Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bize bıraktıklarının tümü çok kıymetlidir fakat bence Türkçe’ye kazandırdığı yüzlerce kelime içinde en kıymetlisi “umut” kelimesidir. “Umut” kelimesinin mucidi, “İnce Memed”in babasıydı. Kelamın ustası, sözün büyücüsüydü. Hayatı en güzel o anlattı. Sadece insanın değil; kuşun, böceğin, otun, ağacın hayatını da...

        İNCE Memed’den sonra, neredeyse 1970’lerin başına kadar 20 yıla yakın bir süre zarfında çok az roman yazabildi Yaşar Kemal.

        27 Mayıs İhtilali, bütün solcu Türk aydınlarını nasıl etkilediyse, onu da öyle etkiledi. Darbeye “sevinen” aydınlar arasındaydı o da, ama Başbakan Menderes’in asılmasına üzülenlerdendi.

        Mehmet Ali Aybar çok eski arkadaşıydı. 1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) bir yıl sonra üye oldu; Aybar’ın yanında yer aldı. Aktif bir şekilde “siyasete” atıldı, TİP’in “propaganda işlerini” üzerine aldı.

        1966 yılında arkadaşı Fethi Naci’yle birlikte “Ant” Dergisi’ni çıkarmaya başladı. Çok değil üç yıl sonra Sovyetler Birliği Çekoslovakya’yı işgal edince bir sürü şeyi göze alarak işgale açıktan cephe aldı. Bu tavrıyla çok uzun sürecek bir “belayı” da başına sarmış oldu. Çünkü büyük çoğunluk böyle düşünmüyordu. Aforoz nedeni bile olabilirdi. Bu tarihten itibaren Yaşar Kemal, Türk solcuları arasında hiçbir zaman “muteber” bir aydın sayılmadı, hep burun kıvrıldı, hep küçümsendi.

        PEŞ PEŞE ROMANLAR YAZDI

        12 Mart 1971 darbesinden sonra o da arananlar listesine girdi. Gidip teslim oldu, 1 ay kadar Davutpaşa Kışlası’nda hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı.

        İşte ne olduysa bundan sonra oldu.

        Uzun süre “siyaset” nedeniyle ara verdiği yazarlığı bir anda nüksetti. Peş peşe romanlar yazmaya başladı.

        1970’te Ağrı Dağı Efsanesi, 71’de Binboğalar Efsanesi, 72’de Çakırcalı Efe, 73’te Demirciler Çarşısı Cinayeti, 75’te Yusufçuk Yusuf, 76’da Al Gözüm Seyreyle Salih ve Yılanı Öldürseler, 77’de Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca, 78’de Kuşlar da Gitti, Allahın Askerleri ve Deniz Küstü romanlarını yazdı.

        1973’te çıkan Yeni Halkçı Gazetesi’ne yazdığı bir yazıdan sonra sadece Türkiye’de olabilecek çok tuhaf bir şey geldi başına.

        Evindeki kütüphanesi zengindi. Türkçe kitapların yanında, Thilda’nın bildiği ve okuduğu Fransızca, İngilizce ve başka dillerden kitaplar da vardı. O zamanlar Marx’ın “Kapital”i birkaç yıl önce Türkçe’ye çevrilmiş ve solcular arasında pek revaçtaydı... Kimse pek bir şey anlamasa bile ondan söz etmek veya okuduğunu iddia etmek, “falankes Kapital’i okumuş” diye parmakla gösterilmesine yeterdi.

        EVİNE ‘KAPİTAL BASKINI’

        Yaşar Kemal de, yazdığı bir yazıda, evindeki kitaplardan bahsederken “Kapital”den de bahsetti. “Sadece Türkçe’si değil, İngilizce’si de var kütüphanemde” diye yazınca, basın savcısı bunu “ihbar” kabul etti. Kendi kendisini ele vermiş, evinde Marx’ın “Kapital”inin İngilizce’sinin bulunduğunu ifşa etmişti. Savcılık hemen emniyete “yazı” yazdı, polisler bir gün sabahın köründe, ev halkı henüz uykudayken eve baskın düzenledi. Kütüphane didik didik arandı, “suç aleti” Kapital orada derdest edildi, götürüp “nezarete” atıldı.

        1970’lerin ikinci yarısından itibaren siyasi cinayetler dönemi başladı. Abdi İpekçi, Kemal Türkler, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu gibi yakın arkadaşları öldürüldü. Ülke hızla bir askeri darbeye doğru gidiyordu; kimsenin can güvenliği yoktu.

        Yaşar Kemal de memleketi o halde bırakıp önce Fransa’ya, oradan da İsveç’e gidip yerleşti. Orada “Kimsecik” romanını yazmaya başladı.

        İsveç huzurlu bir memleketti. Hükümet “gözü” gibi bakıyordu ona, çalışması için her türlü koşul mevcuttu. Fransa’da başladığı ve bir türlü ilerlemeyen romanını burada bitirdi.

        Bu sırada Türkiye’de 12 Eylül 1980’de askerler yönetime el koydu. Bu kez büyük bir sürek avı başladı, solcuların büyük bir kısmı, yakayı ele vermeyenler yani, akın akın yurtdışına kaçarken, Yaşar Kemal memlekete geri döndü.

        NOBEL’İ NEDEN ALAMADI?

        İşte bu “dönüş”, etkileri uzun yıllar süren bir tartışmayı da beraberinde getrdi. İddia odur ki, 1970’lerin başından beri aday gösterilen Nobel’i almamasına sebep bu “dönüş” hadisesidir. Hatta 1992 yılında, uzun yıllar İsveç’te sürgünde yaşadıktan sonra ilk defa ülkesine geri dönen Kürt gazeteci Mahmut Baksi, o zamanki “Aktüel” Dergisi’ne “Yaşar Kemal’e Nobel vereceklerdi, ben engel oldum. Nobel Komitesi’ne, ‘Darbe olunca can güvenliğim sağlandı’ diyerek Türkiye’ye döndü dedim, onlar da bunu önemsediler” diye demeç verdi, bu demeci de dergiye “kapak” oldu. Oysa Mahmut Baksi’nin İsveç’e gidip yerleşmesine, orada “muteber” bir gazeteci olarak “itibar” görmesine bizzat Yaşar Kemal vesile olmuştu.

        Öyle mi oldu, dönmeseydi de sürgünde kalsaydı, sonradan yazacak romanlarından da bizi mahrum bıraksaydı daha mı iyi olurdu bilinmez, bilinen bir şey var ki Yaşar Kemal, İsveç Akademisi’nin kendisinden şu ya da bu sebeple esirgediği Nobel Edebiyat Ödülü’nü bütün dünyaya yayılmış milyonlarca okurundan zaten çoktan almıştı.

        Bugün arkasından timsah gözyaşı dökenlerin hemen hemen tümü o gün koro halinde onu aslanlara atmaya çalışırken, Orhan Pamuk başta olmak üzere sadece bir avuç yazar ve yakın dostu ona destek olmak için DGM kapısına gitti. Onu infaz etmeye kalkışanlar birkaç sene sonra Orhan Pamuk Nobel alınca, bu kez benzer bir saldırıyı da Pamuk’a yönelttiler. Bu kez de Orhan Pamuk’un bu büyük başarısını ilk kutlayan Yaşar Kemal oldu.

        İSVEÇ’E DÖNÜŞ

        Nobel hariç almadığı edebiyat ödülü kalmamıştı. Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın elinden bu ülkenin en önemli “nişanını” almıştı. Hemen hemen Avrupa’nın bütün ülkelerinin saray ve parlamentolarında onur konuğu olarak selamlanmıştı. Kendi ülkesinde ise hâlâ “bölücü”, hâlâ “vatan haini” muamelesi görüyordu.

        1990’lı yılların ikinci yarısıydı. Yine aydınlar öldürülüyordu. Savaş bütün şiddetiyle sürüyordu. Karanlık her yere hükmünü kurmuştu. Ona tekrar “sürgün” yolları göründü.

        İkinci memleketi İsveç onu bekliyordu, kalkıp tekrar İsveç’e gitti.

        Bütün kurgusunu kafasında bitirdiği, henüz yazılmamış büyük bir romanı daha vardı. Bir “üçleme” olarak düşünmüştü “Bir Ada Hikâyesi”ni ancak üç cilde sığdıramadığı için sonra “dörtlemeye” dönüştü. Eşi Thilda’yla birlikte gittiği İsveç’te, bu “üçlemenin” ilk cildi olan ve adını “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”yı yazmayı başladı.

        Artık sağlığı da eskisi gibi bedenine “hoyrat” davranmasına izin vermiyordu. Thilda sigarayı kesinlikle yasaklamıştı ona. O da, Thilda’dan gizlice aldığı sigara paketini Mehmed Uzun’un evine “zulalıyor”, “Roman düşünmeye çıkıyorum” deyip Mehmed’in evine kadar yürüyor, yolda sahiden de kafasında romanını yazıyor, Uzun’un evine gizlediği ve adına “suç aleti” dediği sigarasını içiyor, tekrar romanını düşüne düşüne göl kenarındaki evine geri dönüyordu.

        THILDA’DAN SONRA...

        2001 yılında, dünyada tanınmasında çok büyük katkısı olan, hayatı boyunca hep “Yaşar” daha iyi bir roman yazsın diye ona destek olan, onun yabancı dili, onun hayat arkadaşı Thilda onu bırakıp gitti. O da bir süre sonra Thilda’yla beraber yuva haline getirdikleri Basınköy’deki evi bıraktı, Ayşe Baban’la evlendi ve Boğaz’ın öteki yakasına göç etti, Baban’la beraber deniz gören bir evde yaşamaya başladı.

        Thilda’nın yokluğunun acısını bir kenara bırakacak olursak ömrünün geride kalan kısmını “huzur” içinde geçirdi. Yazmayı düşündüğü son romanını dört cilt halinde tamamladı. Kıyıda köşede kalmış bir iki kısa romanı tekrar gün yüzüne çıktı. Ve yavaş yavaş “göç yolculuğuna” hazırlandı.

        Bize bıraktıklarının tümü çok kıymetlidir fakat bence Türkçe’ye kazandırdığı yüzlerce kelime içinde en kıymetlisi “umut” kelimesidir.

        “Umut” kelimesinin mucidi, “İnce Memed”in babasıydı.

        Kelamın ustası, sözün büyücüsüydü.

        Hayatı en güzel o anlattı. Sadece insanın değil; kuşun, böceğin, otun, ağacın hayatını da...

        Tarık Günersel aynı cümleyi Mehmed Uzun ölünce kurmuştu, şairden desturla;

        “Yaşar Kemal hayatını değil, hayat Yaşar Kemal’i kaybetti.”

        Not: Bu portreyi yazarken en çok, en yakın dostu rahmetli Alpay Kabacalı’nın, “Bir Destan Rüzgarı, Fotoğraflarla Yaşar Kemal’in Yaşam Öyküsü” kitabından yararlandım. Onun da ruhu şad olsun!

        Diğer Yazılar