Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        AYLARDIR aynı tartışma çevresinde dönülüyor.

        Oysa tartışmaya konu Montrö Sözleşmesi toplam 29 madde ve ekleriyle birlikte 18 sayfa.

        Bunun ağırlıklı bölümünü de ekler oluşturuyor; büyük kesimi de Türkçe, İngilizce ve Fransızcada o kelimenin karşılığının hangi kelime ile tanımlanacağına atıf yapılıyor.

        Türkçesi de o denli anlaşılır. Sözleşmeyi okuma süreniz en fazla 15 dakikanızı alır...

        Bu denli açık ve net yazılmış, hangi kelimenin neye denk geldiği belirlenmiş bir sözleşmenin bu denli tartışılır olmasını iki nedenle anlamakta zorlanıyorum.

        MONTRÖ’DEN KİM VAZGEÇTİ?

        Öncelikle Montrö’den vazgeçildiğini veya geçileceğini söyleyen yok.

        TBMM Başkanı Mustafa Şentop bizim yayınımızda buna yönelik tek kelime etmedi.

        Sadece Cumhurbaşkanı’nın buna yönelik bir yetkisinin olup olmadığı üzerinde duruldu.

        Gelelim işin önemli bölümüne...

        Deniliyor ki Kanal İstanbul Montrö’yü bozar...

        Kanal İstanbul’un yapılıp yapılmama tartışmasını bir kenara bırakıp, Türkiye’nin Deniz Hukuku alanındaki en yetkin isimlerinden biri olan Prof. Dr. Sertaç Başeren’i dün arayıp şu soruyu yönelttim:

        “Yeni nesil savaş gemileri de eskisinde olduğu gibi büyük kalibreli 356, 380, 406 veya 155 mm toplara ihtiyaç duymuyor. Tuna Nehri'nden gelip geçerse ne olur?”

        REKLAM

        Bir süre önce aynı soruyu bir öğrencisi de yöneltmiş...

        ÖĞRENCİNİN SORUSU

        Derste Montrö Sözleşmesi konu edildiği için öğrencisine ilgili maddeleri bir daha okumasını önermiş ve şu noktanın altını çizmiş.

        “Sözleşme tek başına İstanbul Boğazı'nı tanımlamıyor. Aynı zamanda Karadeniz’i tanımlıyor...”

        Bu noktaya dikkat çektikten sonra sözlerini şöyle sürdürdü:

        “Konu tek başına İstanbul Boğazı da değil. Çanakkale de yine aynı şekilde tanımın içinde. Saros Körfezi’ni Marmara Denizi ile bağlasanız da mesele çözülmez. Çünkü Karadeniz üzerinde tutacağınız gemi tonajı ve kalış süresi belli...”

        Aslında mesele sadece Karadeniz’e sınırı olmayan ülkelerin geçireceği gemi miktarını değil, sınırdaş olmayan farklı ülkelerin gemilerinin toplam tonajının da 30 bin tonu geçemeyeceğini hükme bağlar.

        Bununla birlikte sınırdaş olan ülkelerin her yılın 1 Ocak ve 1 Temmuz tarihlerinde Karadeniz’deki gemilerinin tonaj miktarını bildirme zorunluluğu da getirir.

        Diyelim ki Rusya’nın Karadeniz üzerindeki gemilerinin toplam tonajı 30 bin tonu geçtiyse Karadeniz’e çıkacak sınırdaş olmayan ülkelerin gemilerinin tonu da o oranda yükseltilir ve 15 binden yukarı çıkmalarına imkan sağlar.

        TUNA’DAN GELSE NE OLUR?

        Gelelim asıl soruya Tuna Nehri'nden girerse ne olur?

        Prof. Dr. Başeren’in yanıtı net oldu:

        “Deniliyor ki Boğazdan geçen gemilerin toplam tonajı 15 bin tonu geçmemeli. İyi de kalış süresi açısından bakıldığında ne diyeceğiz? Karadeniz burada önemli olan. Zaten Sözleşme’de de Karadeniz’de kalış ve tonaja vurgu var. O nedenle ABD de bu gerilimi yükseltmek istemez...”

        REKLAM

        Diğer hükümleri de zaten hiç bir ülkenin Montrö’den vazgeçemeyeceğinin göstergesi.

        Prof. Dr. Sertaç Başeren’e göre buna taraf olmayan ABD de dahil...

        İşin bir de uluslararası boyutu var...

        Prof. Dr. Haldun Yalçınkaya, önce bir noktanın altını çizdi:

        “İmzalandığı dönemde Karadeniz’de tek batılı ülke Türkiye idi. Ama sonrasında sadece Rusya tek başına kaldı. Eski Yugoslavya, SSCB’den çıkan devletlerden Gürcistan ve Ukrayna bugün NATO ortağı, Bulgaristan, Romanya da üyesi...”

        Rusya’nın Ukrayna’da çatışmaların yoğunlaştığı Novorossia adı verilen bölgedeki durumunu değerlendirdi.

        Rusya'nın Suriye gerilimi olmasa bölgeye dönük eylemlerini çok daha hızlı atma eğiliminde olduğunu anımsattı.

        “Rusya şu an inisiyatifi elinde tutup yıpratıyor. Henüz yapmak istediği aktiviteyi de yapmadı” yaklaşımında bulunup devamını getirdi:

        “Şu an sonuç alıcı bir tutum sergilemekten uzak tutum içinde ağır ağır yıpratma taktiği uyguluyor. Geçmişte uyguladığı gibi doğrudan girip işi bitirip, ‘gerisini şimdi onlar düşünsün’ yöntemi izlemiyor. Ağır ağır gidiyor. ABD de bu noktada benzer tutum içinde davranıyor...”

        Nitekim bu konuşmamızın üzerinden yarım gün geçmeden ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü’nden gelen açıklama da kendisini doğruladı.

        Karadeniz’e gönderecekleri savaş gemilerinin rutin faaliyet içinde hareket ettiğini bildirdi.

        ÇİN’İN İRAN İLGİSİ

        Prof. Dr. Yalçınkaya, son dönem Rusya ile birlikte Çin’in de bölgede aktif rol almasına dikkat çekti.

        Çin Dışişleri Bakanı’nın İran gezisi sırasında 20 yıl süresince iki ülkenin ticaret yapacağını açıklamasının Tahran açısından yarattığı öneme dikkat çekti.

        REKLAM

        Gelişen ekonomik güce sahip 1,5 milyar insana mal satma yetisine İran'ın bu şekilde kavuştuğunu anımsattı.

        Batının Amerika ve Avrupa ile toplamı 500 milyonu bulmayan nüfusu yerine 1,5 milyar insana ürün satacak bir zenginliğe kavuştuğuna vurgu yaptı.

        Üstelik bu insanların büyük bölümü teknolojiye ve gıdaya da yüksek oranlı ihtiyaç duyuyor.

        Batıda hemen her odasında televizyon bulunan, rejim yapıp az gıda tüketen toplum yerine, daha çok gıdaya ihtiyaç duyan ve çok tüketen bir yapıdan söz ediyoruz.

        Ayrıca unutulmaması gerekir ki Çin bir de BM Güvenlik Konseyi üyesi...

        Prof. Dr. Yalçınkaya ile sohbet ederken bir noktayı daha anımsattı:

        “Türkiye’nin bugüne kadarki büyük stratejilerinden biri Karadeniz’i çatışma alanı olmaktan çıkarma üzerine kuruludur...”

        Bunun yansımalarını ve adımlarını dışarıda görmek olası; ama bir de içerde görülebilse...

        Diğer Yazılar