Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SevgiliHocam,

        Siz İstanbul Süleymaniye’de bir vakıf binasının konferans salonunda “Ortadoğu’da demokratik yollarla sınırları ortadan kaldırmaktan” bahsederken, ben o mahkemeden o mahkemeye koşan, hak ihlalleri karşısında ceberut devletin gerçek yüzünü birilerine göstermeye çalışan solcu bir aktivisttim.

        Siz muhafazakâr “geniş” bir “pencereden”, bense sosyalist “dar” bir “delikten” bakıyordum dünyaya.

        Ben baktığım yerin dünyanın en geniş, en sınırsız, en özgürlükçü, en demokrat yeri olduğuna emindim.

        Benim fikrim kurtaracaktı memleketi ve “dünyayı yorumlamak değil, asıl olan onu değiştirmektir” şiarı temel şiarımdı.

        Sizin bakış açınız üzerine fazla söz söylemek bana düşmez.

        Yıllar sonra siz Başbakan, ben de gazeteci olarak gezilerinize katıldığımda, sonra da başdanışman olarak yanınızda durduğumda, “Dünyayı değiştirmek iyi de, değiştirdiğin dünyada yaşayan insanları memnun edebilecek misin?” sorusu takıldı aklıma.

        Sonra kitaplarınızı okumaya başladım.

        Konuşmalarınızdan çok hal ve tavırlarınızdan ulaşmaya çalıştım “munis” kişiliğinize.

        Hayatınızı araştırdım. Dağlı bir Yörük’le, dağlı bir Kürt’ün hayatı ne çok benziyordu birbirine!

        Lise yıllarında benim fikriyatıma ait temel eserlere olan ilginiz çekti ilgimi. Meğer o kitapları, hem rakip saydığınız, her gün karşı karşıya kalıp derin tartışmalara girdiğiniz solcu arkadaşlarınıza karşı “mahcup” olmamak, hem de en önemlisi karşı olduğunuz fikrin ne menem bir fikir olduğunu öğrenmek için okumuşsunuz.

        O sırada kendimdeki eksikliğin farkına vardım.

        Oldum olası benden çok şey bilen insanlara karşı hep bir “hayranlık” beslemişimdir. Kudretli yazarlara karşı hissettiğim şey kıskançlık değil, tam tersine onların o büyülü eserlerini gördükçe “Ben niye böylesini yazamıyorum” sorusunu sormuşum kendime. Bu fikir adamları için de böyle... Gençliğimde “teorisyen” derdik bizden çok şey bilenlere ve ben o çok şey bilenlerin karşısına geçip hep hayran hayran ağızlarından dökülen kelimelere bakar, onları havada yakalamaya çalışırdım.

        Ne kadar kelime biriktirdim bilmiyorum.

        Ama eğer bugün, gençliğimde olduğu gibi bir “delikten” değil de bir “pencereden” bakabiliyorsam hayata ve dünyaya, bunu çokça sizinle olan uzak yakın “mesaime” borçluyum.

        Siz, karşı olduğunuz fikrin bütün düşünürlerini anlamaya çalışmış, fikriyatın külliyatını oluşturan temel eserleri hatmetmiş, öyle çıkmıştınız öğrencilerinizin karşısına.

        Bense sadece kendi dünyamın sığ sularında yüzmüştüm.

        Şairlerim vardı, yazarlarım vardı, düşünürlerim vardı, teorisyenlerim vardı.

        Onlar benimdi, benim savaşıma mühimmat taşıyan, eksik malzemeyi bir yerlerde bulup çıkaran tedarikçilerimdi.

        Nâzım Hikmet’i biliyordum ama Necip Fazıl düşmandı.

        Ahmed Arif kudretli şairdi ama Sezai Karakoç diye bir şair yoktu.

        Cegerxwin ulu bir çınardı ama Mehmed Akif sadece İstiklal Marşı’nı yazmıştı.

        Listeyi uzatmama gerek yok.

        Sizi tanıdıkça, bu “kadim” topraklarda “ortak medeniyetin”, “ortak bir kültür” üzerine inşa edildiğini ve geleceğimizin de bu “ortaklık” üzerine şekilleneceğini anladım.

        Mevlânâ deyince Ehmedé Xani, Yunus Emre deyince Feqiyé Teyran, Hacı Bektaş deyince Melayé Cıziri, Mehmet Akif deyince Cegerxwin adlarını da anmanız, “Güzel Türkçemiz”in yanına “Güzel Kürtçemiz”i de koymanız, bizi her geçen gün biraz daha yaklaştırdı birbirimize.

        Kendimle sizden bahsetmiyorum Hocam; sözünü ettiğim bu “kadim” topraklarda bu “kadim medeniyeti” yaratmış, “Alparslan’ın ordusundaki Kürtler ile Selahaddin’in ordusundaki Türkler”in yakınlaşmasıdır...

        “Ortadoğu’da Kürtlerin bir devleti yok, onların devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir” dediğiniz gün buldular Kürtler sizin için “Serok Ahmet” sıfatını...

        Bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na Kürtler ilk defa kendi dillerinden bir sıfat taktılar.

        Sizin bu samimiyetinizi gördükçe, vakti zamanında benim de aynı “dünyayı kurmak için” yanlarında durduğum, Kürt halkı için mücadele verdiğini söyleyenlerin neden samimiyetsiz, neden beyhude bir çaba içinde olduklarını da anladım.

        Onlar başka bir dünyada yaşıyordu. Şairleri vardı, yazarları vardı, düşünürleri vardı ama onlar sadece onlarındı ve başka hiçbir şair, yazar, düşünür tanımıyorlardı.

        Said-i Nursi’nin kelamı, Asım’ın Nesli uzaktı onlara; bu topraklara ait hikmet ve irfan “gerici”ydi ve siz de o “gerici” fikriyatın temel taşıyı- cılarından birisiydiniz.

        Sevgili Hocam,

        Lafı biraz daha uzatırsam, bu mektup mektup olmaktan çıkacak.

        Şair sözüdür, bilirsiniz! “Yol bir yere gitmez”, “yolcudur” bir yere giden.

        Önce Recep Tayyip Erdoğan çıktı evinden; yolda siz de yetiştiniz ona.

        Birlikte ilaç aramaya başladınız memleketin onca yarasına.

        Önemli bir kısmını tedavi ettiniz de birlikte.

        Milyonların hayır duası şimdi üzerinizde...

        “Mühim olan yol değil, yolculuktur”Hocam, siz demiştiniz!

        Yolun önemli bir kısmını yürüdü bu memleket sizlerle birlikte. Bana gelince...

        Ben de diyorum ki...

        Umut bitmeden, yolculuk bitmez Hocam!

        Umut da kolay kolay bitmez.

        Çünkü umut, her şey bitti- ğinde başlayan tek şeydir!

        O yüzden memleket daha güzel günlere kavuşacak!

        Diğer Yazılar