Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Özlem soğutmak için iki günlüğüne İstanbul’a giderken yanıma almıştım. İki dostun iki yeni eseri. Bir albüm ve bir kitap... Bir an olsun Ankara havasından uzaklaştırmaya, İstanbul’un limon kokusu gibi etrafını sarmış baharını hazmetmeme yetti. Önce albümden başlayayım... Kısa süre önce sevgili Selva Erdener, fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusunu bağrına basar gibi yeni albümünü getirip verdi. Adını “Nereye Aşkım” koymuş. Albüme 7 beste yapan eşi Turgay Erdener’e dönüp, “Hayrola bir yere mi gidiyorsun?” dediğimde, “Dinleyince anlarsın” demişti. Anladım... Federico Garcia Lorca’nın şiirlerine yaptığı muhteşem besteler, 1970’lerin ortasına götürdü. Ruhi Su’nun bağlamayla besteleyip seslendirdiği “Aptal Şarkı” şiiri ile sevmiştim Lorca’yı... “İçiniz kor gibi yanarken susmak, acıların en beteridir” diyen insanı. Hani kiliseye, burjuvaziye meydan okurcasına “Bu dünyada her şeyi olmayanların yanında olacağım, kendilerinden o hiçbir şeye sahip olmamanın huzuru bile esirgenen insanların yanında” dizesinin sahibini... Selva’nın sesini ilk Sedat Ergin tanıtmıştı. Caz motifleriyle türküyü bütünleştirdiği Turgay Erdener bestelerini “Sen Sen Sen...” isimli albümünde bütünleştirmişti.

        KELİMEYİ SOYAN KADIN

        O günden beri kendisi için aynı şeyi söylüyorum: “Kelimelerin sesini soyan kadın...” Kelime onda kendini buluyor; üzerindeki allı pullu ne kadar fazlalık varsa Selva söylediğinde sadeleşiyor, doğal samimiyetinde aslına kavuşuyor. Bu albümü de muhteşem. Sadece Lorca değil, Sabahattin Ali’nin “Geçmiyor Günler” şiirine Turgay Erdener’in yaptığı beste de alıp götürüyor. Sonrasında gelen Irmağın Şarkısı, Ölü Çocuğa Gazel, Gümüş ve Geçer parçalarında olduğu gibi. Albümüne Suriye halk türküsü “Bali ma’ak”ı da koymuş. Yıllar önce Lena Chamamyan’dan dinlemiştim, hafızamın bir yerine kaydolmuş. Selva’dan dinleyince hüzün dolu dakikalar içimden akıp gitti. Bir opera sanatçısı için kolay olmayan türkülere, şarkılara yeniden ruh verip farklı bir notadan da söylenebileceğini göstermenin keyfinde bir albüm çıkmış, Jose Carreras, Kiri Te Kanawa, Placido Domingo, Dmitri Hvorostovski kendi halk türkülerini nasıl söylemişse Selva da aynı içtenlikte kendinden okumuş. Keşke içinde bozlak da olsaymış...

        ‘ATEŞİ AVUÇLAMAK’

        Kulağımda Selva’yı dinlerken bir yandan da Sevgili Merve Koçak Kurt’un yeni çıkan “Ellerin Mavi Kelebek” kitabını okuyorum. Farklı hikâyeler arka arkaya dizilmiş, ama sonunda bütünleşik hal almış. Her bir hikâyenin içindeki duygu, ifade ise hafızanın kıvrımlarını bir anda açan, insanı bir yerden başka tarafa savuran nitelikte. Bölüm başlığını “Boşluklar...” koymuş ve devam etmiş: “Başucunda beklediğim, ateşini avuçladığım, terini yokladığım, üstünü örttüğüm, alnıını sildiğim, bir sıtma nöbetinden arta kalan titreme değilsin!.. Bir masal kahramanı hiç değil!.. Yine de ben, daha önce hiçbir yerde duymadığın bir masal anlatmak için sana buradayım işte...” Kim kime “Ateşini avuçladığım” diyebilir. Veya “Bilinmeyen şeylerin tadı gibi bir acısın damağımdaki” cümlesi nasıl kurulur... Kulağım ve gözümdeki sanatın anlık keyfindeyim öylesine...

        Diğer Yazılar