Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yurtdışı gidip geldikten sonra o kadar çok yazar yazdı ki, ben de yazsam sanırım “beylik” kaçacak ama “beylik” olma pahasına bir “memlekete dönüş” yazısı farz oldu bana da.

        Başbakan Davutoğlu’yla çıktığım uzunca sayılabilecek bir New York seyahatinden dönünce memlekete, bir hayli zaman “memleket havasına” girmek için uğraştım durdum. Burada yayınlanan gazetelere bakmadan, televizyon seyretmeden, eş dostla bir-iki kelimenin belini kırmadan buranın “havasına girmek” pek mümkün olmuyor. Ama o “havaya” girdiniz mi, gayri geldiğiniz dünyanın “havasını” unutmanız da bir o kadar kolay oluyor.

        Memleketten uzaktayken ne kadar kandan, gözyaşından, ölümden, kazadan, kavgadan ıraksanız, memlekete gelir gelmez artık “müptelası” olduğunuz kendi ezeli kanlı gündeminize de o kadar çabuk adapte oluyorsunuz.

        Giderken uzak bir akrabanın evine uzun bir aradan sonra yaptığınız bir ziyaretin tatlı sevincini yaşarsınız, dönerken ise yakın bir akrabanın ölümünün acılı hüznüne kapılırsınız daha memleket semalarındayken; en azından ben bu duyguyu yaşadım.

        Ben memleketten ayrıldığımda onca acının üstüne bayram gelmişti; ben memlekete döndüm, bayram bitmiş, bütün iklimi kaplamış olan ağır bir matem havası, bıraktığım yerde hemencecik sardı beni de.

        Ankara’ya, memleket toprağına ayak basar basmaz dakika bir hadise bir... Ankara’da bir halk otobüsü durakta duracağına, durakta duran yolcuların üzerine gitti bütün ağırlığıyla. 12 kişi öldü, bir o kadar yaralı var... Düştüm ben de ta kuyunun dibine...

        Uçaktayken duymuştum, iner inmez, herkesin Ahmet Hakan’a yapılan saldırıyı konuştuğunu gördüm bütün hararetiyle.

        Ahmet Hakan’ın yolunu kesmiş birkaç eşkıya. (“Eski Zaman Eşkıyaları” diye kitap yazmış bir yazar olarak hayır “eşkıya” kelimesine haksızlık yapmak istemiyorum, hep bir parça “soyluluk” bulmuşumdur bu kelimede, en azından haksızlık karşısında dağa vurmuş kişiler için de kullanılıyor bu sıfat; o yüzden Ahmet’i döverek öldürmeye kalkışanlara zibidi demek en iyisi.) O eli yüzü kirli adamların bilmesi gereken bir şey var; bir yazarın yazdıklarından dolayı dökülen her damla kanı, dolmakalemine dolan mürekkeptir; o mürekkep kelimelere, o kelimeler de birer tokada dönüşür zamanla, gelip yapışır şekilsiz suratlarına... Geçmiş olsun Ahmet Hakan’a!

        Ben yokken sadece Ahmet hırpalanmakla kalmamış, çocuklar ölmüş bir de... Bütün cephelerde halka rağmen “devrimci halk savaşını” yürütenler, elde “keleş”, omuzda roket, şehir sokaklarında kıyasıya çarpışmaya devam etmiş devletle... Birileri de, “Sağa sola roket atarak bizi özgürleştiremezsiniz” demek yerine, ezberledikleri bir “saray terörü” diskuruyla vicdanını rahatlatmaya devam etmiş bir yerlerde.

        Bütün bunlar olurken bir kız çocuğunun bedenine bir roket isabet etmiş Bismil’de. Elif’in henüz 9 bahar görmüş bedeni paramparça olmuş sığındıkları bir akraba evinde. Her sabah annesinin muhtemelen “saçlarına kızıl güller takıp” okula göndermeye kıyamadığı Elif, ben yokken buralarda, parçalanmış çocuk bedenini yüklenip ardından elif gibi uzun bir çığlık bırakarak gitmiş melekler diyarına.

        En çok Elif’in ölümü koydu bana. Sanırım Elif o roket darbesiyle can çekişirken, ben aynı yaşlardaki kızıma bir hediye almak için bir oyuncakçı dükkânı arıyordum harıl harıl, hafif hafif yağan bir New York yağmurunun altında.

        Dünyanın neresinde bir çocuk ölürse, bir yıldız eksilir gökyüzünde. Ölen her yıldızla birlikte bir tutam nur çekip gider hayatımızdan... Hani demiş ya yazarak peygamberlik mertebesine ulaşmış kudretli yazar Dostoyevski, “Yeryüzünde tek bir çocuk bile acı çekiyorsa, Allah yoktur” diye, işte o duygu, şu anda o gazap topraklarında toprağa düşen çocukların ölümü karşısında benim de kapıldığım duygunun aynısıdır bütün can yakıcılığıyla...

        Vaktiyle Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol devletin “yasal mermisiyle” can verdiklerinde ne hissettiysem, PKK’nın “yasadışı roketiyle” can veren Elif’in katlini duyduğumda hissettiğim şey aynı oldu bütün çıplaklığıyla: Tiksinti!

        “Çocuk öldüren herkesin Allah belasını versin” demekten başka bir şey gelmiyor elimden.

        Elinden başka bir şey gelen varsa, iki adım çıksın öne; söz veriyorum, “sevmelere doyamadığım” memleketimin kendi payıma düşen kısmını bağışlayacağım ona...

        Diğer Yazılar