Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        2011'de seyrettiğimiz “Maymunlar Cehennemi: Başlangıç”ın (Rise of the Planet of the Apes) devamı niteliğindeki “Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti” (Dawn of the Planet of the Apes) gösterime girdi. Film maymunlar ile insanlar arasındaki savaşın başlangıcına götürüyor bizi

        Caesar yeni filmde artık ormanda yaşayan avcı - toplayıcı bir maymunlar klanının lideri olarak geliyor karşımıza. Aralarında iletişim kuruyor olmaları, yazı eğitimine geçmeleri süratle gelişeceklerinin bir işareti. İnsanların durumu ise vahim. Yeni seride medeniyetin hakkından gelen felaket, laboratuvarda üretilen bir grip virüsü. Yine de insanlığın henüz tümüyle sahneden çekilmediği bir ara dönemdeyiz. Şehrin bir bölümünde, Ortaçağ'daki gibi surların içinde yaşamlarını sürdüyorlar. Caesar'ın liderliğindeki maymunlarla karşılaştıklarında ise akıllarına ilk gelen elbette şiddet ve sahip oldukları silah gücü oluyor.

        İNSANLAR ÇARESİZ VE KIRILGAN

        Açıkçası serinin yeni filmine bir “devrim” beklentisiyle, daha doğrusu Caesar ve arkadaşlarının “medeniyeti devralması” sürecinin ilk anlarına şahit olma hevesiyle gittik. Beklentimiz, insanoğlunun tükendiği noktada devreye alternatif bir uygarlık çıkmasıydı.... Ne var ki, karşımıza filmin anahtar karakteri olan “kötü maymun” Koba çıktı. İlk filmin mazlumu Koba, intikam hırsıyla savaş isteyen bir karaktere dönüşmüş durumda. İnsanlar çaresiz, kırılgan ve daha barışçılar. Koba bir noktadan sonra kanlı ve haince bir iktidar hırsına da kapılıyor. Dolayısıyla, film kötülüğün sadece insanlara özgü olmadığına dair bir fikir etrafında gelişiyor. Tüm bunlar, ilk filmin radikal düşüncelerinden kopuş anlamına geliyor ve meseleyi iyilik – kötülük karşıtlığına kilitliyor. “Kötü maymunlar olmasa, Caesar ile Malcolm'un (Jason Clarke) dostluğu dünyayı kurtarır” diye düşünmemiz isteniyor. Bu arada, her ikisinin de bir baba olduğunun altı çiziliyor. Zaten aile filmin ana motiflerinden biri. Sözün özü, ikinci film klişelere dönüyor ve kuru bir militarizm eleştirisiyle yetiniyor. İlk filmin aksine, insan – maymun ilişkileri konusunda. Koba'nın “maymun taklidi” yaparak insanlara “zararsız” olduğunu gösterdiği sahneyi saymazsak, zihin açıcı ironik ayrıntılar da yok.

        CAESAR’IN ‘PERFORMANSI’ İYİ

        Cloverfield” ile tanıdığımız Matt Reeves'in yönettiği “Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti,” sürükleyiciliğiyle seyirciyi oyalamasını bilen filmlerden. En etkileyici olan ise ilk filmde olduğu gibi, maymunların performans yakalama tekniği marifetiyle gerçekten oynaması. Sadece Caesar (Andy Serkis), Mavi Gözler (Nick Thurston) ve Koba'nın (Toby Kebbell) oyunculuk performansları için bile görülebilir.

        Hint-Amerikan RÜYASI

        “YETENEK Avcısı” (Million Dollar Arm) gerçekten yaşanmış bir hikâyeyi getiriyor beyazperdeye. İşleri çok kötü giden sporcu menajeri J.B. Bernstein (Jon Hamm), bir gece televizyonda yetenek yarışmaları ve Hindistan’daki kriket maçları arasında zap yaparken aklına parlak bir fikir gelir: Hindistan’da bir yetenek yarışması düzenleyecek ve seçtiği iki genç beyzbolcuyu profesyonel lig seçmelerine çıkaracaktır. Sponsor bulur bulmaz Hindistan’ın yolunu tutar...

        FİLMİN NOTU 6.5

        BİR SPOR FİLMİ

        “Yetenek Avcısı”, Hollywood usulü bir spor filminin temel özelliklerini taşıyor. Bu filmlerde insanlar başarıya, ancak sorunlarını ve kişiliklerindeki olumsuz özellikleri aşarak ulaşabilirler. Sportif başarı, sadece bir simgedir. Asıl mesele, insanın kendi içindedir. Yoksul ailelerden gelen, İngilizce bilmeyen ve beyzbolla ilk kez tanışan Rinku (Suraj Sharma) ve Dinesh (Madhur Mittal) başarmak için öncelikle içlerindeki korkuyu yenmek zorundadırlar. Öte yandan, öykü Hintli gençlerden çok, menajer J.B.’nin gerçek ihtiyaçlarını anlayarak değişmesi üzerine kurulu. Kadınlarda sadece dış görünüme önem veren, işini ve maddi değerleri her şeyin üstünde tutan bencil J.B., Hintli gençlerle birlikte, paylaşmanın önemini ve mesleki başarının her şey anlamına gelmediğini öğreniyor. Bunda kuşkusuz kiracısı, tıp doktoru Brenda’nın (Lake Bell) da payı büyük.

        YAŞANMIŞ GERÇEK ÖYKÜ

        Thomas McCarthy’nin klişeleri profesyonelce kullandığı senaryosu, hikâyeyi baştan sona duygusal bir tonda ele alıyor. Amerikalıların Hindistan’da, Hintlilerin ABD’de yaşadıkları kültürel şok ilgiye değer ama komedi malzemesi olmanın ötesine pek geçemiyor. Yönetmen Craig Gillespie, öyküyü A.R. Rahman’ın başarılı müziğinin ve diğer şarkıların pek susmadığı akıcı bir montajla anlatıyor; sürenin uzunluğunu seyirciye hissettirmiyor. Sicak ve canlı renkleriyle size kendinizi iyi hissettirecek “Yetenek Avcısı”nın en hoş yanı ise galiba seyrettiğiniz hikâyenin yaşanmış olduğunu bilmek. Bu yüzden, filme konu olan gerçek karakterlerin göründüğü final jeneriğini kaçırmayın.

        Diğer Yazılar