Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, “Dört Ayaklı Minare”nin ayaklarından birinin dibine düştü. Başına tek bir kurşun isabet etmişti. Cinayeti herkes gördü.

        Onu oraya, Dört Ayaklı Minare’ye sıkılan kurşunlar getirmişti. Hendek savaşını başlatmış olan örgütün inisiyatif verdiği çoluk çocuk, Gâvur Mahallesi’nin oralarda kazdıkları hendeklerin gerisinde “özyönetim” kurma oyununu oynuyor, güvenlik güçleri de “kamu düzenini sağlamakla” uğraşıyor. İki taraf arasında kalan “minarenin” ayaklarına isabet eden kurşunlar, Tahir Elçi gibi “insana, tarihe ve kültüre” duyarlı olanları harekete geçirdi.

        O yüzden arkadaşlarını alıp oraya gitti.

        Diyarbakır’ın simgelerinden biridir Dört Ayaklı Minare... Dünyada türünün tek misalidir, dört ayağı İslam’ın dört mezhebini sembolize ediyor. Bundan 1500 yıl önce Akkoyunlu Hükümdarı Kasım Han tarafından inşa edilmiş, Şeyh Mutahhar Camii’nin minaresidir, caminin Diyarbakırlının dilindeki adı “Şéx Matar Camii”dir. Ayaklarının arasından yedi kez geçenin bütün dilekleri kabul görür diye yaygın bir inanış var. Mıgırdiç Margosyan’ın hikâyelerinin mekânı “Gâvur Mahallesi”nin ağzında durur. Basiretsiz yöneticilerin zulmü ve gadri tarih boyunca her defasında minareden bir şeyler eksiltti ama en son “hendek savaşları”nın minarenin ayaklarını yaralaması üzerine Tahir Elçi de kalkıp oraya gitti.

        Amacı tarihi, kültürü ve şehrinin önemli sembollerinden birini çatışmanın, yıkımın zulmünden korumaktı. “Minarenin ayaklarına sıkarak doğru düzgün bir yönetim kuramazsınız, tarih yoksa siz de yoksunuz, bugün minarenin ayaklarına kurşun sıkıyorsanız, aynı kurşun yarın gelip sizin ayaklarınızdan vuracak” demek istedi, dedi de ama “uyarı eylemi” yarım kaldı. Saldırdılar orada bulunanlara, onun da payına bir kurşun düştü.

        Cesedinin dibine düştüğü minarenin dört ayağından biri İslam’ın hangi mezhebini sembolize ediyordu bilmiyorum ama bildiğim Tahir’in ölümü, aynı şehirde öldürülmüş Vedat Aydın’ın, Musa Anter’in öldürülmesi neyi sembolize ediyorsa onu sembolize ediyor.

        Cinayetin teknik tarafları kriminologları ilgilendirir, suikast olup olmadığı, iki ateş arasında kaldığından adres sormayan kör bir kurşunun gelip kendisini bulup bulmadığı zaman içinde ortaya çıkacak, ben fazla işin bu tarafında değilim. Ama tarafında olduğum bir şey var.

        Tahir Elçi seçilmiş bir hedef değilse bile, seçsen bile böyle bir isabet kaydedemezdin. Biliyorsunuz, bir süre önce bir televizyon kanalında PKK ile ilgili söylediği bazı sözlerden dolayı hakkında dava açılmıştı. Hapishaneye girmekten kıl payı kurtulmuştu. Yurtdışına çıkma yasağı vardı ve davası sürüyordu.

        Tahir Elçi, PKK ve çevresinin de pek hazzettiği bir isim değildi. Bu coğrafyada onun gibi “üçüncü taraf”ta kalıp bir şeyler söylemek hiç kolay değildi. Her an iki ateş arasında kalma ihtimalin var ve en önemlisi “itibarsızlaştırma” gibi bir tehlikeyle hep karşı karşıyasın. O yüzden örgüte yönelik söylediği şeylerin hiçbiri onların hoşuna gitmiyordu. Hiçbir zaman onu kendilerinden birisi olarak görmediler.

        Ama bir cinayete kurban gitmiş olmasının onu sevmeyenleri çok sevindirdiğine eminim.

        Ölüm üzerine siyaset inşa edenler, Tahir Elçi cinayetinin de üzerinde çok tepinecekler.

        Kim ne yaparsa yapsın, dün Diyarbakır kalbinden vuruldu. Dün Türkiye bir kez daha vuruldu. Dün hepimiz hep birlikte bir parça daha eksildik.

        Dün, hendek kazarak, minarenin ayaklarına ateş ederek, TIR yakarak, ceset sürükleyerek, garson öldürerek hiçbir soruna hiçbir çözümün bulunamayacağına bir kez daha şahit olduk.

        Dün binbir zahmetlerle okumuş, avukat olmuş, Diyarbakır gibi simge bir şehrin en önemli hukuk kurumunun başkanlığına gelmiş bir insan hakları savunucusu, bir barış adamı Dört Ayaklı Minare’nin ayaklarından birisinin önüne düştü.

        Düştüğü semtin adı Balıkçılar Başı’ydı.

        Cinayeti “kör bir balıkçıyla” birlikte hepimiz gördük.

        Diğer Yazılar