Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İdlib bölgesindeki gelişmelerin kaygı verici boyuta geldiğini anlamak için Moskova odaklı yapılan üç görüşmenin açıklamalarına bakmak yeterli.

        İlki Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki telefon görüşmesi…

        Görüşme sonrası Ankara’dan yapılan açıklamalarda iki hafta içinde Şam güçlerinin İdlib’e yaptığı saldırıların ateşkes ihlalini arttırdığı, bombaların hedef göstermeden sivil halka zarar vermeye başladığının kayda geçirildiği belirtildi.

        Kremlin’den yapılan açıklamada da İdlib’de belirtilen sınırların gerisine geçmeyen, varlığını devam ettiren radikal grupların saldırılarına devam ettiği, bunlara yönelik mücadelenin de kesintisiz sürdürüleceğine vurgu yapıldı.

        Her iki taraf da durumu gözlemlemek için bir denetleme heyeti oluşturulmasına karar verildiğine de vurgu yaptı.

        Görüşmenin üzerinden üç gün geçti.

        İdlib’e hem Rus hem de Şam jetlerince bomba yağdırılmasına devam edildi.

        POMPEO’NUN SÖZLERİ

        İkincisi ise Erdoğan-Putin’in telefon konuşmasının ardından Soçi’de ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Putin ve Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile görüşmesiydi.

        Her iki görüşme sonrası yapılan açıklamaların içinde yer alan Suriye konusundaki tavrı belirleyen cümleler benzerdi.

        Pompeo aynen şöyle dedi:

        “Suriye topraklarının teröristler için bir sığınma noktası olmaması için her şeyi yapmak istiyoruz. Ayrıca Suriye’nin kuzeyinde ve İdlib genelinde gerginliğin azaltılmasını da ele aldık...”

        Rusya’nın tutumu öteden beri belli; El Nusra bağlantılı grupları M4 ve M5 olarak isimlendirilen iki otobanın güneyindeki alandan tamamen çıkarıp yolu güvenli hale getirmek istiyor.

        Aslında İdlib’in tamamında bunu yapmayı arzuluyor.

        Nitekim Pompeo ile yapılan görüşmenin hemen ardından dün ve bugün de bombalamanın çok daha yoğun şekilde devam etmesi de ABD ile Rusya’nın uzlaşmasının ne yönde olduğunu göstermeye yeter.

        ABD-RUSYA ANLAŞMASI

        Moskova’dan bir süredir gelen “Biz ABD ile sorunu çözme konusunda bir noktaya geldik” sözleriyle kast edilmek isteneni de anlamak olası.

        Amaç bölgedeki El Kaide odaklı Hayat Tahrir el Şam (HTŞ) örgütünü tamamen yok etmek.

        Ancak bunun İdlib genelinde yaratacağı etkinin de iyi hesaplanması gerekiyor.

        Çünkü bölgedeki 3 milyonu aşkın nüfusun bir anda hareketlenip Türkiye sınırına doğru yeni bir göç dalgası yaratma riski oldukça yüksek.

        Ankara’daki politika yapıcıları endişelendiren de işte tam da bu durum.

        Dikkat çektikleri ise Astana ve Soçi mutabakatları ile belirlenen 4 çatışmazlık bölgesinden üçünün Şam yönetimi tarafından tamamen ele geçirilmiş olması.

        Diğer üç bölgede bulunan aşırı muhalif grupların hemen hepsi İdlib bölgesine sevk edildi ve orada depolandı.

        Bölgede etkisini yükselten HTŞ’nin İdlib’in güneyinde kalmayıp kuzeye de yönelmesi, ÖSO içindeki bazı grupları yanına çekmesi ve savaşına katması da dikkate değer diğer gelişmeler.

        TÜMÜNE YAYILIRSA

        Aktarıldığına göre Rusya da bir süredir bu duruma dikkat çekerek Türkiye’nin de kuzeyden sıkıştırmasıyla bu grupları bulundukları alanda izole etmek istediğini belirtiyor.

        Basına yapılan açıklamalara bakıldığında da aslında bu niyetini de gizlemiyor.

        Ankara’nın kaygısı ise böyle bir harekatın M4-M5 otobanlarının güneyindeki alandan çıkıp, İdlib’in tümüne yayılacak olması.

        İdlib’in geneline yayılacak gerginliği aslında ABD kadar Rusya da istemiyor.

        Ancak bunun öngörülmez göçe dönüşme emareleri de oldukça fazla. Bunun Türkiye ve Avrupa açısından yaratacağı risk de ortada duruyor.

        TERÖRE BULAŞIK

        Unutulmamalı ki bu bölgede yaşam süren gruplar ve halk yıllardır terör ile doğrudan muhatap.

        Yani bu kez gelecek olanlar olayların ilk başladığında gelenler gibi masum, silah sesi dahi duymamış, çatışmadan korkup kaçanlardan oluşmayacak.

        Gelenler en azından çatışmaya bizzat tanıklık etmiş, yaşamını sürdürmek için silahını yanından bir an olsun eksik etmemiş kesimlerden oluşacak.

        Gelenlerin neredeyse tamamı bir anlamda teröre bulaşık kişilerden oluşacak.

        Geldikleri yere de terör bulaştırmaktan geri durmayacak…

        Bunun ne olduğunu anlamak için Atme Kampına gidenlerin geri geldiklerinde yazdıklarını ve anlattıklarını dinlemek yeterli…

        KAMPLAR DOLDU

        Bu durum görüldüğü için son dönem İdlib’in güneyinden kaçıp gelenlere Türkiye’nin kontrolündeki kamplara girişlerine izin verilmiyor.

        Zaten kampların yenileri alacak durumu da kalmamış, bölgenin en büyüklerinden olan Muhammediye ve Dair Balout kampları ağzına kadar dolmuş.

        Bu nedenle AFAD girişlere son dönem izin vermemeye başlamış.

        Gelenler de Cinderes, Afrin ve Roj bölgesinde zeytin ağaçlarının altında küçük gruplar yaparak kendilerine mikro kamplar oluşturmaya başlamış.

        2012 GÖRÜNTÜLERİ

        Bu görüntüleri dün izleyince göçün ilk başladığı 2012’de sınır boyunda yaşananları anımsadım.

        Kor Ali’de o kadar benzer görüntülere tanıklık etmiştim ki sanki o günlerden çekilmiş bir fotoğraf karşımda duruyordu.

        Bütün bu gelişmelere bir de Putin’in İran için söylediği, “Rusya’nın itfaiye ekibi olmadığı bilinmeli, biz her an her şeyi kurtarmaya yetişemeyiz” cümlesi eklendiğinde üzerine bir de Körfez krizinin ayak seslerini ekliyor.

        Suriye’nin üzerine bir de Basra’da olabilecek gelişmelerin yükü biniyor…

        Hele ki iki süper gücün anlaşmasının bölge ülkelerine maliyetinin ne olduğu da hafızalardaki tazeliğini koruyor.

        Özetle Türkiye açısından sıkıntılı, bir o kadar da riskli bir sürecin kapısı açılmış bulunuyor.

        Dilerim makul bir çıkış bulunur ve göçün önüne geçilir.

        REKLAM

        ***

        “Hamsi kavağa çıkar mı?”

        Yasakların kalkmasının ardından yapılan ilk genel seçimdi.

        Dönemin DYP lideri Süleyman Demirel, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın memleketindeki mitinginden bir gün önce Rize meydanında halka hitap etti ve aynen şunları söyledi:

        “Huzurunuza gelecekler ve diyecekler ki ‘Biz iktidar olacağız…’ Onlara, ‘Nasıl olacaksınız?’ diye sormayın. Bir şey sorun; ‘Hamsi kavağa çıkar mı?’… Hamsi kavağa çıkarsa onlar iktidar olur…”

        Cümle anında Karadeniz’in öteki ucundan duyuldu, ortalık birbirine girdi, Karadeniz halkı ayağa kalktı.

        Üstüne de ertesi gün Mesut Yılmaz’ın mitinginde, “Hamsi kavağa nasıl çıkarmış gösterin…” sözü bindi…

        İki cümle Demirel’e tam 4 puana mal oldu.

        Bunları neden mi anımsattım?

        Siyasetçi kime, nerede, kiminle ve hangi araçla, ne için, ne dediğini bilecek…

        Bilmediğinde maliyetine de katlanacak.

        Hele ki mesele bir de Karadeniz ise iki kez düşünecek.

        Bir de sözleri olumsuz etki yaratmışsa tekrarlayarak etkiyi kalıcı hale getirmeyecek.

        Demirel yılların tecrübesiyle “Hamsi kavağa çıkar mı?” cümlesini Rize meydanından sonra bir daha hiç ağzına almadı.

        Erozyonu bu sayede sınırda tuttu…

        O gün devam ettirseydi sonucu ne olurdu onu da varın siz bugün ölçün. Ölçünüz de Peter Prensibi olsun...

        Diğer Yazılar