Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KASIM 1988’de, Sürgünde Filistin Devleti’nin ilan edildiği gece, 15 yaşındaki Serhat adında bir çocuk, birkaç çocuk arkadaşıyla birlikte, çok çocukça, çok acemice bir eyleme kalkıştılar. Her köşesinde bir “puşt zulası” nın gizlendiği korku dolu Hakkâri sokaklarında, “İşte Filistinliler de devletini kurdu, hani Kürtlerin devleti” diyen bir bildiri dağıttılar.

        Bir “eylem” yapmış olmanın gururuyla da evlerine gidip yattılar. Gecenin geç bir saatinde evlerinin kapısı kırıldı, içeri maskeli timler doluştu. Ev ahalisi bu tür sahnelere alışkındı. Evin reisi Hafız Tuğan, 12 Eylül darbesi olduğunda bir süre kaçak yaşamıştı, her gece polis tıpkı bu gece yaptığı gibi evlerini basıyordu, oda dolusu çocuk her defasında anneleri Semiha’nın eteklerine sığınıyor, alçak sesle ağlaşıyor, polisin evi terk etmesini bekliyordu. Bu durum o kadar uzun sürdü ki, zulüm arttıkça çocuklar o zulümle birlikte büyüdü, çocuklar büyüdükçe içlerindeki öfke daha da büyüdü.

        Bu öfke ve korkuyla büyüyen Serhat şimdi 15 yaşındaydı; aldılar o gece, bir süre önce babası Hafız’ın “dişlerini tükürdüğü” Diyarbakır zindanına tıktılar. 10 ay boyunca, babasına ne yaptılarsa Serhat’a da onu yaptılar, sonra bu “çocukça” eylemden dolayı beraat ettiler.

        Hakkâri’ye geldi Serhat, ama gelirken katmer katmer büyümüş bir de “korku” getirdi beraberinde. Ya tekrar alıp Diyarbakır’a götürürlerse... Artık rahat uyuyamıyordu, annesi Semiha’ya, hep yatağını pencere kenarına sermesini istedi, olur da gelirlerse eğer, gelip tekrar Diyarbakır’a götürürlerse eğer, pencereden atlayıp karşıki dağlara sığınacaktı... Tek sığınak olarak o azametli dağları görüyordu çünkü...

        Bir gün çarşıda aylak aylak gezerken, ayağındaki “mekap” ayakkabıları gördü onu hep takip eden polis, pabuçlarını ayaklarından çıkarıp paramparça ettiler, eve yalınayak gitti... Başka bir gün üzerindeki kıyafete taktılar, “Terörist kıyafetine benziyor üzerindekiler” diye herkesin gözü önünde üzerinden çıkarıp yaktılar, eve don atletle döndü Serhat...

        Artık yolun sonuna gelmişti, dağların çağrısına daha fazla dayanamayacaktı, annesine “Gidiyorum” dedi, annesi “Gitme” diyemedi canına can katan yavrusuna, giderken azık olarak kalbini verdi oğluna...

        Gitti, bir yıl dağlarda dolaştı. Sonra yakalandı. Yakalanışı, gazetelere “16 yaşındaki terörist yakalandı” manşetiyle haber oldu.

        Bir korucu öldürmekle suçlandı. Oysa ele geçirilen silahının balistik incelemesi temiz çıkmıştı. Ancak hemşerisi Uludereli başka bir militanla aynı kod adı taşıyordu, Uludereli Şervan’ın suçu, kolayca ona yüklenmişti, ne fark eder, “terörist, terörist”ti.

        Mahkeme silahı temiz, hiçbir eyleme katılmamış, öldürülen korucu meselesinde de yeterince delil yok, sadece bir yıl dağda kalmış diye 12 yıla hükmetti, Yargıtay bu cezayı az buldu. Tekrar “Örgüt yöneticiliğinden yargılayın” dedi mahkemeye. Savcının vicdanı buna razı olmadı, itiraz etti ama o zamanki Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin yarbay olan askeri yargıcı, “Yargıtay’ın dediğini yapalım” dedi, Serhat’a oracıktı idam cezasını verdiler, Yargıtay hemen onayladı.

        Sonra yasalarımızdan “idam” cezası kalkınca Serhat’ın cezasını da ömür boyu hapse çevirdiler. Sonra DGM’ler kalktı, yerine Ağır Ceza Mahkemeleri geldi, birçok kişinin davası yeniden görüldü, Serhat’ın bütün başvuruları sonuçsuz kaldı.

        Savaşın tarafı olan askeri yargıçların verdiği hukuksuz cezalar olduğu gibi kaldı. Bu arada Serhat şehirden şehre, hapishane hapishane dolaştı. İçeride liseyi bitirdi, ardından da üniversiteyi...

        Ablası Rojbin Tuğan, kardeşinin davasına bakmak için hukuk fakültesini bitirip avukat oldu, babası Hafız Abi ile annesi Semiha Abla yaşlandı, Serhat tam tamına kesintisiz 24 yıldan beri içeride... 24 yıl önce savaş yeni başlamıştı, şimdi savaş bitiyor, barış görüşmeleri yapılıyor, Serhat hâlâ içeride... Olağanüstü dönem askeri hukukunun, bir yanlışlığın kurbanı... Anne-baba, bu yanlışlığın giderilmesini, bu hukuksuzluğun son bulmasını, oğullarının aklanmasını istiyor... Sağa sola başvuruyor, gazetecilere, siyasilere, Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na mektuplar yazıyor.

        Hafız Abi oğlunu bekliyor her gün biraz daha yaşlanarak...

        Semiha Abla, Serhat’ın özgürlüğünü görmeden ölmekten korkuyor.

        Ayda bir Bitlis Cezaevi’ne gidiyorlar ana-baba, her gidişlerinde artık biraz daha yaşlanmış çocuklarını görüp, “Biraz daha dayan Serhat, bu hukuksuzluk elbet son bulacak” diye umut veriyorlar.

        Umut yoksulun ekmeği ya...

        Diğer Yazılar