Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Murat Belge, son günlerde çokça tartışılan “Şairaneden Şiirsele, Türkiye’de Modern Şiir” adlı kitabında Cahit Sıtkı Tarancı’dan bahsederken, “Büyük değil ama iyi bir şairdi. Şiiri bir davanın sözcüsü yapmadı ama şiir onun kendi davasıydı” diyor. Ona göre Cahit Sıtkı “büyük şair” olmamayı seçmişti, bir tevazu örneği, iddiasızdı.”

        Belge’nin “Üstelik, ‘Yaş otuz beş yolun yarısı eder’ tahmini de tutmadı. Öldüğü zaman topu topu 46 yaşındaydı” cümlesini okuyunca nedense aklıma “Abbas” şiiri geldi. Murat Belge bu şiirden bahsetmiyor kitabında ama internette bir yığın hikâye dolaşıyor bu şiire dair. Bakarken şu hikâyeyle karşılaştım:

        Yıl 1941... Cahit Sıtkı Edremit Burhaniye’de yedek subay. Göreve gittiği gün bölük yazıcısından künye defterini ister. Defteri tararken “Abbas oğlu Abbas” adı dikkatini çeker. Eli sakat olduğu için çürüğe ayrılmış bir erdir Abbas... Askeri çağırtır. İçeri yiğit bir er girer, selam çakıp “Abbas oğlu Abbas, emret komutan!” der.

        “Nerelisin Abbas?”

        “Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.”

        “Emir erim olur musun?”

        “Sen bilir komutan!”

        Abbas, Cahit Asteğmen’in evinin altındaki boş odaya taşınır ve kısa zamanda zekâsı ve sıcakkanlılığıyla komutanını etkiler. Sabahları erkenden kalkar, kahvaltısını hazırlar, kıyafetlerini ütüler, evin temizliğini yapar, yemeğini pişirir. Akşam olunca çilingir sofrasını kurar, güzel mezeler yapar. Komutan zamanla bu saf ve temiz Anadolu çocuğunu çok sever. Akşamları demlenirken onunla dertleşir. Böyle bir akşam sefasında Abbas’a şöyle bir soru yöneltir:

        “İstanbul’u bilir misin?”

        “Bilir komutan.”

        “Orda bir Beşiktaş var bilir misin?”

        “Bilir komutan. Ben orda acemi birlikteydim.”

        “Orda bir sevgilim var. Onu bana kaçırıp getirir misin?”

        “Elbet komutan.”

        Sabah olur, Cahit Sıtkı bakar Abbas yeni asker kıyafetlerini giymiş, tıraş olmuş, sorar:

        “Hayırdır Abbas, neden böyle hazırlık yaptın?"

        “Ben İstanbul’a gidecek komutan.”

        “Ne yapacaksın orada?”

        “Sen söyledi. Ben gidecek sana sevgiliyi getirecek!”

        Şair duygulanır. Gözyaşlarını gizlemek için arkasını dönüp evden çıkar.

        Akşam eve dönünce rakı sofrasını kurdurur ve Abbas’ı karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı alır kalemi kâğıdı eline o sofrada ünlü “Abbas” şiirini yazar.

        DİYARBAKIR’DA GEÇEN ÇOCUKLUK

        İnternette karşıma çıkan hikâye burada bitiyor, bundan sonra benim bildiğim hikâye başlıyor. Aslında hikâyenin devamı da diyebiliriz bildiğime. Vedat Günyol’un Bostancı Kasaplar Çarşısı’ndaki evine ilk defa 1983 yazında gittim. Daha doğrusu Hakkâri’den bu adrese gelmiştim. Bütün bir 83 yazını bu evde, binlerce kitap arasında geçirdim. Akşamın erken saatlerinde küçük bir sofra kurar Vedat Hoca,dostlarını ağırlardı. Aziz Nesin, Haldun Taner, Can Yücel, Mina Urgan, Peride Celal, Feyyaz Kayacan, Cemal Süreya ve ötekiler gelirdi. Bazen de kimse gelmez, ikimiz olurduk. O içer anlatırdı, ben de dinlerdim.

        Gecenin bir vaktinde çakırkeyif bir halde kalkar, Caddebostan’daki kız kardeşi Mihrimah’ın evine gider, orada yatar, sabah erken bir saatte de çalıştığı bu eve geri gelirdi. Her gün kurulan bu küçük sofrada, aile fertlerinin çok az bilinen hikâyelerini anlatırdı bana. Diyarbakırlı Cemilpaşazadelerin torunuymuş Vedat Günyol. Babası bu şehirde valiyken Cemilpaşazadelerden bir kız almış. Vedat Günyol o kızdan olma, 11 yaşına kadar Diyarbakır’da yaşamış. Kız kardeşi Mihrimah da öyle...

        “Mihrimah Saint Benoit’da okula başladığında tek kelime Türkçe bilmiyordu” dedi bana. Diyarbakır’da geçen çocukluğunun oyun arkadaşlarından birisi de Cahit Sıtkı’ymış. Neredeyse eş zamanda İstanbul’a gelmişler, burada da dostlukları sürmüş.

        Vedat Günyol, kız kardeşi Mihrimah ve ailesiyle birlikte Beşiktaş’ta bir köşkte yaşıyorlar. Cahit Sıtkı hemen hemen her gün evlerine geliyor, üç arkadaş, Vedat, Cahit ve Mihrimah beraber vakit geçiriyorlar.

        ‘O BENİM ÇOCUKLUK ARKADAŞIM DEĞİL, İLK AŞKIMDI’

        Sonra da beraber Paris’e gitmişler. Cahit Sıtkı burada Türkçe Yayınlar servisinde spikerlik yapıyor, Vedat Günyol da hukuk tahsilini görüyor.

        Yine böyle erken bir saatte içmeye başlayıp hafif sarhoş ve hüzünlü olduğu bir akşamdı. Ölen dostlarından, her zaman yaptığı gibi Orhan Burian, Sebahattin Eyüboğlu ve ötekilerden bahsetti. Bir ara söz döndü dolaştı Cahit Sıtkı Tarancı’ya geldi yine.

        “Bir gece Paris’te ikimiz de sarhoş olacak kadar içtik ve kendimizi sokağa attık. Champs-Élysées’de nara atar gibi şiir okuyor Cahit. Bir ara durdu, fermuarını indirdi, ortalık yerde işemeye başladı. Ben biraz daha ayıktım. Engel olmaya çalıştım. Durdu ve ağlamaya başladı bu kez. Ne oluyor dememe kalmadan sarıldı boynuma.”

        Hikâyenin burasında kendisi de ağlamaya başladı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da anlatmaya devam ediyordu: “Çok genç yaşta öldü canım arkadaşım. O gece Paris’te, ikimiz de çok sarhoş, boynuma sarılmış halde, hıçkırıklarının arasında kesik kesik Mihrimah adını sayıklıyordu. Kız kardeşimin adını... ‘Ne oldu, çocukluk arkadaşını mı özledin’ diye sordum ona. ‘Ne çocukluk arkadaşı be’ dedi. ‘O benim çocukluk arkadaşım değil, ilk aşkımdı. Ben ona, kardeşine âşıktım. O yüzden evinizden hiç çıkmıyordum.’ ‘Ama, ama nasıl olur’ dememe kalmadan, yüzüne baktım, tam bir Diyarbakırlı gibi, aşkını hiç belli etmemekten duyduğu gurur vardı yüzünde. Elinde kalan tek şey o olmuştu sanki. Çünkü Mihrimah çoktan Cemilpaşazadelerden bir doktorla evlenmişti. O süre içinde, ne ben ne de Mihrimah hiç kuşkulanmamıştık. Bu kez kızma sırası bana geçti. Ayağa kalktım, yakasından tutup ‘Niye söylemedin bana ulan’ diyerek yumruklamaya başladım. Sonra birbirimize sarıldık ve hıçkıra hıçkıra ağladık.”

        çkıra ağladık.” Kalktı, kitaplıktan bir kitabı, sanki daha önce bu hikâyeyi bana anlatırken lazım olacakmış gibi aldı, getirdi, sayfasını kıvırdığı yeri açtı, uzattı bana ve“Şu şiiri oku” dedi. Okumaya başladım:

        Haydi Abbas, vakit tamam;

        Akşam diyordun işte oldu akşam.

        Kur bakalım çilingir soframızı;

        Dinsin artık bu kalb ağrısı.

        Şu ağacın gölgesinde olsun;

        Tam kenarında havuzun.

        Aya haber sal çıksın bu gece;

        Görünsün şöyle gönlümce.

        Bas kırbacı sihirli seccadeye,

        Göster hükmettiğini mesafeye

        Ve zamana.

        Katıp tozu dumana,

        Var git,

        Böyle ferman etti Cahit,

        Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;

        Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

        Şiiri bitirdim. Hiçbir şey anlamamıştım henüz. Durdu, bana baktı Vedat Günyol:“İşte bu şiiri Cahit Sıtkı, Paris’ten döndükten sonra 1942’de ‘ilk sevgili’ dediği kız kardeşim Mihrimah için yazdı.”

        Murat Belge’nin kitabı beni “Abbas” şiirine yönlendirince “Abbas hikâyesi” çıktı karşıma.

        Hikâyenin devamını yazmak, farz oldu bana da.

        Diğer Yazılar