Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HAYATIN en zor anlarından birinin ulaşmak istediğin yere varamamak olduğunu, 15 Temmuz’da bir daha anladım.

        Taksim’de sabaha kadar darbe girişiminin tüm evrelerine tanıklık ettikten sonra Ankara’ya dönebilmek için sabahın erken saatinde yola çıktığımda bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim.

        Güçlükle vardığım havaalanında uçuşlar iptal edilmiş, Ankara yolu kapatılmıştı.

        Meramımı izah ederek, gazetenin deneyimli şoförlerinin sayesinde ara sokaklardan otobana ulaştığımda da sorun bitmemişti.

        Ankara’ya vardığımda, vatman misali evimden önce gittiğim yer TBMM oldu...

        Yalnız olmadığımı o gün anladım; Deniz Zeyrek, Abdülkadir Selvi, Ayşe Sayın, Serpil Çevikcan ve Hüseyin Likoğlu da oradaydı.

        Hepimizin psikolojisinin bir diğerinden farklı olmadığı da açıktı.

        Birbirimize dokunsak ağlayacak durumda, sadece ayağımızın altındaki cam kırıklarının seslerini dinleyerek yan yana dolaştık.

        “Birlikte fotoğraf çektirelim” dedim...

        O gün kırık cam parçaları üzerinde, yıkık bina parçaları arasında çekilmiş fotoğrafımıza bir daha baktım.

        Yaşamının ayrılmaz parçası haline gelmiş koridorlarında haber peşinde koşturan insanların evsiz kalma halinde olduğumuzu bir daha fark ettim.

        ACIYI KATIK ETTİK

        Hepimizin içinden geliyordu, birbirimize fark ettirmediğimizi sanıyorduk, hisli ağlıyorduk.

        O fotoğrafa dün yine baktım, aynı şeyleri hissettim.

        Farklı kesim ve kültürlerden gelmiş olmamıza rağmen aynı acıyı katık etmişiz.

        Sadece biz gazeteci milleti değil, birbirinin üzerine yürümüş milletvekilleri de kol kolaydı; birlikte duruş sergiliyordu.

        Bugün biz gazeteciler açısından değişen bir şey yok, ama siyaset alanı için aynı şeyi söylemem olası bile değil.

        O gün var olan birliktelikten bugün karşılıklı öfke doğmuş.

        Oysa adı üzerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi...

        Toplumun her ferdinin yurdu; kimsesizlerin kimsesinin sığınma evi...

        Öfke unsuru olmaktan çıkarılıp bütünlüğü, ortak duyguyu birleştiren çatı olması gerekirken, kitlelerin öfke üretim alanına dönüştü.

        VATANDAŞI BÖLÜNEN

        Referandumdan bu yana da öfke, kitleleri bir arada tutan tutkal gibi kullanılıyor.

        Düşünce, görüş siyasi taraf yerine, ötekine duyduğu öfke buluşma kampı haline gelmeye başladı.

        Ne yazık ki öfkeyi biriktiren ambar da genişledi.

        Öfke, aynı hedef karşısında birleşip istenmeyen öteki kötüye karşı kullanılması gereken bir unsur olması gerekirken, birbirine hakaretin aracı da oldu.

        Tahkim edilmiş kıtaların elinde birbirine karşı her an savurmaya hazır ateş toplarına dönüştü.

        Her geçen gün alevinin yükselmesi için de asıl onu yatıştırması gerekenler yakıt taşımaya başladı.

        Oysa öfkemiz dün olması gerektiği gibi ötekine; yani kalkıştığı hain darbe girişimini başaramamış olana karşıydı.

        Bu birliktelik sayesinde darbe amacına ulaşmadı, girişim olarak kaldı; yapanın başına düştü...

        1 yıl sonra gelinen yer, o gün öfkesini ortaklaştıranların, bugün ayrıştırıp birbirine karşı kullanılan silah haline geldi.

        Öfkenin ittifakı olmaz; vatandaşı bölünen vatanda da huzur olmaz.

        Diğer Yazılar