Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        William Eubank’in yönettiği ‘Sinyal’ (The Signal), hacker’lar arası bir güç savaşı olarak başlayıp işin içine uzaylıların da karıştığı sürprizli ve sürükleyici bir bilimkurgu filmine dönüşüyor.

        Koltuk değnekli Nic (Brenton Thwaites), ilk sahnede bir çocuğa, istediği oyuncağı uzaktan kumandalı kolla nasıl alacağını camın üzerine çizerek gösterir. Nic, kendisi için de böyle bir ‘yol haritası’ çizilmiş olduğunun farkında değildir. Arkadaşı Jonah (Beau Knapp) ile birlikte kendilerine uzun süredir ‘meydan okuyan’ Nomad (göçmen) adlı bir hacker’ı yakalamak için yola çıktıklarında kız arkadaşı Haley’in (Olivia Cooke) uyarısına kulak asmaz. ‘Muhtemelen bir çocuktur’ der kız, ‘hacker’lar arası bu gereksiz güç savaşını durdurmak için. Üstelik tatildedirler ama Nic onu dinlemez. Koltuk değneklerine mahkûm olmaktan ve sevgilisinin 1 yıllığına başka bir üniversiteye gidecek olmasından rahatsızdır. Nomad’ı enselemek, erkeklik sancıları yaşayan Nic’i bir nebze olsun rahatlatacaktır. Ne var ki Nomad’ın onları çektiği karanlığın ve ıssızlığın ortasındaki kulübe, ‘online’ bir bilgisayar oyununun finali gibidir. Nic kaybetmiştir. Bu noktadan sonra bütün filmi Nic ve kuşağının kâbusları olarak okumak mümkün.

        BİLGİSAYAR KUŞAĞININ KORKULARI

        Dünya dışı varlıkların faaliyetlerini araştıran bir kurum tarafından gözetim altına alındığında Nic, sadece özgürlüğünü değil, bilgisayarını ve bilgiye ulaşma hakkını da kaybetmiştir. Eski usul analog, kasetli kayıt cihazları ve tüplü televizyonların kullanıldığı, adeta 1970’lerden kalma bir yerdedir. Görevlilerin Ay’a giden astronotlar gibi giyinmesi, çevre düzenindeki ‘2001: A Space Odyssey’ etkisi, 70’ler hissini güçlendirir. Başlangıçta bir çeşit anti-dijital rüyanın içinde gibidir. Bir süre sonra rüyanın bir yanı ‘Terminator’ bir yanı ‘The Matrix’ filmlerine uzanır... Makineler kadar mükemmelleşmek, ölümsüzleşmek, güçlenmek Nic ve Jonah’ın gizli arzusu değil midir? Onlarla ilgilenen görevli (Laurence Fisburne) de bunu birkaç kez ima eder zaten. Öte yandan her ne kadar önceki hayatlarındaki güçsüzlüklerini aşsalar da makineleşmek bir kâbus değil midir? Finaldeki sürpriz dahil olup biten her şey, bilgisayarlarla büyüyen kuşakların korkularının ve bu korkuları işleyen popüler bilimkurgu filmlerinin bilinçli ya da bilinçsiz bir karışımı gibi aslında.

        BİLİMKURGU ÜZERİNE BİR BİLİMKURGU

        Dolayısıyla ‘Sinyal’i bilimkurgu üzerine bir bilimkurgu filmi olarak okumak da mümkün. Ama yönetmenin açılıştan itibaren defalarca karşımıza getirdiği rüya – hatıra karışımı nehir sahnesi de ihmal edilmemeli. Nick nehrin kenarında nasıl karşıya geçeceğini düşünür. Finale doğru kaçtığında da benzer bir şey olur. Yol biter, karşıya geçemez. ‘Sinyal’ bu yanıyla baştan sona sınırlar ve belirli bir alanda kısıtlı kalmakla ilgili bir film. Kaldı ki, filmin başında gençlerin ülke turuna çıkmış olması içlerindeki özgürlük özlemlerinin bir yansıması değil mi? Tüm bu korkular belki de hayatlarımızın giderek bilgisayarın içindeki sanal dünyayla sınırlanmasıyla ilgili. İlk filmi ‘Love’da da bilimkurguyu deneyen, görüntü yönetmenliğinden gelen William Eubank ‘Sinyal’de belki bir başyapıt değil ama bence türün meraklılarını tatmin edebilecek, ilgiye değer bir iş çıkarıyor.

        Diğer Yazılar