Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cezayir’de bulunan, bizim “Kasaba”, Cezayirliler’in de “Kasba” dedikleri ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçen gün ziyaret ettiği Türk mahallesinin şiirlere kadar aksetmiş hüzün dolu öyküsü...

        Afrika gezisine çıkan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Cezayir’de bizim “Kasaba”, Cezayirliler’in de “Kasba” dedikleri mekânı ziyaret etti ama “Kasba”nın ne olduğu konusunda pek bir şey yazılmadı. “Kasba” yahut “Kasaba”, Cezayir’de asırlar boyunca devam eden Türk idaresi sırasında yönetim merkezi ve levend kışlalarının bulunduğu yerdir ve şair levendler buradaki günlük hayatın zorluklarını şiirlerine aksettirmişlerdir.

        CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, çıktığı Afrika gezisinin ilk ayağı olan Cezayir’deki resmî temaslarının ardından başkent Cezayir’in “Kasaba” bölgesini ve oradaki Keçiova Camii’ni ziyaret etti.

        Bundan asırlar önce Türkler tarafından yaptırılan, sonraki yüzyıllarda genişletilen, ama Fransız işgalinin ardından kiliseye çevrilen ve Cezayir’in bağımsızlığını elde etmesinin ardından tekrar cami haline getirilen Keçiova hakkında Erdoğan’ın ziyaretinden sonra gazetelerimizde çok şey yazıldığı için cami bahsine girmeyeceğim... Bunun yerine “Kasaba” denen ve ne olduğu, bizimle nasıl bir alâkasının bulunduğu anlatılmayan mekânı, Kasaba’da asırlar önce yaşamış olan Türkler’in romantik ama son derece hüzünlü bazı öykülerini nakledeceğim.

        SARAY VE LEVEND KIŞLASI

        Bizim “Kasaba” dediğimiz yere Cezayirliler “Kasba” derlerdi. Kasba, Cezayir’de birkaç asır devam eden Türk hâkimiyeti sırasında idareci sınıfın yaşadığı ve garnizonun bulunduğu mekân idi. Anadolu’dan, özellikle de Ege tarafından sevkedilen ve “Garp Ocakları” denen askerî teşkilâta mensup levendler ile “Dayı” diye bilinen Cezayir Valisi’nin sarayı buradaydı ve Kasaba, tarihin, sanatın ve folklorün yanısıra savaş tarihi bakımından da önem taşıyordu. Geçmiş asırlarda mazgallarında topların dizili olduğu kalenin sahil tarafı yine o yüzyıllarda kalyonlar ve levendlerin kullandıkları diğer tekneler ile dolu idi. Sık sık yaşanan İspanyol baskınları bu sahili hedef almış, levendler topraklarını ve canlarını korumak için büyük mücadeleler vermişlerdi.

        Kasba’da yüzyıllar boyunca büyük hadiseler yaşanmıştı. Bu hadiselerin en tuhaf ve en önemlilerinden biri, Amerika Birleşik Devletleri’nin o devirde birer Türk eyaleti olan Cezayir, Trablusgarb ve Tunus’un idarecileriyle ayrı ayrı anlaşmalar imzalaması ve yıllık verginin yanısıra bu eyaletlerde esir bulunan denizcilerini kurtarabilmek maksadıyla Cezayir’e vergi ve haraç vermesi idi.

        AMERİKA’DAN HARAÇ VE VERGİ

        Bugün belki masal yahut hayal mahsulü gibi görünen bu hadise Üçüncü Selim’in tahtta bulunduğu 5 Eylül 1775’te meydana gelmiş, Amerikan donanmasının kumandanı Joseph Donaldson ile Cezayir Dayısı Hasan Paşa bir “Dostluk ve Barış Anlaşması” imzalamışlar, anlaşmanın metni besmele ile başlamış ve önce Türkçe, sonra da Arapça olarak kaleme alınmıştı. Amerika, Kongre’nin 7 Mart 1796’da tasdik ettiği anlaşmaya göre Cezayir’de bulunan esirlerin bırakılması için Dayı’ya 642 bin 500 dolar haraç vermeyi ve her sene 12 bin Cezayir altını tutarında 21 bin 600 dolar vergi ödemeyi kabul etmiş, ödeme 19. asrın ilk çeyreğine kadar devam etmiş, Trablusgarp Paşası’nın 1801’de kendi başına Amerika’ya savaş ilân etmesi üzerine bir Amerikan donanması limanları bombalayıp sahile asker çıkarmış ve 1824’e gelindiğinde, Amerika, eyaletlerimize vergi ödeme yükümlülüğünden güç kullanarak kurtulmuştu!

        ŞİİRDEKİ SOSYAL HAYAT

        Kasba’nın önemi ve burada yaşanan savaşlar hakkında, Cezayir’in Türk idaresi altında bulunduğu seneleri anlatan tarih kitaplarında geniş bilgiler vardır. Ama oradaki sosyal hayat, levendlerin günlük faaliyetleri, zevkleri, eğlenceleri yahut sıkıntıları ile hasretleri ve bitmeyen savaşların ayrıntıları tarih kitaplarından ziyade yine levendlere ait olan elyazması günlüklerde ve şiir mecmualarındadır.

        CENK VE AŞK ŞİİRLERİ

        Bu sayfada, bundan seneler önce Cezayir’de bulunduğum sırada oranın Millî Kütüphanesi’nde bulduğum ve fotoğraflarını çektiğim bir “levend defteri”nde yazılı olan şiirlerden bazıları yeralıyor. Şiirleri okurken levendlerin Kasba’nın burçlarındaki yahut rıhtımındaki cenkleri sırasında yaşadıkları heyecanları veya Akdeniz’in köpüklü dalgalarını yararak ilerleyen bir kalyonun küpeştesine dayanarak hasret şiirleri yazdıkları andaki romantik duygularını hissedebilirsiniz.

        Cezayir’deki levendlerin unutulmuş defterlerindeki aşk ve hasret şiirleri

        CEZAYİR’de bundan 23 sene önce, 1991’in sonunda yapılan genel seçimleri kısa ismi “FIS” olan İslâmî Selâmet Cephesi kazanmış, hemen ardından da darbe gelmişti!

        O günlerde muhabir olarak Cezayir’de idim ve darbenin ertesi günü yabancı gazetecilerin çalışma izinleri iptal edilmişti. Cezayir’i terketmemiz istenmemiş ama dışarıda fotoğraf çekmemiz ve gazetelerimize haber göndermemiz yasaklanmıştı...

        Bu mecburî tatil sırasında, kaldığım otelin hemen yanıbaşında olan Cezayir Millî Kütüphanesi’ne gidip oradaki Türkçe yazmaları görmek istedim ve hiç zorluk çıkartmadan ellerinde ne varsa gösterdiler, hattâ istediğim her yazmanın tamamının fotoğraflarını çekmeme de izin verdiler.

        Yazmalar arasında levendlere ait mecmualar da vardı. Levendler günlük hayatın ve savaşların yanısıra aşk şiirleri, İstanbul hasretini aksettiren mısralar, barut imali yahut cild hastalıklarının tedavisi gibi o devrin askerini yakından ilgilendiren bahislerde de hayli şeyler yazmışlardı.

        17. asırda yaşamış ismi bilinmeyen

        levendin “şikâyetnâme”si.

        Meselâ, 18. asrın levend şairlerden “Kuloğlu”, defterindeki bir şiirinde şöyle diyordu:

        “Bâd-ı sabâ (sabah rüzgârı) İslâmbol’a varırsan / İşte Cezayirli geldi diyesin / Arza girip padişahı görürsen / Kâfir gemilerin aldı diyesin // Yetişip ardından ortaya alıp / Balyemez topların üstüne salıp / Bayrağın ters dikip aman dileyip / Yezidler mikdarın bildi diyesin // Kılıcın kemend atmış solunda / Seksen dirhem tüfenk atar kolunda / Kimi merhum oldu gaza yolunda / Kimi Hakk’a teslim oldu diyesin // Deryâya çıktılar gaza kasdına / Gani Mevlâm saldı şikâr üstüne / Her birisi seyfin (kılıcını) alıp destine (eline) / Hazret(-i) Ali gibi saldı diyesin // Selâm olsun bizden dosta, yârâna / Sevdiğini sînesine sarana / Kuloğlu’nun ahvâlini sorana / Dört duvar içinde kaldı diyesin”

        17. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan ve adını bilmediğimiz bir başka asker şair de, zamanın padişahına “şikâyetnâme” olarak kaleme aldığı ama veznini tutturamadığı şiirinde “Askerin cebinde artık bir kahve parasının bile olmadığını” söyleyip “Mahşer yerinden kovulmuş şeytana döndük” diye yazıyordu:

        “Cezayir askerinden haber sorarsan / Dağ başında kalmış dumana döner / Şaşırmış kendini neylesin bilmez / Ehli göçmüş ıssız vatana döner.

        Levend defterlerinden birinin sayfası.

        Altta, uyuz ilâcının terkibi yazılmış.

        Yarım kaput bulunmaz eğnine alsın (üzerine giysin) / Dolaşır pazarı bilmez nereye varsın / Altı akçe yoktur kahveye girsin / Yıkılır kalpleri virâna döner.

        Kârım gelmez gelmez diye gezer sokağı / Kendi eliyle ayağına vurmuş bukağı / Gözetir âlâ kumanyayı, otağı / Fikirden boynu incelir, kaytana döner.

        Fantaziyyelerinden selâm verilmez / Yordamından karşısında durulmaz / Koynunda filori(-i) ahmer (o dönemlerin kırmızı altın parası) bulunmaz / Cezayir kızları soyar, soğana döner.

        Gelen âlâ kumanyadır nice düşünmez / Tüfek bıçak yoktur ..... işimiz / Birşey de vermezse aşçıbaşımız / Mahşerden kovulmuş şeytana döner”

        Diğer Yazılar