Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN beni “şanslı” kılanlardan biri daha gitti.

        Ondan önceki hafta diğeri gitmişti; geçen hafta da en dostane olanını uğurladım.

        Bir tarafım Polyana Okulu öğrencisi olup, ne kadar şanslıymışım diye bakıyor; derin bir iç çekmeyle aldığım nefes ise bir başka yana savuruyor.

        Birlikte yaşadım diye sevinirken, bir ölçek daha eksildim diye hayıflanıyorum.

        Erol Büyükburç’u dün uğurlarken, iki hafta önce Hakk’a yürüyen Yaşar Kemal’i anımsadım.

        Ardından diğerleri geldi...

        Âşık Veysel’i tanıdığımda küçük yaştaydım.

        Âşık Mahzuni Şerif’in sohbetini özledim; Âli İmran’ı bestelemek için verdiği mücadeleyi anımsadım.

        Neşet Ertaş hemşerimdi; dost meclisinde dertdaşımdı...

        Bana “Ankaralı...” diye seslenen Yaşar Kemal ise ağabeydi.

        Sonra beni şanslı kılan diğerleri sıralandı...

        Nâzım Hikmet, Ahmet Arif, Ruhi Su, Adile Naşit, Zeki Müren, Burhan Doğançay, Ferdi Özbeğen, Şenay Yüzbaşıoğlu, Turgut Özakman, Nejat Uygur, Müslüm Gürses, Barış Manço, Çolpan İlhan, Necip Fazıl, Nida Tüfekçi, Aysel Gürel, Talat Sait Halman, Onno Tunç, Suna Korat, Cem Karaca, Peyami Safa, Cemil Meriç, Ahmet Muhip Dıranas, Orhan Kemal ve adını bir çırpıda anımsamadığım niceleri...

        ÇAĞDAŞIM, PAYDAŞIM

        Bazısıyla tanışım, ama hepsiyle de çağdaştım, paydaştım, yoldaştım...

        Aynı dönemde aynı toprağa bastım, aynı havayı soludum, aynı sudan içtim, aynı ekonomiyi paylaştım.

        Gayri safi milli hasılayı birlikte paylaştım; tarladaki ekini üleştim.

        Yüz yüze karşılaşmadım; ama zamanın aynı diliminde, aynı şehirlerin kaldırımlarını dolaştım.

        Aynı tırabzandan destek alıp aynı merdivenleri tırmandım.

        Aynı kadehten içtim, aynı nedenlere sevindim, efkârlandım, öfkelendim, üzüldüm, heyecanlandım...

        Zamanın bir dilimini onlarla yaşadım. Kitapçıda adıma imzaladığı kitabını fırından yeni çıkmış ekmek gibi elinden aldım; konserinde hoplaya zıplaya müziğiyle coştum; gazinoda ellerim patlayıncaya kadar alkışladım; dost meclisinde birlikte çalıp söyledim.

        ÜRETTİKLERİNİ ALIP...

        Şimdi görüyorum ki ürettiklerini alıp bedensel varlıklarını es geçmişim.

        Ürettikleriyle yaşarlar sanmışım; o beden gittiğinde yenisinin gelmeyeceğini ıskalamışım.

        Olanla yetinmeye şartlanmışım.

        O kozadan çıkan perilerinin peşine, meleklerinin diline takılmışım.

        Hoş, kökeni eski Yunanca’ya dayanan müziğin (mousa-ike) anlamı da “perilerin konuştuğu dil” demektir.

        Ayrıca hem içeriği, hem de biçimi vardır.

        Hegel’in ve ardından takip eden Theodor Adorno’nun vurguladığı gibi, “Bu içeriğin soyut anlatıma dönüşmesi, müzikal nesnenin sanatçıyı diğer sanat alanlarına göre daha özgür kılmasını sağlar”...

        O nedenle de müzik yapan insan daha özgürdür; estetiktir, aydınlanmacıdır...

        Dönemlerinde ne kadar baskı altında kalırsa kalsın, zamanın o muhteşem huyu hiç eksilmez, bir yerden sonra onları oldukları yere taşır; hatta öteleyenlerin torunlarının bağrına bastırır.

        Çünkü özgür olan sanatçı, toplum özgürleşince anlaşılır.

        Özgürce ürettiklerini tüketip, asıl olan bedenlerini es geçtiğimiz sanatçılara verdiğimiz değer ise bugün tek başına ölümleriyle ölçüttür.

        Betonlaştırdığımız toprakta endemik bitkiye verdiğimiz önemle eşdeğerdir.

        Diğer Yazılar