların hepsi var ama giderseniz, sizi her açıdan farklı bir film bekliyor.

        Film, yaklaşımının farkını daha ilk sahnelerden ortaya koyuyor. 12 yaşındaki Ned (Orlando Schwerdt), tanık olduğu olay sırasında sadece İngiliz askerden (Charlie Hunnam) nefret etmiyor, babasına öfke, annesine kızgınlık duyuyor… Dolayısıyla, film sadece yoksul İrlandalı aileyle baskıcı İngilizler arasında geçmiyor. Aile içindeki çelişki, çatışma ve duygusal açmazlar, en az İngiliz sömürgeciliği eleştirisi kadar, hatta daha önemli bir yer tutuyor filmde. Annesinin daha 12 yaşındayken babasını aşağılayıp “evin gerçek erkeği sensin” demesiyle başlayan süreçte Ned Kelly’nin ruh sağlığını koruması, sağlıklı şekilde büyümesi pek kolay değil.

        Ned Kelly, babasına karşı hissettiği ezeli suçluluk duygusu ve annesinin (Essie Davis) aşılamaya çalıştığı nefretle hayatını sürdürüyor… Annesinin, Kelly’nin bütün eğitim masraflarını karşılamak isteyen İngiliz kadına verdiği yanıt, belki de filmin anahtar sahnelerinden biri… Bu tekliften hemen sonra oğlunu dönemin ünlü haydutlarından Harry Power'ın (Russell Crowe) yanına “çırak vermesi” de kuşkusuz atlanmaması gereken bir olay... Kurzel, bütün filmini giderek akıl dışına kayan bu nefret üzerine kuruyor aslında...

        Bazen en büyük sorununuz, sizi çok seven insanlardır. Kelly’nin de annesiyle benzer bir şey yaşadığı söylenebilir. Sonuçta, Kelly’nin bütün hayatını, annesinin İngilizlere duyduğu nefret şekillendiriyor.

        Ned Kelly'nin büyüdüğü ama hiç olgunlaşamadığı, bütün hayatını öfkeli çocuk olarak sürdürdüğü bir film seyrettiğimiz de söylenebilir. Yine de film boyunca duygusal olarak yanında durabileceğimiz bir ana karakter Ned Kelly... Öylesine zor bir çocukluk ve gençliğin ardından her şeye rağmen canilikten uzak duran biri olduğunu biliyoruz.

        Bütün filmi Ned Kelly'nin anne ve babasıyla olan ilişkisi üzerinden okumak da mümkün... Kelly 12 yaşındayken babasını, annesinin yanında çok silik ve ezik bir karakter olarak görüyor. Babasının cezaevine girmesiyle hissettiği suçluluk duygusuna, gençlik yıllarında ona haksızlık yapma duygusu da ekleniyor. Tam da burada, bütün filmin Ned Kelly'nin oğluna anlattığı bir hikâye olarak kurgulandığını unutmamak gerek. Babasının gerçek hikâyesini hiç dinleyemeyen Kelly için oğluna kendi hikâyesini anlatmak her şeyden daha önemli bir hale geliyor.

        Kelly hayata tutunmak için ne kadar çaba gösterirse göstersin cinnete dönüşen bir nefretin kurbanı oluyor. Yönetmen Justin Kurzel filmin görsel estetiğini Kelly'nin bu cinnet hali üzerine kurmuş gibi görünüyor. Özellikle son bölümde gerçekle hayal birbirine karışıyor ve İngilizlerle yaşanan çatışmada Kelly'nin gerçeği çarpıtan bakış açısına kilitleniyoruz. Çatışma sahnesinin neredeyse “psychedelic” bir havası olduğunu söylemek mümkün...

        İlk olarak açılış sahnesinde karşımıza çıkan “kadın elbiseli erkek” imgesini unutmayalım. Kelly çetesinin elbiseleri ve taktıkları zırhlar hayali değil gerçek ayrıntılar. Bir noktadan sonra delice gerçekleştirilen isyanın simgeleri haline geliyorlar ve filmi resimsel olarak tuhaf, yadırgatıcı bir hale getiriyorlar. Kurzel, “Macbeth”de olduğu gibi burada da çatışma sahnelerini ana karakterin bilinçdışını yansıtan bir ayna gibi kullanıyor... Ari Wegner'in görüntüleri ve Jed Kurzel'in (yönetmenin kardeşi) müziklerinin filmin stiline olan katkısını unutmamak gerek...

        Görsel atmosferini geniş perdelik bir Avustralya westerni gibi yapılandıran Kurzel, karakterlerin ruh haline, zihin durumlarına uygun bir stil yakalıyor ve oyuncuları genellikle yakından takip ediyor... Film boyunca karakterlerin duygularını abartılı şekilde dışavurduğu sahneler peş peşe geliyor. Sakin anlara pek rastlamıyoruz... Kurzel, filmin stiliyle Ned ve Ellen Kelly'yi canlandıran George MacKay ve Essie Davis'in oyunculukları arasında bir bağ kuruyor... İngiliz kanun adamlarını canlandıran Charlie Hunnam ve Nicholas Hoult da performanslarıyla öne çıkan isimler. Bu arada, Dan Kelly'yi oynayan Earl Cave'in müzisyen Nick Cave'in oğlu olduğunu belirtelim. Akrabalıklardan girmişken Essie Davis'in Kurzel'in eşi olduğunu hatırlatalım.

        “Kelly Çetesinin Gerçek Hikâyesi”ni bir “Macbeth” kadar sevmediğimi, Kurzel'in sitilini biraz abartılı ve fazla biçimci bulduğumu itiraf edebilirim ama yine de seyre değer bir film olduğunu düşünüyorum...

        7/10

        Diğer Yazılar