Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hayatım boyunca kendisine “komünistim” diyen birçok insan tanıdım. Ama “Hayatında hiç gerçek komünist tanıdın mı?” diye sorarlarsa eğer, “Evet, Vedat Türkali’yi tanıdım” derim.

        Ondan başka tanıdığım komünistlerin tümü gözüme biraz “çakma”, biraz “naylon” gelmiştir.

        İlk gün nasıl bir “imanla” işe başladıysa, öldüğünde de aynı “imanı” taşıdığına eminim.

        İnançlı bir komünistti ve bu sıfatı kendisine çok yakıştırıyordu.

        ***

        “Komünist olması mı onu edebiyatçı yapmıştı, yoksa edebiyatçılığı mı onu komünist” diye sorulacaksa eğer, sanırım cevap komünistliğidir.

        Onun kuşağından ve onun talebesi sonraki kuşak için edebiyat, siyasi fikirlerin “geniş yığınlara” benimsetilmesinde bir araçtı.

        Çünkü edebiyat çok etkili, çok kısa bir yoldu.

        Üstelik okumuş yazmışlara hitap ediyordu ve sağlam kadrolar da okumuş yazmışlar arasından çıkardı.

        O yüzden onun kuşağı ve onun yetiştirmesi sonraki kuşak için “sanat toplum içindi” ve “toplumun derdine derman olmayan sanat burjuva sanatıydı, işe yaramazdı”.

        “Komünizm fikrini geniş yığınlara benimsetmek” için Komünist Parti’deki “militanlığının” yanında edebiyat denilen silaha başvurduğunda, birbirinden bu kadar güzel, birbirinden bu kadar etkili romanlar yazacağını düşünmüş müydü bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa, edebiyat denilen o büyülü dünyaya girdikten ve kendi tasavvuru olan o “güzel dünyayı” ak kâğıda geçirdikten sonra, gerçek dünyada kurmayı tasarladığı “komünist düzenin”, roman kahramanlarının tahayyül dünyasındaki dünyaya pek benzemediğini görmüş, roman kahramanlarının düşlediği dünyanın kendisinin peşinde koştuğu dünyadan çok daha naif, çok daha güzel olduğunu idrak edip o andan itibaren edebiyatçılığı kendisine asıl iş olarak seçmişti.

        Türkiye Komünist Partisi’nin bir “neferi” olarak yaşayıp edebiyata hiç bulaşmasaydı, ne bu yazıya konu olabilir, ne de ölümü bu kadar büyük haber olurdu.

        Böyle yaşayıp ölen çok arkadaşı vardı çünkü ve ona düşen de onların hikâyesini romanlaştırmaktı.

        ***

        Romanlarında hep bir “arayış” vardır.

        Herkes her gün, hep beraber bir şeyi arıyorlar. Arıyorlar da nafile...

        Belki de Türk solcularının temel derdidir bu...

        Nâzım’ın şiirlerinde de bu dert var, diğer birçok komünist, sosyalist yazarın yapıtlarında da...

        “Güzel günlerin” arayışıdır onların macerası ama tam yüzyıldan beri bu arayış sürüyor.

        “Umut” kelimesini de o kuşaktan bir yazar olan Yaşar Kemal soktu dilimize, hatta içlerinden biri çıkıp “Umut yoksulun ekmeğidir” bile dedi, Yılmaz Güney “Umut”un filmini yaptı ama Türk sosyalistleri bir türlü “sevgili halkına” vaat ettiği “güzel günler göreceğiz” sözünü yerine getiremedi.

        Bu hep bir “ihtimal” olarak kaldı ve onlara kalan da bu “ihtimale” güzellemeler yazmak oldu.

        ***

        Hakkını teslim edelim, Vedat Türkali hiçbir zaman bir “güzelleme” yazarı olmadı.

        Tam tersine, romanlarında “yoldaşlarına” fazlasıyla hoyrat davrandı, hatta zaman zaman kıyıcı bile oldu, çok sevdiği bir kahramanın yanına geçerek onun dilinden konuşmadı, kendisi bir anlatıcı olarak yukarılara bir yere çıkıp oradan baktı arenaya, orada olup bitenleri bize anlattı, sosyalistlerin gizli kapaklı yaşadıkları aşkı “alenileştirdi”, onları birbiriyle seviştirdi, insani olan ne varsa hepsini romanlarına taşıdı ama zinhar kendi fikrinden olan bir kahramanın yanına geçip ötekilere saldırmadı.

        İşte bu özelliği onu romancı yaptı.

        ***

        “Bir Gün Tek Başına”da bütün erkek okurlarını aynı kıza âşık etti.

        “Yeşilçam Dedikleri Türkiye”de senaryo yazarlığından tanıdığı sinema dünyasını hallaç pamuğu gibi attı. “Güven”de TKP’li “yoldaşlarıyla” hesaplaştı. Hatta o “hesaplaşmayı”, “Kayıp Romanlar”da, partinin parasını iç etmiş bir “yoldaştan” parayı geri almak için “ülkücü mafyayı” devreye sokan “yoldaşlara” kadar götürdü.

        ***

        Ben onu “Kayıp Romanlar”da bıraktım. Sonra çıkan iki romanını

        “Yalancı Tanıklar Kahvesi” ile “Bitti Bitti Bitmedi”yi okumadım.

        “Yalancı Tanıklar Kahvesi”nde “Kürtleri” anlatıyormuş, son dönemlerini... O döneme romancı olarak nasıl bakıyordu bilmiyorum ama bir “komünist” olarak bakışını biliyorum.

        Bu “bakışta” her ne kadar “anlaşamasak” bile, benim için o hep “Bir Gün Tek Başına”nın yazarı olarak kaldı.

        1984 yılının sıcak bir yazında okuduğum ve o günden bugüne her sahnesi çok yakın zamanda yaşadığım bir hayat gibi aklımda kalan o muhteşem romanın yazarı...

        Allah senden razı olsun Vedat Abi!

        Diğer Yazılar