Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İMRALI Adası’nın 9 mil açıklarına herhangi bir deniz aracının yaklaşması yasak olduğundan, balıkçılar da buralarda avlanamıyor. Neredeyse 15 yıldan beri bu durum böyle. Bu süre zarfında o bölgede hiçbir balık avlanmadığı için adanın çevresi şu anda balık cenneti. Barış görüşmeleri başladığı günden beri adaya giden devlet heyetinin üyeleri, Öcalan’la yaptığı görüşmelerden arta kalan vakitlerinde oltalarını denize bırakıyor ve bol bol balık avlıyor.

        Oltayla balık avlamak her zaman rahatlatır insanı; bunu bu işin müptelaları söylüyor.

        Ve şu anda görüşmeleri yürüten devlet heyeti de, her açıdan bu rahatlamayı yaşıyor.

        Çünkü işleri bir hayli kolaylaşmış ve adım adım sonuca doğru gidiyorlar.

        Son günlerdeki gelişmeler şöyle bir seyir izlemiş durumda:

        Bir önceki hafta sonu İmralı’ya gidip Abdullah Öcalan’dan “müzakere taslağını” alan ve geçen hafta başında da apar topar Kandil’e giden -uçak korkusu nedeniyle Sırrı Süreyya Önder gidemedi- İmralı heyetinden Hatip Dicle, İdris Baluken ve Pervin Buldan, şimdiye kadar yaptıkları Kandil seferleri içinde bu seferi, kendi kişisel tarihlerinin çok önemli bir sayfasına çoktan yazdılar bile.

        Çünkü ilk defa Kandil’den bu kadar heyecanlı, bu kadar umutlu ve bu kadar sevinçli dönüyorlardı. Ankara’ya gecenin geç bir saatinde ulaştıkları halde, bu sevinçlerini hemen hemen her hafta bir kaç gününü İmralı’da geçiren “devlet heyetiyle” o saat paylaştılar.

        Bu kez dağa dil dökmek zorunda kalmamışlar, Kandil getirilen “taslağı” “virgülüne dokunmadan” kabul ettiğini onlara açıklamıştı.

        Kandil’den gelen haber, en az HDP heyeti kadar “devlet heyetini” de memnun etti. Gerçi devlet ilk başta “taslağın muhatabının” kendileri olmadığını çeşitli vesilelerle bize hissettirmişti ama bu hafta başında “Çözüm Kurulu” toplantılarına da katılan Başbakan Başdanışmanlarından Hatem Ete, Star Gazetesi’nden Fadime Özkan’a “Taslağın muhatabı hükümet değil Kandil’dir” deyince, devletin bu görüşü resmiyet de kazanmış oldu.

        Ortaya çıkan bu memnuniyet verici gelişmeyi bir an önce İmralı’ya bildirmek gerekiyordu. HDP heyeti adaya gitmeden önce devlet heyeti, Öcalan’la bir ön görüşme yapmak üzere 12 Aralık Cuma günü yola çıktı. Ancak Marmara’daki hava muhalefeti izin vermedi buna, tekne yarı yoldan geri döndü. Zaten ertesi gün, bir süreden beri Öcalan’ın dış temsilcisi gibi çalışan Leyla Zana ile Sırrı Süreyya Önder’in gidişi vardı programda, hava onların gidişini de engelledi.

        Bu arada İmralı’ya hiçbir heyet gitmediyse de Öcalan, Kandil’in “taslağına harfiyen katıldığını” çoktan odasındaki televizyondan öğrenmişti. Bu süre içinde, hava izin verdiği ilk fırsatta HDP heyeti -bu kez Hatip Dicle ve Leyla Zana ile tahkim edilmiş halde-, Öcalan’a gidecek ve Kandil’in fikrini ve edindikleri izlenimleri büyük bir sevinçle bu kez sözlü olarak kendisine aktaracak.

        Peki bu süre içinde devlet ne yapacak?

        Büyük bir ihtimalle “Muhatabı Kandildir” dediği Öcalan’ın “taslağını” Kandil’in de kabul ettiği şekliyle önüne alacak ve buna kendi “taslağındaki” fikirleri ilave edecek veya kendi taslağına Öcalan’ın fikirlerini ilave edecek ve ortaya iki tarafın da fikirleriyle biçimlenmiş yeni bir “ortak metin” çıkacak. Bu ortak metin tekrar Öcalan’a gidecek, Öcalan onay verdikten sonra Kandil’e gidecek, oradan gelen fikirler yeniden tartışmaya açılacak ve pek de uzun olmayan bir süre zarfında ortaya bir “ortak mutabakat metni” çıkmış olacak.

        İşte bu metin barış sürecinin esas yol haritasını oluşturacak. İzleme Kurulu, kurulması düşünülen komisyonlar, İmralı’ya sekretarya ve yeni yasal düzenlemeler gibi Kürt tarafının taleplerinin tümü bundan sonra gündeme gelecek.

        Ve büyük bir ihtimalle bu metin esas alınarak Öcalan yeni bir “barış deklarasyonunu” hazırlayacak ve bu deklarasyon 21 Mart 2015 Nevruz günü Diyarbakır’da ilan edilecek.

        Öcalan’ın mesajının en önemli içeriği silahsızlanma olacak. Büyük bir ihtimalle Öcalan, 15 Ağustos 1984 günü Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı başlattıkları silahlı mücadele dönemini bir daha başlatmamak üzere kapattıklarını resmen ilan edecek.

        Bu süre zarfında devletten istenecek en önemli talep “onurlu bir dönüşün” yolunu açacak olan bir “Türkiye’ye karşı silah bırakma” veya “toplumsal hayata katılma yasasını” çıkarmak olacak. Bu yasanın çalışmaları başladığında, bu kez yurtiçinde elinde silahla dolaşanlardan yurtdışına çıkmak yerine, silahını bırakarak gelip toplumsal hayata katılmaları istenecek.

        Bu arada bütün bunların olabilmesinin, devletin “Olmazsa olmaz” dediği “kamu düzeninin” tesisine bağlı olduğunu akıldan çıkarmamak gerek.

        Bu aralar haftada en az bir kez İmralı’ya giden heyet üyeleri, görüşmelerden arta kalan zamanlarında heyecanla oltalarını denize sarkıtıyor ve her defasında kocaman bir balık yakalamanın keyfini yaşıyor.

        Ne de olsa İmralı’nın etrafı balık kaynıyor.

        Diğer Yazılar