Devrimci halk savaşı hendeğe düştü!
9 Temmuz 2015’te Başbakan Ahmet Davutoğlu, hükümeti kurma görevini Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan aldı. “Ya Allah, bismillah” derken, 11 Temmuz’da KCK, dünya siyaset literatürüne yeni kazandırılan tuhaf bir deyimle “askeri barajları” gerekçe göstererek “ateşkesi bitirdiğini” duyurdu. Ardından “Hangi baraj askeri, hangisi sivil?” tartışması başlamadan, PKK’nın eşbaşkanı Bese Hozat, Özgür Gündem Gazetesi’ne bir makale yazarak, “Yeni süreç, devrimci halk savaşı sürecidir” dedi.
Böylece, 2013 Newroz’unda Öcalan’ın Diyarbakır’da okunan mektubuyla başlayan barış süreci, o tarihten itibaren PKK tarafından tek taraflı olarak bitirildi. Aklı başında herkesin, “Ülke toprakları içinde dolaşırlarsa mutlaka bir provokasyon olur, onun için yurtdışına çıkmaları gerekir” dediği ama bir türlü yurtdışına çıkmayan PKK militanları, bir anda bulundukları dağlardan düze inip yol kesmeye başladı. Kimlik kontrolleriyle başlayan eylemler, sıra sıra, dizi dizi kamyonların yakılmasıyla hız kazandı. Fakir fukaranın bin bir zahmetle, borca harca girerek edindiği kamyonları, “askeri kavun”, “askeri patates” taşıyor gerekçesiyle yakıldı. “Ekolojik toplum” şiarını dilinden düşürmeyenler, memleketin doğusunu kısa bir süre içinde kamyon lastiği dumanına boğdu.
Ardından Suruç katliamı oldu. Olan biten her şeyi Erdoğan’a bağlayan “dünyanın en kolay gerekçe bulma lobisi” harekete geçti, bu katliamı “Saray gladyosu” yaptı gibi akıllara ziyan bir iddia ortaya attı. Kısa süre zarfında “Suruç’ta katledilen devrimcilere misilleme” diye Ceylanpınar’da iki gencecik polisin elleri arkadan bağlanarak canına kıyıldı. Sonra da birkaç trafik polisi vuruldu, ambulanslara el konuldu...
Bunun üzerine hükümet de daha fazla bekleyemedi ve başlamış olan “devrimci halk savaşına” cevap olsun diye Kandil’i bombalamaya başladı.
Bir anda ortalığı toz duman kapladı.
Yaklaşık 3 yıllık barış süreci dönemini, yakında başlatacakları “devrimci halk savaşına yığınak yapma dönemi olarak” algılayan örgüt, bu süre içinde şehirlere istiflediği silahları sakladığı yerlerden çıkardı.
Oysa Bese Hozat ve arkadaşları, “önderlik” dedikleri Abdullah Öcalan’ı zerre kadar anlamış olsalardı, Öcalan’ın “devrimci halk savaşı” tezinden daha 1999 yılında vazgeçtiğini anlarlardı. Öcalan’a göre “devrimci halk savaşı” evresi söz konusu tarihte bitti ve o tarihten itibaren günümüze kadar süren yeni evrenin adı “demokratik ulus inşası” evresidir. Öcalan’a göre 1984’te başlayan “devrimci halk savaşı” başarıya ulaşmadığı için “demokratik ulus” evresine geçildi. Başta KCK olmak üzere, HDP vb. kurumlar, hep bu yeni sürecin ürünleri olan yapılanmalardır. “Demokratik ulus” evresi silahsız bir evredir, demokratik yollarla ulaşılır oraya.
Aslında bunu kendileri de biliyor ya... Ama biz de biliyoruz ki daha önce deneyip başarıya ulaşmayan “devrimci halk savaşına” yeniden dönmelerinin asıl sebebi, bir anlamda Öcalan’ı tamamen devre dışı bırakıp onu tasfiye etmektir.
Bu yüzden bu kez son kozlarını oynuyorlar. Ya herrü ya merrü... Madem Kürtler HDP’ye büyük bir destek verdi, o halde “Bu destek bize verilmiş bir destektir, biz halka her şeyi anlattık, o da HDP’ye destek vererek bizi anladığını gösterdi, o halde o gün geldi” dediler, arkalarına maceracı Türk solcularının verdiği gazı da alarak “devrimci marşlar” eşliğinde Kürtleri er meydanına çağırdılar.
Daha önce hendek kazmışlardı, piknik tüplerinden bomba yapmışlardı, eh bir hayli de silahları vardı, halk desteği de arkalarındaydı, o halde bir fiskeyle Erdoğan’dan kurtulup “devrimin şanlı bayrağını Saray’ın burçlarına” dikmek için daha fazla beklemenin anlamı yoktu.
yakında başlatacakları “devrimci halk
savaşına yığınak yapma dönemi olarak”
algılayan örgüt, bu süre içinde şehirlere
istiflediği silahları sakladığı yerlerden çıkardı.
Oysa Bese Hozat ve arkadaşları, “önderlik”
dedikleri Abdullah Öcalan’ı zerre kadar
anlamış olsalardı, Öcalan’ın “devrimci halk
savaşı” tezinden daha 1999 yılında vazgeçtiğini
anlarlardı. Öcalan’a göre “devrimci halk
savaşı” evresi söz konusu tarihte bitti ve
o tarihten itibaren günümüze kadar süren
yeni evrenin adı “demokratik ulus inşası”
evresidir. Öcalan’a göre 1984’te başlayan
“devrimci halk savaşı” başarıya ulaşmadığı
için “demokratik ulus” evresine geçildi. Başta
KCK olmak üzere, HDP vb. kurumlar, hep bu
yeni sürecin ürünleri olan yapılanmalardır.
“Demokratik ulus” evresi silahsız bir
evredir, demokratik yollarla ulaşılır oraya.
Aslında bunu kendileri de biliyor ya...
Ama biz de biliyoruz ki daha önce deneyip
başarıya ulaşmayan “devrimci halk
savaşına” yeniden dönmelerinin
asıl sebebi, bir anlamda Öcalan’ı tamamen
devre dışı bırakıp onu tasfiye etmektir.
Bu yüzden bu kez son kozlarını
oynuyorlar. Ya herrü ya merrü... Madem
Kürtler HDP’ye büyük bir destek verdi,
o halde “Bu destek bize verilmiş bir
destektir, biz halka her şeyi anlattık,
o da HDP’ye destek vererek bizi anladığını
gösterdi, o halde o gün geldi” dediler,
arkalarına maceracı Türk solcularının
verdiği gazı da alarak “devrimci marşlar”
eşliğinde Kürtleri er meydanına çağırdılar.
Daha önce hendek kazmışlardı,
piknik tüplerinden bomba yapmışlardı,
eh bir hayli de silahları vardı, halk desteği de
arkalarındaydı, o halde bir fiskeyle
Erdoğan’dan kurtulup “devrimin şanlı
bayrağını Saray’ın burçlarına” dikmek için
daha fazla beklemenin anlamı yoktu.
Ama öyle olmadı. Halk dedi ki: “Ben senin devrimci halk savaşına değil, HDP’nin parlamenter mücadelesine destek verdim. Senin silahın sende kalsın, sen de, silahın da benden uzak durun.”
İşte bunu beklemiyorlardı.
“Devrimci halk savaşı” düşü, şimdi o hendeklerde can çekişiyor.
Olan da barışa, huzura ve kardeşliğe oluyor.