Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMHURBAŞKANLIĞI seçimi bittikten sonra Türkiye'nin idari yapısında karşımıza çıkacak tablo net.

        Bir yanda halk tarafından seçilmiş "sorumsuz" güçlü bir Cumhurbaşkanı...

        Diğer yanda ise yine halk tarafından seçilmiş, sorumluluğu ve sırtındaki yumurta küfeleri nedeniyle Cumhurbaşkanı kadar sorumsuz olamayan Başbakan...

        Veya geçmişte olduğu gibi yukarı çıkınca aşağıya söz geçiremeyen Cumhurbaşkanı...

        Bu tabloda ülke yönetiminin sağlıklı yürümesi olası mı?

        Soruyu kısa süre önce TBMM Başkanı Cemil Çiçek dile getirdiğinde bazıları kaş çattı, tepki gösterdi.

        Nitekim Çiçek önceki günkü sohbetimizde bir daha dile getirdi; dün AK Parti'deki toplantı öncesinde gazeteci arkadaşlarımıza da söyledi.

        Şunu belirtmeliyim ki, "Konu üzerinde söz söyleyecek en deneyimli kim?" derseniz ilk sırayı Çiçek alır.

        Çünkü Cumhurbaşkanları ile Başbakanlar arasındaki kavgaların neredeyse hepsine tanıklık etti.

        Hatta bazı kavgaları yatıştırmak için araya girdi.

        Şimdi de geçmiş tecrübeleriyle, yangın çıkmadan ısı alarmının uyarması gibi dikkat çekiyor.

        Özal ile Akbulut ve Yılmaz; Demirel ile Çiller, Sezer ile Ecevit çatışmalarını hafızalarımızda canlandırıyor; geleceği gösteriyor.

        Batı'da da benzer çatışmaların yaşandığını anımsatıp Fransa örneğini veriyor.

        BATI NASIL ÇÖZDÜ?

        Çiçek'in belirttiği gibi aynı sorun Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya'da da yaşandı.

        Bugün Erdoğan'ın vurguladığı gibi "tam yetkisini kullanıp yönetime hâkim olmak isteyen" cumhurbaşkanları ile hükümet arasındaki çatışma oralarda da çıktı.

        Fransa literatürüne, "Cumhurbaşkanını istifaya zorlama" diye giren ilginç yöntemlere başvuruldu.

        Örneğin, her atadığı bakanlar kuruluna parlamentodan güvensizlik oyu verildi; Cumhurbaşkanı Jules Grevy 1887'de bu nedenle istifa etti.

        Veya Cumhurbaşkanı Alexandre Millerand'a karşı bakanlar kurulu greve gitti.

        Cumhurbaşkanının imzasını gerektiren tek yasa, belge veya atama kararnamesi yollamayınca, Mayıs 1924'te Millerand koltuğunu bıraktı.

        Türkiye'de de denenen, cumhurbaşkanı'nın bütçesinin kısılması, her kanunu referanduma götürme yöntemleri de denendi.

        KARŞI İMZA KURALI

        Çatışmalardan sürekli galip çıkan parlamentolar oldu; Batı bu deneyimler sonucu çözümü de üretti.

        Buna, "Cumhurbaşkanının işlemlerinin bir bakan tarafından imzalanmasına dayanan, karşı imza yöntemi" deniliyor.

        Hatta sadece seçilmiş cumhurbaşkanları değil, İspanya örneğinde görüldüğü gibi krallar için de uygulandı.

        Fransa'nın 1875'ten beri uyguladığı "karşı imza yöntemi"ni Türkiye de 1982 Anayasası'na koydu.

        Bugün Cumhurbaşkanı, hükümetin karşı imzasını almadan Meclis'in açılışında dahi konuşamaz; kanunları yayınlayamaz veya tekrar görüşülmek üzere Meclis'e yollayamaz.

        Yüksek yargı organları üyelerini, Genelkurmay Başkanı veya kuvvet komutanlarını, büyükelçileri veya herhangi bir bürokratı atayamaz.

        Törensel olanlar dışında icraya dönük her adımda hükümetin bir üyesinin karşı imzasına gerek duyar.

        Uzlaşmanın sağlanamadığı alanlarda parlamentolar kazanır.

        Nitekim Batı'da bugüne kadar kaybeden hep cumhurbaşkanları oldu.

        Türkiye'de ilk kez denenecek; bakalım nasıl işleyecek...

        Diğer Yazılar