Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir yanda fırtınayla dağılan bir aile, diğer yanda “süper hortum”un peşinde koşan bir ekip... Felaket filmlerinden hoşlananlara seslenen “Fırtınanın İçinde” (Into the Storm) bilhassa hortum sahnelerindeki başarılı özel efektleriyle öne çıkıyor

        HOLLYWOOD felaket filmleri birbirine benzer. Felaket dışındaki en önemli ortak nokta ailedir. Bir diğeri de fedakâr erkek kahraman... Senaryoyu yazan John Swetnam aile motifini aynen koruyor. Kasabanın lise öğretmeni Gary (Richard Armitage) ve iki oğlu Donnie (Max Deacon) ile Trey (Nathan Kress) olayların merkezinde yer alıyor. Öte yandan, özel araçları ve ekipmanlarıyla fırtına peşinde koşan ekip de filmde ikinci bir merkez oluşturuyor. “Fedakâr erkek kahraman” konusunda baba öne çıksa da, film burada benzerlerinden ayrılıyor. Meteoroloji uzmanı Allison (Sarah Wayne Callies) başta olmak üzere herkesin yeri gelince kahraman olduğu, ekip duygusunun öne çıktığı bir film bu...

        Öykünün bir başka anahtar karakteri ise Pete (Matt Walsh). Çok büyük bir hortumu yakından, hatta tam içinden filme çekmek için uğraşan Pete, özellikle ilk bölümde felaket filmlerinin vazgeçilmez “Bay Yanlış”larından biri gibi duruyor. Hortum yakalama hırsıyla ekibine kötü davranıyor, hayati tehlikeleri hiç umursamıyor vb... Aslında fırtınalar onun için profesyonel bir iş olmanın ötesinde büyük bir tutku. Hatta filmi, eğlenceli bir bakış açısıyla Pete ile yakalamayı ümit ettiği “süper hortum” arasındaki bir aşk hikâyesi olarak değerlendirmek mümkün.

        FIRTINADA SON NOKTA!

        Kaldı ki, biz de en başından itibaren o “en büyük hortum”u görme arzusunu içten içe hissediyoruz. Daha doğrusu, senaryo ve yönetim bütün filmi bu beklenti üzerine kuruyor. Beyzbol topu büyüklüğündeki dolu yağışının ardından hortumlar etki sürelerini ve sayılarını artırarak, ebatlarını büyüterek gelirken, film de zirveye doğru, yani en büyük ve görkemli hortuma doğru ilerliyor. Karakterler arasında yaşanan çatışmalar, duygusal ve göz yaşartıcı anlar ise açıkçası biraz dolgu malzemesi gibi duruyor.

        Yönetmen Steven Quale, filmin büyük bölümünü, “olay yerindeki haber kamerası” tekniğiyle çekmiş. Zaten birçok sahne filmdeki karakterlerin kullandığı amatör, profesyonel el kamerası çekimlerinden oluşuyor. Ama güvenlik kamerası kayıtları dahil tüm görüntüler özellikle renk ve ışık açısından son derece profesyonel durduğu için söz konusu teknik, filme bence gerçekçilik değil, sadece biraz heyecan ve ritim getiriyor.

        Filmde en çok hortum sahnelerini beğendim. Jan De Bont’un benzer bir öykü anlatan “Twister” filmindeki mütevazı hortumlarla karşılaştırdığımızda özel efekt teknolojisinin 18 yılda kat ettiği aşamayı görmek mümkün. Karakterlerle hortumları aynı anda gösteren, geniş açı lenslerle çekilen planlar da gerçekçi. Sonuç olarak, öykü tatmin edici olmasa da, bol hortumlu bir felaket filmi seyretmek isteyenler için ideal.

        Filmin notu:6

        Çaresizlik öyküsü

        YAŞLI bir kadının kendisini ziyarete gelen bir adamı tokatlamasıyla başlıyor “Betondaki Çatlaklar” (Risse im Beton). Adam peş peşe gelen bu tokatlara direnç göstermiyor; kaderine razı, sessiz ve çaresiz. Sonradan anlıyoruz ki kadının oğlunun katili...Bütün filme bu çaresizliğin öyküsü olarak bakmak da mümkün.

        Viyana’da geçen filmin ilk bölümü aslında biraz “puzzle” gibi. Bir yanda hapishaneden çıktıktan sonra temiz kalmaya çalışan Ertan (Murathan Muslu) var. Diğer yanda “gangsta rap” türünde bir şarkının demosu için para arayan genç uyuşturucu satıcısı Mikail (Alechan Tagaev)...

        Türk asıllı Avusturyalı yönetmen Umut Dağ’ın ilk filmi “Kuma”yı beğenmiştim. Dağ, ikinci filminde de iyi bir hikâye anlatıcısı olduğunu göstermekte zorlanmıyor. Karakterlerini yakından takip eden hareketli kamerası, gerçekçi şehir atmosferi ve başarılı oyuncu yönetimiyle inandırıcı bir dünya kuruyor. Ama öykü için aynı şeyi söylemem zor.

        YENİLİKTEN UZAK

        Sonuçta, şiddetin ve suçun hiçbir şeye çözüm getirmediğinin altını çizen, tanıdık bir ana tema bu. Başta Hollywood olmak üzere birçok ülke sinemasında sıkça ele alınan “suçtan uzak durmaya çalışan sabıkalı” ve “hayallerini gerçekleştirmek için işleri daha da batıran genç uyuşturucu satıcısı” gibi motiflere çok da yeni bir şey getirildiğini söyleyemem. Genç Mikail’i suça iten, Ertan’ı ise tövbekâr yapan nedenler de bence yeterince iyi ele alınamıyor.

        Murathan Muslu ve Alechan Tagaev’in oyunculuklarıyla öne çıktığı filmdeki ilgiye değer noktalardan biri de Viyana’da yaşayan Türklerin filmde kullandıkları Türkçe-Almanca karışımı lisan.

        Filmin notu:6

        Diğer Yazılar