Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ULUS devletler 18. yüzyılda tercih ettiklerinde, cumhuriyet kavramı demokrasi, hak, adalete karşılık geliyordu.

        Topluluktan millet olmaya geçişin, monarşiye karşı halk iktidarının adıydı...

        Mustafa Kemal Atatürk’ün önerisiyle TBMM’de kabul edilen cumhuriyetin ise bunların ötesinde bir anlamı var...

        O da toplumu etnik, mezhepsel ve inanç bağlamında ortak paydada buluşturuyor olması.

        Bundandır ki 29 Ekim, dün olduğu gibi bugün de herkesin herhangi bir rezerv koymadan ulus olarak ortaklaşa kutladığı tek bayramdır.

        Etnik, dinsel ve ekonomik toplulukların uydu devletleşme arayışında olduğu bu dönemde de Türkiye için cumhuriyet, birliği koruyan temeldir.

        Ancak bunu birçok ülke için varsaymak mümkün değil...

        Çünkü ana devletten kopmalarının üzerinden çeyrek asır geçmemiş olmakla birlikte, Abhazya’dan KKTC’ye, Osetya’dan Tayvan’a uzayan yapıların uluslaşamama sorununa çözüm üretilmemişken, son dönem yenileri eklendi.

        Yanı başımızda Mesud Barzani, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi için ilk adımı attı, geri çekilmiş olsa da kararını geri almış değil...

        Ayrıca Katalanların bağımsızlık hareketi olmasa Batı’nın Barzani’ye bakışı da bugünkünden farklı olurdu.

        Katalonya’da mesele bitmiş değil; önceki gün bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Madrid’in restine, dün yeni rest geldi.

        Yetmedi, İtalya’yı da hareketlendirdi.

        BASKININ NEDENİ

        Peki, Yugoslavya’nın parçalanmasından bu yana ülkeleri bölüp yeni ulus devletlere dönüştüren etkinin gerisinde ne yatıyor?

        Bulgar siyaset bilimci İvan Krastev’in vurguladığı gibi, buna neden “eski etnik, dinsel ve kabile benzeri kimliklere yeniden döndüren” küreselleşme mi?

        Yoksa çok çalışıp verginin tüm yükünü çekenlerin, aynı ulus devlet içinde yan gelip yatan, çoğunluğuyla karar mekanizmasını ele geçirenlere isyanı mı?

        Ya da siyaset bilimci Ken Jowitt’in, küreselleşmenin birbirine bağlı kılıp yaşam tarzında birlikteliğini kopardığı, “yeni dünya düzensizliğini” tanımladığı şu öngörüsünün sonucu mu:

        “Bu bağlı/kopuk dünyada, hiddet patlamaları ve zayıflamış ulus devletlerin küllerinden doğacak öfke hareketlerinin ortaya çıkmasına hazır olmalıyız...”

        Çünkü 18. yüzyılın anlam yüklediği “cumhuriyet” bugün aynı anlama karşılık gelmiyor.

        Yani, “azınlıkların haklarını ve özgürlüklerini önceleyen anlam olmaktan çıktı, çoğunluğun gücünü savunan siyasi rejimlere dönüştü”...

        SANDIKLA VAZGEÇME

        Hatta daha ileri gitti, “sandıkta oy kullanarak demokrasiden, hak ve adaletten vazgeçilen”, ötekinin haklarını önemsemeyen, “çoğunluğun, devleti özel mülküne çevirdiği, çoğunlukçu rejimin adı” haline dönüştü.

        Ekonomik daralma, mülteci sorunu, kendi gibi olan ve düşünenlerle mahalle ve gettolarda başlayan birlikte yaşam arayışı, bugün devlete dönüştü...

        Her savaş sonrası musallat olan virüs, bugün de demokrasisi en güçlü olan ulus devletleri yeniden tehdit eder hale geldi.

        Meseleyi demokrasi, insan hakları, eşitlik gibi kavramların ötesine taşıdı...

        Cumhuriyet, “kimsesizlerin kimsesi” olduğu ulus devletleri ise hep efsunladı...

        Diğer Yazılar