Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YILIN en çok beklenen filmlerinden biri olan “Nuh: Büyük Tufan” (Noah) bugün Türkiye’de de gösterime giriyor. Bazı Arap ülkelerinde yasaklanan film, kuşkusuz başta dini çevreler olmak üzere tartışmalar çıkarmaya aday.

        “Bir Rüya İçin Ağıt”, “Siyah Kuğu” gibi filmleriyle tanınan ABD’li yönetmen Darren Aronofsky, filmin senaryosunu Ari Handel’le birlikte yazdı. Senaryo, kutsal kitaplarda anlatılanları yorumlayarak neredeyse yeni bir öykü haline getiriyor. Film ilk günahla, Adem ile Havva’nın yılan tarafından aldatılması ve elmanın ağaçtan koparılmasıyla başlıyor. Elmanın atan bir kalp şeklinde tasvir edildiği bu sahne film boyunca defalarca tekrar ediliyor. Tekrar edilen bir başka sahne de Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi... Bu iki olaydan sonra Kabil’in kavmi, şiddet dolu bir uygarlık kuruyor. En başından beri ailesiyle birlikte bütün bu insanlardan uzakta yaşayan ve asla et yemeyen Nuh (Russell Crowe) ise gördüğü bir rüyanın ardından gemiyi inşa etmeye başlıyor. Civarda yaşayan bir kral (Ray Winstone) gemiyi ele geçirmek için savaş hazırlıkları yaparken, Nuh’un ailesi de kendi içinde sorunlar yaşıyor.

        VEJETARYENLER SEVECEK

        “Nuh: Büyük Tufan” kelimenin gerçek anlamıyla eski usul bir dini film. Prodüksiyon kalitesi elbette çok yüksek ama dramatik kalitesi 60’lı, 70’li yıllarda ramazan aylarında gösterime giren dini Yeşilçam filmlerinden çok farklı değil. Birçok mucize içeriyor. Basit öyküsüyle anlaşılır mesajlar veriyor ve öğretici olmaya gayret ediyor. Semavi dinlere inananların kutsal kitaplara uymayan bölümler nedeniyle filmi çok seveceğini sanmıyorum. Yeni Çağ (New Age) dinlerine inanan kesimlerin ise filmi önemseyeceğini ve seveceğini düşünüyorum. Daha önce çektiği “Kaynak” (The Fountain) adlı filmle de tek tanrıya inanan Yeni Çağ dinlerine yakınlığına şahit olduğumuz Aronofsky, “Nuh: Büyük Tufan”da da benzer mesajlar veriyor, Yaradan’ın bize iyi ile kötü arasında seçme hakkı verdiğini ve asıl savaşın insanın içinde verildiğini vurguluyor. Ray Winstone ile Russell Crowe’un fiziksel olarak birbirlerine benzemeleri, tufan sonrasında gemi içinde geçen sahnelerde Nuh’un kendi içinde verdiği mücadele, iyi ile kötünün ezeli savaşını yansıtma amacını taşıyor. Ama tüm bunlar Aronofsky’nin önceki filmlerine hiç benzemeyen sığ bir öykü içinde karşımıza geliyor. Aronofsky’nin filmi bazen gerçekçi bir dram bazense fantastik bir aksiyon haline getirmesi de inandırıcılığı zedeliyor, karakterlerle özdeşlik kurmanızı engelliyor.

        “Nuh: Büyük Tufan”, rüya sahneleri dışında sinemasal kalite olarak da kayda değer bir şey vaat etmiyor. 3D formatının da filme çok şey kattığı söylenemez. Öte yandan, vejetaryenlerin kült filmi olabilir çünkü hayvan öldürüp et yemeyi neredeyse bütün kötülüklerin anası olarak gösteriyor...

        Diğer Yazılar